Adalete ve hukuka olan güveni yıkmayın

  • Numan Yılmaz Yiğit
  • Numan Yılmaz Yiğit
    27 Eyl 2024 09:35


          Türkiye artık ‘Acaibü’ l Garaib bir Ülke’, yani ‘Acayiplik ve  Garipliklerin yaşandığı Ülke’ haline geldi. Gün geçmiyor ki insanı şaşkına çeviren bir olay yaşanmasın. Daha dün bir kız çocuğunun dramı ile sarsıldık, Narin’in. Milyonlarca insan bir an evvel küçük kızımız Narin’in katilinin bulunmasını beklerken, koca bir devlet bu masum çocuğun cinayetini örtbas etmek için uğraştı da uğraştı. Soruşturmayı sündüre sündüre, tamı tamına yirmi küsur gün geçti, hala net bir şey yok. Hadiseyi gündemden düşürmeye çalışıyorlar.

     

         Türkiye’de olay biter mi? Katiyen bitmez. Neden çünkü her şey kaos halinde. İşler rayından çıkmış durumda. Dolayısıyla olaylar, felaketler birbirini takip ediyor.

     

        Şimdi de yaşları 13 ila 17 arasında değişen 15 kız  çocuğu gözaltına alındı ve siyasi amaçlı bir davada kendi aile üyelerine karşı ifade vermeye zorlanıyorlar. Bu ilk değil elbet. Resmi rakamlara göre  2015 ve 2021 yılları arasında, Türkiye'de 15 binden fazla çocuk terörle bağlantılı suçlamalarla yargılandı. Bu ilk değil, dileriz son olur. Fakat bu zihniyete bir şey anlatmak o kadar zor ki... Konu ne olursa olsun ,büyüklerin işlerine çocukların karıştırılması, hangi törede  vardır?

     

             Gerçekten, bir nevi cinayet hükmündeki hukuksuzlukları işleyen polisinden savcısına hakimine varıncaya kadar tüm yetkililere sormak gerekiyor: Allah aşkına, siz ne yaşıyorsunuz? Bu neyin kini nefreti, bağışlayın neyin kafası?

     

    Yaşanmış bunca olumsuzluklara rağmen hala aynı hataların tekrar edilmesi anlaşılır gibi değildir. Bu olumsuzluklara sebebiyet veren, bu hatalardan ders çıkarmayan, uluslararası platformlarda ülke ve insanımızı itibarını iki paralık eden bu insanların kim olduklarını merak etmiyor değil insan. Kısa bir tahmin yürütecek olursak şunları zikredebiliriz;

     

    Öncelikle Emniyet, Adliye ve İstihbaratta bulunan bir kısım AKP kadroları. Bunlar çoğu mülakatla alınmış, hukuktan daha çok parti çıkarlarını gözeten dolayısıyla da ‘F…’ve KHK’lılara düşmanlık besleyen önyargılı partili kadrolar. İşin içinde biraz da birilerine şirin görünme ve terfi alma kaygısı var. Fakat bunlar az çok dini bildikleri için ‘Harici’ bir mantıkla hareket ediyorlar. Tam bir militan gibi. Dini tam bilmediklerinden, başlarındaki hocalar bunlara hangi ayet ve hadisi okuyor nasıl  yönlendiriyorsa sanki ‘Cihat’ ettiklerini düşünüyor ve kuru bir mantıkla, acımasız ve merhametsiz bir şekilde hareket ediyorlar.

     

         İkinci bir grup da ‘İşgüzar’ kadrolar. Onlar da tam bir pragmatist ve menfaatçi gibi hareket ediyorlar. AKP’nin gözüne girmek, kariyerine ‘F…’ile mücadeleyi eklemek, terfi almak amacıyla, en kolay yol olan masum insanları takip etmek, gizli gizli fotoğraflarını çekmek, onlara baskın yaparak tutuklamak, sonra sorgulamak ve mahkemeye çıkarmak gibi ucuz işlerle uğraşıyorlar. Memleketi uyuşturucu tacirleri, mafya babaları, sokak çeteleri, tefeciler, organ mafyası, mali suçlar, faili meçhuller sarmış; onlar için bunların hiç önemi yok. Ülke batıyor, bunlar ise batan geminin direklerini boyamakla meşguller.

     

    Diğer bir grupta gerçekten ‘Dinsiz, Din ve Dindar Düşmanı’ denilebilecek bir grup. Bunlar derin devletin çıkarları için çalışan, kendini ‘Görev adamı, vatansever’ olarak algılayan, bu uğurda insanlık, hukuk, din-iman, ahlak, vicdan, vatan millet gibi değerleri umursamayan, akıl, mantık ve vicdanını birilerine satmış, adeta zombi gibi hareket eden bir ekip.

         

    Tabi ki bunlar arasında gerçekten vatan ve milletini seven, vazifesinin ehli, demokrasi ve hukuka bağlı insani, dini, vicdani, ahlaki değerlerini kaybetmemiş bir hayli gerçek devlet adamları, amir ve memurlarda var. Onları görmemezlikten gelmek doğru olmaz. Fakat onlar ya pasif durumda  kalmayı tercih ettiklerinden veya yetki alanlarının farklılığından dolayı bu olumsuzluklara mani olma imkanına sahip görülmemektedirler.

     

          Fakat maalesef, bir önceki grupta özellikleri sayılan kişi veya  kadrolar daha ön planda oldukları için, pek çok yüz kızartıcı olaya onların  sebebiyet verdikleri görülmektedir.

     

           Belki okuyucular merak ediyor olabilir, ne oldu diye? Sosyal medya ve  haberlerde olay şöyle anlatılıyor; 7 Mayıs sabahının erken saatlerinde polis, "suça sürüklenmiş çocuk" bulma emriyle evleri bastı, kız çocuklarını yasal temsil hakkı vermeden gözaltına aldı ve psikolojik baskı uyguladı. Suçlamalar ise tamamen olağan faaliyetlere dayanıyor: sosyalleşmek, öğrencilere rehberlik etmek, yiyecek yardımı yapmak. Bu masum eylemler suç unsuru olarak gösteriliyor. Serbest bırakılmalarına rağmen, kız çocukları şimdi ailelerine karşı ifade vermeleri için mahkemeye çağrılıyor. Aileleri ise alışveriş yapma, yemek siparişi verme ve AVM’ye gitme gibi faaliyetleri nedeniyle "terör eylemlerine katılmakla” suçlanıyor. Yapılan bu muameleleri izah etmekte, anlamakta zorlanıyor insan. Hangi kanuna, hangi kriterlere göre, yaşları küçük, masum kız çocuklarına bu muameleleri reva görüyorsunuz?

          

    Yapılanları hangi terazi ile ölçeceğiniz belli değil. Neye dayanarak bu bed muameleleri yapabilme cüreti gösterebiliyorlar? İnsanlığa mı, dine mi, hukuka mı, ahlaka  mı, töreye mi vicdana mı, karaktere mi, centilmenliğe mi? Gerçekten anlamakta zorlanıyor insan.

     

    İnsanlıkla mı? İnsanlık tarihine bakıldığı zaman bir kısım Moğol hanları ve Hitler gibi diktatörler istisna edilecek olursa, en barbar kavimler bile kadın ve çocukları  bilhassa kız çocuklarını savaş ve kavgaya dahil etmemiş, savaşçı olmadıkları  sürece onlara  ilişmemişlerdir. Objektif insani kriterler açısından bakılacak olursa, gerek İnsan Hakları Evrensel beyannamesi gerekse de BM'nin ‘Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde, çocukların suçlarla ilişkilerini araştırma da hassas davranılması ile ilgili pek çok maddeler yer almaktadır. Bu maddelerde çocuk velev ki ağır bir suç dahi işlemiş olsa, onun tutuklanmasından yargılanmasına, verilecek cezaların sınırından daha sonra tekrar sosyal hayata dönüşüne ve ıslahına kadar pek çok madde kaleme alınarak ayrı bir hassasiyet sergilenmişken, bu masum çocuklara reva görülen muamele hangi insanlığa sığar? (Çocuğun Hakları Sözleşmesi (ÇHS) (20 Kasım 1989) / Convention on the Rights of the Child (CRC) (20 November 1989, Madde 37)

     

    Bu kız çocuklarına yapılan muameleler insanlık kriterleri açısından  kabul edilemez. Sosyal hayattaki her yardımlaşma, her dayanışma, her haberleşme ve sosyal kültürel aktiviteyi ‘Yeni örgütsel bir oluşum’ olarak nitelemek hem paranoyak bir evham hem de insani pek çok fazileti cezalandırmak anlamına gelmez mi? KHK ile işlerinden olan insanlar, anne babası hapiste veya hasta, mağduriyet içinde kıvranan  insanlar ve onların yakın akrabaları hayatlarını sürdürmek evlatlarına iyi bir gelecek hazırlamak için çabalamasınlar mı? Ne yapmalarını, ne olmalarını bekliyorsunuz? Siz nasıl insanlarsınız? Nerede ve ne yaşıyorsunuz ki, hayata dair her şeylerini ellerinden aldığınız bu insanların ‘Yaşam haklarını’ çocuklarını ve geleceklerini de ellerinden almaya çalışıyorsunuz. Utanmalı değil misiniz?

    Masum çocuklara yapılan bu  muamelelerin hukukla bir alakası var mıdır? Maalesef yoktur. Bunu uzman hukukçular  ifade ediyor. Zaten ülkede bir hukuk mu kaldı Allah aşkına! Doğu Perinçek’in ifadesine göre ‘Hukuk siyasetin köpeğidir’ sözü ne kadar üzücü de olsa, ne acı ki yaşananlar bu iddiayı doğrular mahiyette cereyan etmektedir. 529 sahifelik iddianamede suç unsuru tek bir fiilin dahi olmadığını ifade eden hukukçular, iddia edilen suç unsurlarında hayatın olağan akışına ters bir durumun söz konusu olmadığını ifade etmektedirler.

     

          Peki yapılan bu kötü muamelelerin din ve dindarlık’ ile bir alakası var mıdır? Bazıları henüz baliğ olmuş, bazıları henüz temyiz yaşına ulaşmış, bazıları daha yeni rüşt yaşına gelmiş çocuklara, hem de kız çocuklarına sanki bir caniymiş gibi, bir katil muamelesi yapmak hangi dine, hangi dindarlığa sığar? Halbuki bu çocukların hemen ekserisi namazında abdestinde dindar, ahlaklı, başarılı çocuklar. Ceza-i ehliyeti olmayan bu çocukların güya dindar kadrolar tarafından dininden ve sosyal yaşamından dolayı ağır ceza mahkemelerinde yargılanması Müslümanlığın yüz karası olarak tarihe geçecektir.

     

    Hele mahkeme heyetinden birinin, “Sizin  yaşıtlarınız başka şeylerle uğraşıyorken siz niye namaz kılıyorsunuz?” demesini insanın havsalası almıyor. İnsanlar nasıl oluyor da bu lafı diyecek kadar zıvanadan çıkabiliyor? Bu  vaziyet dindar AKP tabanını hiç düşündürmüyor mu?

     

         Konuyu hangi açıdan ele alırsanız alın eliniz de kalıyor ve bir izah getirmekte zorlanıyorsunuz. Yarabbi ne günlere kaldık!

     

         Yalnız  şunu da unutmamak gerekir ki mümin ümit insanıdır. Allah’a olan ümidi  yitirmemek, çok önemli bir motivasyon kaynağıdır. Bize göre şer olan şeylerden hayırlar çıkması az görülmüş vakalardan değildir. Hiçbir şey, her şeyin sonu değildir .

      

    Bütün dualarımız, bu kız çocuklarımız hakkında adaletin tecelli etmesi, onların normal hayatlarına dönmesidir. Dileriz adalet tecelli eder, onlar hürriyetlerine kavuşur ve bizler de bu hissi konuşmalarımızdan dolayı üzülürüz. Varsın öyle olsun. Biz yanılalım, fakat onlar serbest kalsınlar. Belki böylelikle hiç  olmazsa onların adalete olan güvenleri yerine gelir de içlerinde bir ümit oluşur. Mahkemelerde hakimlerin arkasında ’Adalet mülkün temelidir’ yazıyor. Mülkünüzün devamını istiyorsanız ‘Adil ‘olun. Yoksa kaçınılmaz ilahi tekvini akıbet yüzlerce topluluğu önüne katıp yok ettiği gibi, sizleri de yok edecektir.

    27 Eyl 2024 09:35