Emevi Müslümanlığı Değil Emevi Zulmü Var 2

  • Prof. Dr. Osman Şahin
  • Prof. Dr. Osman Şahin
    04 Ağu 2023 07:34

    Sahabeyi anlamak ve onlara yapılan saldırılar 33


    Toplumları, medeniyetleri ve milletleri her hususta temsil edenler başlarındaki idarecileri değillerdir. Bir toplum veya medeniyet hakkında doğru bir tahlil yapılmak ve doğru hükümlere ulaşılmak isteniyorsa, o toplumu oluşturan bireylere, yani halka bakmak lazımdır.


    Önemli olan halkın sahip olduğu umumi kıvamdır… Eğer halkın genelinin kalitesi, kıvamı yüksekse ortaya konan medeniyetlerin kalitesi de o nispette yüksek olacaktır.
    Bir dönemi değerlendirirken sadece başta bulunan zalim idarecilere bakılıp değerlendirilmemeli ve o dönemde ortaya konmuş medeniyetlere ve toplum çapında gerçekleştirilmiş olan güzelliklere odaklanılmalıdır: 

    “Evet, şimdi vatanın-milletin aleyhinde bulunmak başka bir meseledir; fakat o zulmü revâ görenlerin aleyhinde olmak ayrı bir meseledir. Medine’nin, Şam’ın aleyhinde olma değildir, mesele; birinin aleyhinde olma söz konusu ise, Haccâc-ı Zâlim’in aleyhinde olma, Yezîd’in aleyhinde olma, bir manada Abdülmelik’in aleyhinde olma, Mervan’ın aleyhinde olma söz konusudur. Bunlar, o ülkenin, o beldenin, o muhitin insanının aleyhinde olma demek değildir.


    Nasıl olursunuz ki?! Şam’daki o Emevîler, Endülüs’ü fethettiler, bir yönüyle, Tarık İbn Ziyad ile. Ve sekiz asır orayı Batı Rönesans’ına ekollük yapacak bir ülke haline getirdiler. Nasıl diyebilirsiniz? Nasıl diyebilirsiniz ki, Abbasîler bir yerde, başkalarını yıktı, Bağdat’ta bir saltanat kurdular ama Rafizî yayılmasına karşı surlar-setler oluşturdular. Ve aynı zamanda ilme bir gelişme hızı verdiler ki, dördüncü-beşinci asırda, küre-i arzın çapını ölçecek insanlar yetişti. Beni Musa -hep arz ediyorum- küre-i arzın çapını ölçtüler; kaç metre? Meseleyi oraya kadar götürdüler, Allah’ın izni ve inayetiyle. Uçma denemeleri yaptılar. İbn Sina’lar "yetiştirdiler, Harizmî’ler yetiştirdiler, Râzî’ler yetiştirdiler. Dünya tababetinde İbn Sina’nın kitapları yedi-sekiz asır okundu. Râzî’nin kitapları, yedi-sekiz asır okundu.” “Değmez mi?!” 


    Başta en büyük zalimlerin bulunduğu dönemlerde de, halkın umumi kalitesi ve kıvamına bağlı olarak güzel işler yapılmaya devam edilmiştir. Önemli olan halkın genel kıvamıdır. Zalim idareciler gelip geçicidirler ve onların başa gelmelerinde de kaderin bazı hikmetleri söz konusudur. 


    Eğer kıvamı iyi bir toplum varsa, bazen zalimler başa gelseler ve bazı hususlarda zararlar verseler bile, bunlar hayır, iyilik ve güzellik adına umumi gidişatı engelleyemezler ve toplumun sağlam bünyesi tarafından zamanla elimine edilmekten kurtulamazlar.


    Günümüzde bile en medeni kabul edilen toplumlarda bile buna benzer idarecilerin yer yer başa geldikleri görülebilmekte ve fakat sahip oldukları ve yakaladıkları medeni seviyeden dolayı bu zalimler kalıcı olamamaktadırlar.


    Bu hakikati ve bazı dönemlerde zalim idareciler çıkaran Emeviler döneminde yapılan önemli güzellikleri, Ali Ünal Hoca “Din, Bilim, Tarih Hz. Muaviye Ve Emevîler” (https://hazelton.rssing.com/chan-1524574/all_p579.html) link tıklandığında gelen yazılardan son makale) başlıklı yazısında şöyle ifade etmektedirler: “Sebepler açısından, Kur'ân'ın korunup bugünlere gelmesinde en büyük paylardan biri Hz. Osman'ındır (r.a.). Hz. Muaviye (r.a.), kapılardan bir kapıdır; kırıldığı anda daha nelerin çökeceği kestirilemez. Tarih siyasî hadiselerden, Emevîler, Yezid ve II. Velid gibi “herif”lerden ibaret değildir. Mısır dışında bütün Kuzey Afrika, Türkmenistan, Tacikistan ve Afganistan havzası Çin'e kadar Emevîlerle İslâm dairesine girdi ve İslâm, Sahabe ve Emevîlerle girdiği yerlerden (İspanya hariç) bir daha çıkarılamadı. Demek, samimîlerdi. Dünyaya 8 asır Endülüs medeniyetini Emevîler hediye etti. Evet, Emevîler, milyonlarca insanın imanına, İslâm'ına sebep olmanın sevabına sahiptir. Sevapları da, inşallah hatalarına galiptir.”


    Kıvam problemi…


    Tam tersi bir durumda, yani bu kıvama sahip olmayan bir topluluğun başına adil bir idareci gelse, bu kişinin çok yapabileceği bir şey olmayacak ve o toplum tarafından, yapılanlar tahrip edilecektir. 


    Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Emirdağ Lahikası’nda şartları oluşmadan, İslâm ve Müslümanlar adına kurulacak bir partinin faydadan daha çok zarar vereceğini ifade etmekte ve bu amaçla bir partinin kurulabilmesi için gerekli kriterleri elimize vermektedirler: “İttihad-ı İslâm Partisi, yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini siyasete âlet etmemeye, belki siyaseti dine âlet etmeye çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.” 


    Böyle bir partinin yüzde altmış, yetmişinin tam mütedeyyin (dindar) olması gerektiği, günümüzdeki toplumun yapısının buna hazır olmadığı ve bu ortamda dinin siyasete malzeme yapılacağını ifade etmektedirler. Parti ve toplum yapısının, böyle bir İslami parti idaresini kaldırabilecek bir yapıda olması gerekmektedir. 


    Günümüz Türkiye’sinde bu kıvamla uzaktan yakından alakası olmayan Siyasal İslamcıların dine ve Müslümanlara verdiği zararlar ve yaptıkları zulümler, Üstad Hazretlerinin bu tespitlerinde ne kadar isabetli olduklarını göstermektedir. 


    Fethullah Gülen Hocaefendi ve Üstad Hazretleri, Emeviler döneminde, sahabenin ve tabiinin çoğunlukta olduğu böyle bir topluluğun başına zalim idarecilerin başa gelmelerinde birçok hikmetlerin bulunduğunu eserlerinde ele almaktadırlar.


    Hocaefendi, kadere bakan yönüyle, Emeviler döneminde zalim olan bazı yöneticilerin başa gelme sebeplerinden birisi olarak, dine yeni girmiş çok fazla sayıda insanın varlığının, umumi kıvamda bozulmalara yol açmış olmasını göstermektedirler.   


    Üstad Hazretleri, Emeviler ile Â’li Beyt arasındaki gerçekleşen rekabetin ve Hilafet’in A’li Beyt’te karar kılmamasının bazı hikmetlerini ele aldığı 19. Mektup’ta, Emeviler döneminde yapılan hizmetlere dikkat çekmektedirler: “Hem eğer Hazreti Ali olmasaydı, dünya saltanatı, mülûk-u emeviyeyi bütün bütün yoldan çıkarmak muhtemeldi. Hâlbuki, karşılarında Hazreti Ali ve Âl-i Beyt’i gördükleri için, onlara karşı muvâzeneye gelmek ve Ehl-i İslâm nazarında mevkilerini muhafaza etmek için ister istemez, Emeviye devleti reislerinin umumu, kendileri olmasa da herhâlde teşvik ve tasvibleriyle, etbâları ve taraftarları, bütün kuvvetleriyle hakâik-i İslâmiye’yi ve hakâik-i imaniyeyi ve ahkâm-ı Kur’âniye’yi muhafazaya ve neşre çalıştılar. Yüz binlerle müçtehidîn-i muhakkikîn ve muhaddisîn-i kâmilîn ve evliyalar ve asfiyalar yetiştirdiler. Eğer karşılarında Âl-i Beyt’in gayet kuvvetli velâyet ve diyanet ve kemâlâtı olmasaydı, Abbasîler’in ve Emevîler’in âhirlerindeki gibi, bütün bütün çığırdan çıkmak muhtemeldi.”


    Bu dönemde, Emevilerin karşısında rakip olarak Âl-i Beyt-i Nebevi bulunmaktaydı. Onlarla rekabette bulunabilmek için, İslâm ve iman hakikatlerinin ve Kuran hükümlerinin muhafazasına ve yayılmasına bütün imkanlarıyla seferber olmuşlardır. Böylece, sayıları yüzbinlerle ifade edilebilecek büyük müçtehitlerin, hadis alimlerinin, alimlerin ve asfiyânın yetişmesine vesile oldular.


    Zaten, toplumların sahip oldukları kıvam ve kaliteye idareciler ayak uydurmak mecburiyetindedirler. Aksi takdirde, buna ayak uyduramayanlar varlıklarını devam ettiremeyeceklerdir. Buna binaen, zalimler ve zulümler yer yer yaşansa da bunlar kalıcı olmamışlardır. 


    Emevi idarecileri yeni bir İslâm anlayışı ortaya koymamışlardır. Yukarıda ifade edilen Âl-i Beyt’le olan rekabete binaen, bu dönemde sahabeler ve tabiin vasıtasıyla ortaya konup tespit edilen İslâm’ın yaşanması ve uygulanması için gayret gösterip çalışmak zorunda kalmışlardır.


    Ehl-i sünnet çizgisi içerisinde, İslâmi anlayışı hem yaşayarak hem çok sayıda bu işi devam ettirecek alimler yetiştirerek ve hem de İslâmi ilimlerin temellerini atarak İslâm binasını çok sağlam bir zemine oturtma ve inşa işini yapanlar bizzat sahabeler ve tabiin efendilerimiz (R. anhüm) olmuşlardır.


    Günümüzdeki Emevi İslâmı şeklinde ileri sürülen ve Sünni İslâm ile eşleştirilmeye çalışılan iddianın hiçbir geçerli ilmi dayanağı bulunmadığı gibi, bu iddiaların arkasında olanlar ve asıl bu fikirlerin gerçek sahipleri İslâmı ve Ehl-i Sünnet anlayışını yıkmak gibi bir ajandaya sahip bireyler ve kurumlar olmuşlardır.


    Not: Ayrıca bu konu için, Günümüzdeki problemlerin şokuyla İslam medeniyetlerine bakış yazısına da bakılabilir. (https://www.tr724.com/gunumuzdeki-problemlerin-sokuyla-islam-medeniyetlerine-bakis/)

    İnşaallah, sonraki yazıda devam edelim…







    04 Ağu 2023 07:34