Bir peygamber varisinin ardından

  • Prof. Dr. Osman Şahin
  • Prof. Dr. Osman Şahin
    25 Eki 2024 00:15

    Peygamberler, peygamberlik ile ilgili vazifelerini tamamlayınca bu dünyadan çekip gitmişlerdir. Çünkü onların varlıklarının gayesi budur ve bu hususta yapmaları gerekenler tamamlanınca, artık onlar için bu dünyada bulunmak hakiki sevgiliyle vuslattan mahrumiyet demektir ve aslında onlar için bu da bir nevi azaptır. Dolayısıyla bu dünyada yaşamak onlar açısından sabredilmesi gereken hallerdendir.

     

    Bütün peygamberler için geçerli olan bu durumu, Hazret-i Yusuf (as) kardeşleriyle beraber anne ve babasına kavuşunca ve o güne kadar yapılanlara baktığında, artık vazifesinin tamamlandığına inanıyor ve “Sana tam itaat içinde bir kul olarak canımı al ve beni hayırlı ve dürüst insanlar arasına dahil eyle!" (101/12) diyordu:

     

    “Bazı tefsirciler, Hazreti Yusuf’un (as) ölüm talebinin onun şeriatına göre caiz olduğunu söylerler. Fakat bu bizim şeriatımızda caiz değildir. Allah Resulü (sav), “Hiç kimse ölümü istemesin. Bu konuda Cenab-ı Allah’tan bir şey isterken şöyle dua etsin: Allah’ım, yaşamak benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat. Ölmek benim için hayırlı olduğu zaman da beni vefat ettir ve canımı al." buyurmuştur.

     

    Evet, insan hadiselerin karşısında inim inim inlese, bu veya başka bir saik ile vuslat arzusu insanın içini doldursa, insan ötelere iştiyakla yanıp kavrulsa, Allah’a ve dostlara kavuşma arzusuyla dopdolu bulunsa dahi ölümü isteyemez, “Allah’ım canımı al” diyemez. Zira o, Allah’ın belirlediği vuslat vaktini beklemek durumundadır. Böyle bir beklemeye biz, vuslat iştiyakına karşı sabır ya da likâullaha (Allah’a kavuşma arzusuna) karşı sabır diyoruz…” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)

     

    Hazret-i Muhammed Mustafa da (sav), insanlardan sonra cinlerin de kendisine iman etmesinin, bu dünyada vazifesinin tamamlandığına ve ayrılık vaktinin yaklaştığına bir işaret olduğunu, Abdullah b. Mesud hazretlerine (ra) ifade etmişlerdi:

     

    “Efendimiz ile beraber bir yere gittik. Benim etrafıma bir çizgi çizerek, 'Sen buradan ayrılma!' dedi ve kendisi benden uzaklaştı. Daha sonra gürültüler duymaya başladım. Allah Resûlü'ne bir şey mi oldu diye ciddî endişe içindeydim. Fakat bana, buradan ayrılma dediği için de yerimden kımıldayamıyordum.

     

    Bir müddet sonra Allah Resûlü döndü. Duyduğum gürültünün sebebini sordum ve: "Yâ Resûlallah! O tarrakalar koparan gürültü neydi?" dedim. Cevaben: 'Cin taifesi bana iman edip biatta bulundular. Sonra aralarında münakaşa başladı. İnananlarla inanmayanlar birbirlerine tutuştular. İşte duyduğun gürültü bu idi. Ve ayrıca bana vefatım haber verildi.' dedi."

     

    Allah Resûlü (sav), son ifadeleriyle şunu haber veriyordu. Benim gönderiliş gayem, insanlara ve cinlere hidayete giden yolu açmaktır. Bugün artık cinler de bana iman ve itaat ettiklerine göre, dünyada kalmamın bir mânâsı yok demektir. Öyleyse, bundan böyle artık dünyadan ayrılıp gitsem olabilir... O böyle düşünüyor ve ifadeleri arasında risaletin gaye ve hedefine ait sırlar veriyordu.” (Peygamberlerin Gönderiliş Gayesi)

     

    Peygamberler ve peygamber varisleri, onlardan sonra o vazifeyi götürebilecek hakiki varislerin yetişip yetişmediklerini sürekli kontrol edip durmuşlar ve onların var olduğuna kanaat getirdiklerinde ise, artık ötelere vuslat vakitlerinin geldiğini düşünmüşlerdir:

     

    O büyük ruhların dünyadan ayrılıp ötelere kanıtlama isteklerinin arkasından, vazifelerini devralacak insanların yetişmiş olduğu düşüncesi de olabilir bildiğiniz gibi Efendimiz (sallallahu aleyhi vessellem) hayatın seniyelerinin bu alemdeki son günlerinde, emri üzere Hazreti Ebu Bekir’in namaz kıldırmak için mihraba geçtiğini, sahabenin onun arkasında saf tuttuğunu görünce sevinmiş ve tebessüm buyurmuştu. Çünkü onun en büyük derdi, bıraktığı davanın devam ettirilmesi idi. Bunun için ümmetin beraberlik ve kardeşlik duyguları içinde meseleye sahip çıkması büyük önem arz ediyordu. İşte o namazda bu ruh ve ahengin bir örneğini görmüş ve şükür duyguları içerisinde sevinç gözyaşları dökmüştü.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)

     

    Hazret-i Bediüzzaman da sık sık talebelerini bu açıdan yoklamışlar ve hatta onlara sözlü ve yazılı olarak da vazifesinin tamam olup olmadığını sormuşlardır:

     

    “Madem ben garibim ve gurbetteyim ve gurbete gideceğim; acaba şu misafirhanedeki vazifem bitmiş midir? Tâ ki ‘sizleri ve Sözler’i tevkil etsem ve bütün bütün alakamı kessem’ fikri hatırıma geldi. Onun için sizden sormuştum ki: ‘Acaba yazılan Sözler kâfi midir, noksanı var mı? Yani, vazifem bitmiş midir?” (Altıncı Mektup)

     

    Ömrünün son günlerinde Risale-i Nurların inkişafı karşısında “Şimdi Risale-i Nur’un bayramıdır. Benim vazifem artık bitti. Ben bu günleri bekliyordum. Artık gideceğim.” demişlerdir.

     

    Mustafa Sungur Ağabeyin “Bizler Hazret-ı Üstad’ın varisleriyiz, ama Hocafendi O’nun vekilidir” diye anlattığı Muhammed Fethullah Gülen Hocaefendi de, sürekli olarak vazifesinin tamamlanıp tamamlanmadığı ve ondan sonrasında hizmetleri devam ettirecek hakiki varislerin yetişip yetişmediği sorusuna cevap aramışlardır. Vefatından evvel hizmetlerin istişare toplantılarını bu nazarla yoklamışlar, herkesin vazifesinin başında ve koşturduklarına şahit olunca da Allah’a hamd ederek memnuniyetlerini ifade etmişlerdir. 

     

    O da herkes gibi ruhunun ufkuna yürüdü ve yıllardır beklediği ve peşinde olduğu sevgililer alemine kavuştu. Bu dünyadaki çok çileli olan hayatı sona erdi. Demek ki bu hayatta yapacak başka bir vazifesi kalmadı. Ama peygamber varisleri hayatları boyunca her vesileyi hizmetler için değerlendirdikleri gibi, vefatlarıyla dahi büyük hizmetlere vesile olurlar, Allah’ın izni inayetiyle:

     

    “Ey din ve âhiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz. İlişseniz, intikamım muzaaf bir sûrette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz! Ben rahmet-i İlâhî’den ümit ederim ki, mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak! Cesaretiniz varsa ilişiniz! Yapacağınız varsa göreceğiniz de var.

     

    Ben bütün tehdidâtınıza karşı, bütün kuvvetimle bu âyeti okuyorum: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar onlara ‘Düşman size karşı büyük bir kuvvet topladı; onlardan korkun’ dedikleri zaman onların imanı ziyadeleşti ve ‘Allah bize yeter; O ne güzel vekildir’ dediler.” (3:173), (Mektûbat)

     

    Vefatı dahi Hizmet-i İmaniye ve Kur’an’iye adına önemli kazanımlara vesile olacağı gibi, inşallah, bundan sonra da, vefatlarından sonra tasarrufu devam eden veliler gibi, Hazret-i Bediüzzaman gibi tasarrufunun devam edeceğine inanıyorum. Onun vefatı, değil sadece Hizmet dünyasının, bütün Müslümanların ve tüm insanlığın bir kaybı olmuştur.

     

    Şüphesiz ki, tarihin hiçbir dilimini böyle kutup yıldızlarından mahrum bırakmayan Rahmet-i İlahi ve Hikmet-i Rabbaniye bundan sonraki zaman dilimini de nasipsiz bırakmayacak ve kıyamete kadar insanlara rehber olacak kutup yıldızlarını göndermeye devam edecektir.

     

    Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin vefatıyla yetim kalan bütün sevenlerinin ve aile yakınlarının başı sağ lsun, Allah (cc) hepimize sabr-ı cemil versin.

     

    Zamanımızın bu kutlu hatibini Allah (cc), cemali ve rızasıyla serfirâz edip sevdikleriyle buluştursun ve ötelerde, yetiştirip arkada bıraktığı Hizmet insanlarının birlik ve beraberlik, ihlas ve uhuvvet içerisinde, aşk ve şevkle yaptıkları hizmetlerine şahit tutarak mesut ve bahtiyar eylesin. Amin.

     


    25 Eki 2024 00:15