Bu zamanın ruhuna uygun mücadele nasıl olmalıdır

  • Prof. Dr. Osman Şahin
  • Prof. Dr. Osman Şahin
    09 Ağu 2024 10:52

    Hak ve hakikati temsil edip dünyanın dört bir tarafına duyurmak için mücadele verenler, her asırda o zamanın gerektirdiği usul ve metotlara uyarak bunu gerçekleştirmişlerdir. Osmanlı’nın yıkılması ve yaşanan Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra günümüz dünyasında her şeyde bir değişim yaşanmıştır.

     

    Daha önceki asırlardan daha farklı bir zaman dilimine girilmiş, toplumların anlayışlarında ve toplum yapılarında çok ciddi değişimler meydana gelmiştir. Tabi olarak, bu gelişen yeni dünyada hakkın temsili ve duyurulması adına takip edilmesi gereken mücadele veya mücahede şekli ve metotlarının da bu zamana uygun bir şekilde yeniden tespit edilip bunların uygulamaya konulması gerekmiştir:

     

    “Ne var ki içinde yaşadığımız dünya artık onların yaşadığı dünya değil. Her şey değişti. Sadece sosyal, siyasi ve iktisadi şartlar da değil; kültürler, felsefeler, anlayışlar başkalaştı. Dolayısıyla i’lâ-i kelimetullah (Allah adının duyurulması) adına takip edilmesi gereken yol ve yöntemlerin de çağın gereklerine uygun olması gerekiyor. Aksi takdirde muvaffak olunması çok zor. Hatta maksadın aksi bir netice bile ortaya çıkabilir.” "Zamanın Ruhuna Uygun Hareket Etme" 

     

    Bu zamanın ruhuna en uygun bir mücadele şeklini ve bu mücadelenin esaslarını en güzel bir şekilde Hazret-i Bediüzzaman Hazretleri ortaya koyup uygulamaya muvaffak olmuşlardır.

     

    HER TÜRLÜ ŞİDDET VE RADİKALİZMDEN UZAK DURULMALIDIR

     

    Bediüzzaman Hazretleri’nin “Maddi kılıç kınına girmiştir, medenilere galebe ikna iledir” diyerek ifade ettikleri esas ve ilke, bunların en önemlilerinden bir tanesidir:

     

    “Bugün Selçuklu da olsa, Osmanlı da olsa, Ukbe İbn-i Nafi de olsa, Tarık İbn-i Ziyad da olsa takip etmeleri gereken hareket tarzı budur. Onlar kendi dönemlerinin şartları içinde problemleri çözme adına yer yer kılıca başvurmak, güç kullanmak zorunda kalmış olabilirler. Fakat günümüzde sahip olduğumuz değerleri muhtaç sinelere duyurabilme, başka yolların bulunmasını iktiza ediyor. Tam bulduk mu bulamadık mı bilemiyorum. Ancak şimdilik bulduklarımızla amel ediyoruz.

     

    Dünyanın halihazırdaki durumuna bakınca, durmamız gereken yer, almamız gereken tavır çok net görünüyor. Her tür şiddet ve radikalizmden uzak duruyor; eğitimle, diyalogla, sevgiyle, çözülmez zannedilen kronik problemlerin çözüleceğini düşünüyoruz. Bu şekilde hareket etmenin dinin ruhuna en uygun hareket tarzı olduğuna inanıyoruz."Zamanın Ruhuna Uygun Hareket Etme" 

     

    Günümüzde bu esasa dayanmadan hareket edenlerin başarılı olma şansları yoktur. Hazret-i Üstad, Hizmet insanlarının müspet (pozitif) harekete uygun olarak hareket etmelerinin altını çizmiş ve talebelerine her zaman emniyet ve asayişin yanında olmalarını istemişlerdir.

     

    Bugün çok sayıda terör örgütü İslâm ile ilişkilendirilmektedir. Bu örgütlerin İslâm’a yaptıkları hiçbir fayda olmadığı gibi aynı zamanda yaptıkları ile İslâm’ın parlak ve aydınlık yüzüne hep leke çalmışlar ve sürekli İslâm’ın şiddetle yasakladığı eylemleri yerine getirerek insanların İslâm’a girmelerine ve ona yaklaşmalarına engel olmuşlardır. İslâm adını kullanan bu oluşumlar hep birilerinin güdümünde hareket etmişler ve her zaman küfre, dalalete ve kötülüğe hizmet etmişlerdir:

     

    “Muhabbet fedaisi ve sulhun temsilcisi olduğunu söylemek yeterli değildir. Önümüzde aşılması gereken bir sürü engel var. Asıl mesele, o güzel ifadeyi hayata geçirip temsil etmektir. Esasen sevgi ve muhabbet, İslâm dininin en önemli prensiplerindendir. Bugün ona, en yabancı kulüpler sahip çıksa da sevgi ve muhabbetin hakiki sahipleri yine bizleriz.

     

    Bizim bu ifadelerimiz bazılarına inandırıcı gelmeyebilir. Bilhassa yakın geçmişte meydana gelen negatif görüntüler bizler için birer dezavantaj olmuştur. Ne var ki, onların yaptığı yanlışları İslâm’a mâl etmek kat’iyen hatadır. Evet, İran’da bir inkılâp yapılmak üzere yola çıkılmıştır ama, yapılanlar ihtilâl çerçevesini aşamamıştır. Kaldı ki, dünyaya İslâm imajını yanlış aksettiren sadece İran da değildir. Daha nice ülke ve liderler vardır ki, tutum ve davranışlarıyla sürekli olumsuz görüntülerin temsilcisi olmuşlardır. Tabi ki onların bu tutum ve davranışları hep karşı cephenin işine yaramıştır.(Muhabbet fedaisi olmak)

     

    İslâm hakiki Müslümanlarla temsil edildiği zaman gönüller ve kalpler üzerinde tesirli olabilir. Bu temsil ise en mükemmel şekliyle barış, sevgi, diyalog ve huzur ortamlarında gerçekleşir. Savaşların, kin ve nefretlerin hükmettiği ve sürekli insanların kutuplaşarak birbirlerinden uzaklaştırıldığı, düşmanlıkların ve intikam duygularının körüklendiği ortamlarda ise bu temsil ve gönüllerdeki tesirin gerçekleşmesi asla mümkün değildir.

     

    Buna binaen, kötülük ve uğursuzluğun temsilcileri yeryüzünde sulh ve barışın hâkim olduğu ortamları arzu etmezler ve sürekli kavgaların, savaşların, kargaşaların, kutuplaşmaların, düşmanlıkların ve anarşinin var olması için çaba gösterirler.

     

    Sulh ve barışın Hudeybiye anlaşması ile kurulmasından sonraki kısa iki yıl içerisinde Müslümanlar dini herkese hem yaşayarak temsil hem de tebliğ imkânı bulduklarından dolayı gönüllere girerek çok sayıda insanların İslâm’la şereflenmesine vesile olmuşlardır.

     

    Bu yüzden, bu barış ortamına vesile olduğu için Hudeybiye anlaşmasının asıl en büyük bir fetih olduğu ifade edilmiş ve Kur’an’da bunların anlatıldığı sureye Fetih ismi verilmesi de bunun böyle olduğuna en büyük bir delil olmuştur.

     

    Günümüzdeki Hizmet Hareketi’nin de kendilerine yapılan onca haksızlık ve zulümler karşısında hep müspet hareket esasına uygun hareket etmeleri, emniyet ve asayişe zarar verecek her şeyden uzak durmaları, maddi kuvvete asla başvurmamalarının arkasında hep bu hakikat vardır:

     

    “Mü’min asayiş, nizam ve intizamın yanındadır, onları bozacak bir harekette asla bulunmaz. Çünkü o, mürüvvet, sevgi ve nizam insanıdır… Bizler, muhabbet fedaileriyiz. Rehberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s.) bir adı da Hz. Mahbûbdur. O (s.a.s.), sevgi ile insanlığa gelmiştir… Mü’minler, güzelliğin, iyiliğin temsilcisi ve emniyetin bekçisidir. Onlar bütün insanlara emniyet vaad ederler…” (Pendik Vaazı-4)

     

    Mü’minler yeryüzünde her zaman sulh, barış ve sevgi ortamının kurulması için mücahede edip durmuşlardır. Hocaefendi de her zaman Hizmet insanlarının muhabbet fedaileri olduklarının altını çizerek bu hakikate parmak basmaktadırlar:

     

    “Gücümüz olsa bile, “Biz, muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur!” diyoruz. Silahla, hoyratlıkla üzerimize gelenlere, yumruğumuzla bile mukabele etmiyoruz. Yüz ekşitmekle bile mukabelede bulunmuyoruz, sert bir kelimeyle bile mukabelede bulunmuyoruz; çünkü bunları, insanî karakterimize aykırı buluyoruz. El-âlem yapmış bunu fakat biz yapmayacağız; ahd ü peymânımız var, yapmayacağız!.. Ezseler bile, onlar gibi davranmayacağız! Öldürseler dahi onlar gibi davranmayacağız!.. Onlar gibi davranmaktansa, on defa ölmeyi tercih edeceğiz, yirmi defa ölmeyi tercih edeceğiz, Allah’ın izni ve inayetiyle.

     

    Allah’a güvenmenin ve Allah yolunda olmanın gereği budur. Katlanacağız bunlara. Nöronlarımızı kontrol altına alacağız, şeytanın nüfuz etme deliklerini kapayacağız; meleklere nüfuz etme pencereleri, kale kapıları açacağız, Allah’ın izni ve inayetiyle.” (Ne Güzel Yol, Ne İyi Arkadaşlar!..) 

     

    Maddi bakış açısıyla bakıldığında, zahiren kaybetmiş olarak görülen bu insanlar, Kur’an’i ve Nebevi mücahede metoduna uygun hareket ettiklerinden, bu duruşlarının bir mükafatı olarak, neticede başarılı olacaklarına şüphe yoktur, Allah’ın inayet ve keremiyle:

     

    Arkadaşlarımız bir taraftan kalpleri muhabbetle dolup taşarken, husumete karşı kapanırken, her türlü düşmanlığa karşı kapanırken, aynı zamanda, bu nezih bu temiz duygularını çevrelerinde sürekli estirmeleri lazım ki etrafınızdaki insanlar endişeye ve paniğe kapılmasınlar

     

    Gelecek asırlar Kur’an’ın muhabbet asrı olacaktır, husumetin yok edildiği asır olacaktır, hususiyle takarrübü zaman takarrübü mekânın yaşandığı bir dönemde. İnşallah, bunu bu kutsilerin gerçekleştireceğini -kehanet değil- bu mevzuda yapılmış vaidlere (sözlere) binaen, başka yerlerde de arz ettiğim gibi arz ediyorum. Ama bir taraftan bunu yaşarken diğer taraftan da bunu kâmil manada temsil etmek mecburiyetindeyiz.” (Muhabbet Fedaileri- Sulhun Temsilcileri FKM)

     

    Önceki asırlarda insanlığa hakkı ve hakikati duyurmak için çaba gösterenlerin o zamanın gereklerine uygun olarak hizmetler verdiklerini görüyoruz. Onlar yapılması gerekeni yapmışlar ve yeryüzünde gittikleri yerlerde sulh, huzur ve adaletin temsilcisi olmuşlar ve çok büyük hizmetlere imza atmışlar ve insanlığa çok büyük faydalar sağlamışlardır.

     

    Bütün bu yapılan güzelliklere rağmen, o zamanlarda da zorla ve cebirle girilen yerlerde uzun soluklu ve kalıcı olmak mümkün olamamıştır:

     

    Tarih felsefecilerinin de üzerinde durduğu gibi, Müslümanlar zorla girdikleri yerlerden bir şekilde dışarı atılmışlardır. Ama gönülleri fethederek, sevgi iksirini kullanarak girdikleri yerlerde kalıcı olmuşlardır. Mesela Endülüs’e bu gözle bakabilirsiniz. Müslümanlar asırlarca orada kalmış, göz kamaştırıcı bir medeniyet kurmuş ve Batı üzerinde ciddi tesir bırakmış olsalar da bir süre sonra çok acı bir şekilde oradan çıkarılmışlardır…

     

    Demek ki bu tür yerlerde yaşayan insanlar sizi kabul etse bile, içlerinde bir yara kalıyor ve size karşı zamanla bir tepki gelişiyor. Şartlara göre bu tepki gittikçe şiddetini artırıyor ve bir gün geliyor, sizi bulunduğunuz yerden sürüp çıkarıyorlar. Hatta geride bıraktığınız âsâr-ı bergüzideleri de yakıp yıkıyor, mal ve servetlerinizi yağmalıyor, milyonlarca insanı katlediyorlar. Bu, üzerinde önemle durulması gerekli bir meseledir.” "Zamanın Ruhuna Uygun Hareket Etme" 

     

    İslâm’ın temelinde de bu hakikat vardır. Dinde zorlama yoktur ve zorla insanlar dine girmeye zorlanamazlar. İnsanlar iradelerinin hakkını vererek kendileri buna karar vermelidirler. Zorlama neticesinde dine girme veya meydana gelen baskı ortamında dine girmeye kendilerini mecbur bilme durumunda münafıklar üremektedir ki bunlar kafirden de şiddetli olan ve arzu edilmeyen bir insan tipidir.

     

    İnşallah sonraki yazıda devam edelim…

    09 Ağu 2024 10:52