Korunması Zaruri Olan Beş Temel Esas

  • Prof. Dr. Muhittin AKGÜL
  • Prof. Dr. Muhittin AKGÜL
    14 Kas 2020 11:59
    İslam, şu beş esasın korunması üzerinde önemle durmuştur. Yüzlerce âyet ve hadisten süzülerek ortaya çıkan bu beş temel esas, aslında yakından incelendiğinde, diğer dinlerde de önemle üzerinde durulan esaslardan olduğu görülecektir. Aynı zamanda sadece dinler değil, beşeri hukuk sistemlerinde de adı geçen beş temel esas, çeşitli kanun ve yaptırımlarla garanti altına alınmıştır. İslâmî literatürde buna “zarûriyyât-ı hamse” de denir. Bu beş temel esas dikkate alınmaksızın, fertlerin, toplumların ve dünyanın, sağlam, huzurlu ve mutlu olarak devamı mümkün değildir. Zira bunlar hava kadar, su kadar herkesin ihtiyaç duydukları temel esaslardır ki, din, can, akıl, mal ve nesilin korunmasıdır. Bu yazımızda, özellikle dinin korunması ilkesine değinilecek, diğerlerine de kısaca işaret edilecektir.

    Dinin Korunması: İnsanın bulunduğu her yerde, dinin varlığı ve yaşantılandığı kadim dönemden günümüze kadar inkâr edilemez bir gerçektir. Zira din, insanla beraber doğmuş, hep var olmuş ve var olmaya da devam edecektir. İnsanlık tarihi boyunca dini inkâr eden, Yüce Yaratıcı’yı ve O’nun elçilerini kabul etmeyen bazı topluluklar görülse de, dine sahip çıkan ve İlahi mesajı içselleştiren toplulukların Kur’ânî anlatımlardan anladığımız kadarıyla her zaman din karşıtı gruplara üstün geldikleri görülmektedir.
    Din, bireylerin kendi hür iradeleriyle kabul ettikleri, ilahi kurallar bütünüdür. Yeryüzünde birbirinden farklı çok sayıda din vardır. Hatta bunların kimi ilahi, kimisi de beşeri kökenlidir. Din seçiminde kimse kimseye baskı yapamaz, zorlamada bulunamaz. Herkes kendi din ve inancında hürdür. Ve herkesin dini kendince kutsaldır.

    Dinin kendisi önemli olduğu gibi, ona ait kutsallar da önemlidir. Kimse kimsenin kutsalına hakaret edemez, dil uzatamaz, alay konusu yapamaz. İlahi dinlerin kitapları, mabetleri ve temel esasları, gelişmiş ve demokratik her ülkenin garanti altına aldığı önemli bir gerçektir. Buna dikkat edilmediği zamanlarda, geçmiş ve günümüzde acı tecrübeler yaşanmış, cinayetler ve katliamlar işlenmiştir. Aynı ülkede yaşayan kimseler bile zaman zaman bu hususu dikkate almadıklarında, yıllar boyu süren sürtüşmelerin içine sürüklenmişlerdir.

    Gelişen iletişim araçları sebebiyle küçülen dünyamızda, bazen bir kişi ya da grubun bu anlamdaki yanlış hareketi, sözü, makalesi veya karikatürü, dalga dalga yayılabilmekte, ülke sınırlarının dışına çıkarak bütün dünyayı etkisi altına alarak inanan ve inanmayan grupları tehdit eder bir hale gelebilmektedir. Geçtiğimiz günlerde üzülerek ifade etmeliyim ki benzer bir acı ve trajik durumu tüm dünya olarak yeniden yaşamış olduk.

    Barıştan, esenlikten ve huzurdan değil de, varlığını kargaşa ve kaostan alan bir takım karanlık mihrakların da devreye girmesiyle, bazen din ve dinin kutsalları aleyhindeki bir kıvılcım, geniş çaplı fitne ya da modern tabirle terör olaylarının fitilini de ateşlemiş oluyor. Dünyanın sağduyulu kuruluşları ve dinlerinin temsilcileri, bu olaylardan ders çıkarmalı ve benzeri kargaşa ve anarşi olaylarına fırsat vermemek için, birbiriyle temas halinde kendi ülkelerinde dini ve dinin kutsallarının alay konusu haline getirilmesini ve hakaret edilmesini önleyici tedbirler üzerinde düşünmeli ve bunu hayata geçirmenin yollarını aramalıdırlar. Aksine bundan en zararlı çıkacak olan da yine dinlerin kendisi olacaktır. Dini özgürlük ne kadar önemliyse (freedom of religion), dinden tamamen özgürlük (freedom from religion) adına yapılan kışkırtıcı her hareket ve oluşum da o kadar tehlikeli ve sosyal bünyede onulmaz yaralara sebep olabilir. 

    İslam bu anlamda başka dinlere ve onların kutsallarına hakaret edilmesini ve alay konusu yapılmasını kesin bir dille yasaklamış, hatta Allah’a eş ve ortak koşulan putlara bile hakaret edilmesini ve sövülmesini nehyetmiştir. (En’âm 6/108).

    “O müminler ki tamamen haksız yere, sırf “Rabbimiz Allah’tır!” dediklerinden ötürü yerlerinden yurtlarından kovulmuşlardı. Eğer Allah insanların bir kısmının zararını diğer bir kısmı ile savmasaydı manastırlar, kiliseler, havralar ve Allah’ın adının çok anıldığı mescidler yıkılır giderdi. Dinine yardım edene Allah da elbette yardım edecektir. Muhakkak ki Allah pek kuvvetlidir, yegâne azizdir.” (Hac 22/40) âyetiyle de manastırların, havraların ve mescidlerin kutsallığına dikkat çekmiştir.

    Merhum müfessirimiz Elmalı’lı Hamdi Yazır’ın ifadesiyle belirtecek olursak: “Kâfirin küfrü, ona zulmedilmesini ya da haksızlık yapılarak hakaret edilmesini gerektirmez.” Bu nedenle din (burada İslam’ı kastediyorum, muhtemelen vahiy mahsulü diğer dinlerde de durum farklı değildir), sadece dindarların değil, aynı zamanda dinsizlerin de insanca yaşayabilmesinin garantörüdür.

    Canın Korunması: İnsan hayatı her şeyin önünde gelir ve kutsaldır. Can dokunulmazlığı, bütün dinlerin ittifakla korunması gereği üzerinde durdukları bir konudur. İslam, hayatın kutsallığına o kadar büyük bir önem vermiştir ki, bir insanın ölümü, bütün insanlığın ölümüne eş tutulmuş (Mâide 5/32), “Onlar Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler” (Furkan 68-69) buyruğuyla, cana kastetmenin cezasının da Cehennem olup, Allah’ın gazabını, lanet ve büyük azabını gerektiren bir günah olduğu kabul edilmiştir. (Nisâ 4/93).

    İslam sadece Müslümanların değil, Müslüman olmayanların da canlarını garanti altına almıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), İslâm toplumu içinde yaşayan gayr-ı müslim bir insanı haksız yere öldüren kimsenin, cennet kokusunu alamayacağını (Buhârî, Diyât, 30; Tirmizî Diyât, 11) bildirmiştir. Bu çok önemli esası ihlal edenleri uyarmaya yönelik olarak, Kıyamet gününde insanlar arasında verilecek ilk hükmün, insan öldürme suçu olacağı (Buhârî, Kasâme 28) bildirilmiştir.

    İnsanın hayatının önemindendir ki, açlıktan ve susuzluktan dolayı ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalınca, ölmeyecek kadar haram olan şeylerle hayatını kurtarması izni dahi verilmiştir ki, bu da İslam’ın insan hayatına verdiği önemi göstermesi açısından son derece önemli bir husustur. Ne acıdır ki bugün dünyada terör ve savaş sonucu ölen her 20 insandan 18’i Müslümandır ve daha da acısı bu onsekizin 16’sının ölümü kendi dindaşları tarafından gerçekleştirilmektedir. İslam’ın gerçek gülen yüzünü gösteren insanların terörist, cihatçı adı altında Müslüman katleden grupların sponsorları ise Müslümanlığın yegâne kurtarıcısı gibi arzı endam etmesi çok daha can yakıcıdır.

    Aklın Korunması: İnsanı diğer canlılardan ayıran en büyük özelliği, aklının olmasıdır. Aklı olmayan kimsenin ne dini ne de sorumluluğu olur. Aklın önemindendir ki, onun fonksiyonlarını iptal eden her şey yasaklanmıştır. Alkol ve uyuşturucu gibi zamanla aklın fonksiyonlarını olumsuz anlamda etkileyen bir takım maddelerin haram kılınmasındaki temel hikmetlerin başında da yine akla verilen önem gelmektedir.

    Neslin Korunması: Üzerinde hassasiyetle durulan ve korunması istenen kurumlardan birisi de, her açıdan sağlıklı ve sağlam bir nesil yetiştirmeye vesile olacak aile hayatıdır. İslam, neslin sağlam ve meşru temeller üzerine kurulması için nikâh müessesesini tavsiye etmiş, evlenip çoğalmayı teşvik ederek, mükemmel ve her türlü şüpheden uzak bir aile kurumu için de belirli kural ve esasları belirlemiştir. 

    Sağlam bir millet, ancak geleceğin teminatı olan nesillere sahip çıkmakla ayakta durabilir. Bugünün nesline sahip çıkmayan bir milletin, sonu gelmiş demektir. Sağlam bir nesil yetiştirmemenin cezasını, o millet hem bu dünyada ve hem de ahirette çekecektir. Kur’ân, anne-babalara nesli korumalarının ilahi bir emir olduğunu bildirmiş, tehlikelerden sadece kendimizi değil, aile ve neslin korunmasını da emretmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.) herkesin şahsi sorumluluklarının yanında, idare etmekle yükümlü olduğu kimselerden de sorumlu olduğunu beyan buyurmuştur. 

    Aynı zamanda ideal bir nesil yetiştirmek için ebeveynlere büyük sorumluluklar yüklenmiş, geleceğin büyükleri olan çocuklar birer emanet olarak takdim edilmiş, eğitimleri, onların güzel ahlakla yetiştirilmeleri, haram lokma yedirilmemeleri, güzel isimlerin konması gibi en detay noktalara kadar prensipler konulmuştur. Bu husus sadece epistemik bir dini mesele olarak görülmemeli, bilakis hayati önceliği olan bir varlık sorunu olarak da ele alınmalıdır. Konuyla ilgili sadece Resûlullah’ın çocuklarla ilgili evrensel söylemlerine ve uygulamalarına bakmak yeterlidir.

    Malın Korunması: İslam'ın, korunması ve üzerinde önemle durulması gerektiğini belirttiği şeylerden birisi de malın korunmasıdır. İslam zengin olmayı, meşru yollardan para kazanmayı, ticaret yapmayı teşvik etmiş, alan olmayıp veren el olmayı, infakın büyük mükâfatını, İslam’ın temel rükünlerinden olan zekât ve hac gibi ibadetlerin ancak belirli bir mala sahip olmakla yerine getirilmesinin farz olacağını bildirmiş, böylelikle de mü’minlerin mal mülk sahibi olmalarına teşvik yapılmıştır.

    Mal ve mülkiyet hakkı, insanların özeli kabul edildiği içindir ki, başkası tarafından izinsiz alınması ve kullanılması yasaklanmış, çalınması da büyük günahlardan kabul edilmiştir. Aynı zamanda mal ve mülkün, insana emanet olarak verildiği ve dünya hayatının da süsü oldukları belirtilmiştir. Malın korunmasının önemindendir ki, malı çalan kimselere hırsız denmiş ve bunlar için ağır cezalar ön görülmüştür. Yine malın gayr-ı meşru yollarda kullanılması ve saçılıp savurulması, şeytanın kardeşliği gibi son derece ağır bir teşbihle kınanmıştır. Özel mülkiyetin zorbalar tarafından iğfali sosyo-ahlaki açıdan bir toplumun bitişinin ilanıdır. Mülkün pâyimâl edilmesi canın yok sayılmasıyla eş değer tutulmuştur. Yüce Yaratıcıdan temennim ve duam inanan insanlara feraset vermesi, hakkı hak, batılı batıl bilip mûcebince amel etmeleridir.

    Prof. Dr. Muhittin AKGÜL
    https://www.patreon.com/muhittinakgul
    https://twitter.com/muhittinakgul
    14 Kas 2020 11:59