Haince planlar , Süreç ve Başkalaşma

  • Prof. Dr. Osman Şahin
  • Prof. Dr. Osman Şahin
    17 May 2024 09:01

    ZORLU DÖNEMLERLE BAŞA ÇIKMA YOLLARI 9

    Hazret-i Bediüzzaman’ın Onüçüncü Şua’da ele aldığı, iyiliğe, güzelliğe, imana ve Kur’an’a düşman olanların hak yolunun yolcularını davalarından vazgeçirmek için, o zaman kullandıkları ve günümüzde de birebir sahneye koydukları en dehşetli ve haince planlardan üçüncüsüne geldik.
    Korkutmak, ürkütmek, hizmetlerin yanlış kullanımlarını (su-i istimalatını), Hizmet erkanlarının ve elemanlarının kusurlarını göstermek suretiyle Hizmet insanlarını vazgeçirmek veya bitirmek isteyen uğursuz şebekelerin bir sonraki taktikleri ise dünyanın cazibesini ve gittikleri yolun doğruluğunu sorgulatmak için ilmin ve felsefi akımların ürettiği bir takım fikir ve düşünceleri kullanarak onların Hizmet’e olan inançlarını ve güvenlerini yıkmaktır:

    “Maddiyun felsefesinin ve medeniyetinin câzibedar sefahet ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmekle mâbeynlerinde tesanüdü kırmak ve üstadlarını ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin bazı düsturlarıyla nazarlarından sukut ettirmektir ki, Nakşîlere ve ehl-i tarikate karşı istimâl ettikleri aynı silâhla bizlere hücum ettiler, fakat aldandılar.

    Hadis-i şeriflerde ahir zaman olarak isimlendirilen ve ahireti bilen insanların bile, dünyanın, nefislerin çok hoşuna giden, nefsin karşı koyması çok zor olan güzellikleri, imkânları ve teklifleri karşısında dünyayı tercih ettikleri bir zaman dilimi yaşanıyor. 
    Örümceğin ağına düşen bir avın örümceğin zehiri ile birden ölmeyip yavaş yavaş ölmesinde olduğu gibi, bu dünyevi çok cazip zevkler ile zehirlenip uyuşturulan insanlar da maneviyatlarından ve dinlerinden yavaş yavaş uzaklaşırlar ve bu uzaklaşma o dereceye varır ki bir daha buradan dönmek mümkün olamayabilir:
    “Başkalaşma âdeta bir virüs, bir mikrop gibidir. Bir kere insana musallat olmaya başladığı zaman artık kolay kolay onun yakasını bırakmaz. Nasıl ki dişin dibine gelip yerleşen bir mikrop hemen binlercesini de yanına çeker ve kısa sürede dişi çürütür; değişme ve başkalaşma da aynen böyledir. İnsan başkalaşmaya bir kez dilinin ucuyla evet demeye görsün, artık onun önü alınamaz. Verilen her taviz bir diğeri için bir çağrı ve davetiye olur. Dolayısıyla da her bir taviz, yeni tavizler doğurur. İnsan, kendi değerlerinden uzaklaşmaya ve değişmeye başladıktan sonra şeytan ve nefis bunu öyle bir değerlendirir ki, ona işin başında hiç tahmin edemeyeceği savrulmalar yaşatır. Bir kere başkalaşma fasit dairesi içerisine giren, neticede Bel’am İbn Bâûra gibi bambaşka biri olur çıkar.” (Dünyevî Nimetler Karşısında Değişmeme) 
    İşte bu karanlık güçler bu dünyevi cazip şeyleri kullanarak, Hizmet insanlarını bu zevk ve lezzetlere, imkânlara davet ederek onların manevi yapılarını parçalamak ve kendilerine benzetmek isterler. Bu şekilde dünyaya dalıp bir değişim ve başkalaşma içerisine giren insanları manipüle etmek ve onları dalalet cephesine çekmek ise çok kolaydır.
    Bu dünyevileşme ve başkalaşma içerisine çekilen insanların akıllarını ikna etmek ve imanlarından veya vicdanlarından kaynaklanabilecek problemleri ve engelleri ortadan kaldırmak için ise ikna edilmeye, vicdanlarını rahatlatmaya ihtiyaçları vardır ki bu girdikleri lezzetli, cazip ama zehirli, uğursuz ve kötü yolda devam edebilsinler.
    Bunun için ise maneviyata kapalı maddeci felsefenin kafa karıştıran ve insanları şüpheler içine atan veya maddeci, dünyevi hayat tarzı ve görüşlerinin doğruluğunu ve güzel olduğuna ikna edecek fikir ve düşünceleri kullanıma sokarlar. Böylece yeni hayat tarzları ve yolunun doğru olduğuna, aklın ve gerçeklerin bunu gerektirdiğine, bunun modern ve insanlığın terakki ederek ulaştığı en ileri bir safha olduğuna, ilim ve fenlerle bunların doğrulandığına inandırmak isterler.
    Maalesef, bunlara insanları ikna etmek için de her türlü imkânlara sahip bulunmaktadırlar. Sözel, görsel ve sosyal medya, sinema ve müzik sektörleri, moda, reklam ve propaganda araçları ve çok gelişmiş ve profesyonelleşmiş algı yönetimleri ve toplum mühendisliği gibi yollar ve metotlarla ve aynı zamanda büyük bir politik, ekonomik ve maddi bir gücün desteğiyle bunları yapmaktadırlar. 
    Adeta, toplumları ve fertleri böyle yaşamaya mecbur tutmakta ve bunu ister zorla isterse ikna yoluyla ama bir üstün kültür oldukları kabulü içerisinde dayatmaktadırlar.
    İşte bu ifritten süreçte maruz kalınan onca mağduriyetler ve zulümler karşısında mağlup olmayan ve yıkılmayan Hizmet insanlarını bekleyen en büyük tehlike bu dünyevileşme ve başkalaşma sürecine girmeleridir:
    “Bir kısım imkânlar eline geçtiği zaman bunları hemen kendi keyfi, rahatı ve refahı için kullanan insanlar başkalaşma sürecine girmişler demektir. Bunlar dün başka, bugün başka ve yarın daha başka olacaklardır. Fakir, âciz ve zayıf oldukları zamanlarda ahlâk ve dindarlıklarını korusalar da bir kısım fırsatlar kendilerine göz kırpmaya başladığında bozulmaya, çürümeye maruz kalacaklardır…
    Her çeşidiyle başkalaşma, merkezdeki çok küçük bir açıyla başlar ve zamanla büyür gider. Bir süre sonra o, şehrâhta yürüdüğünü zannetse de çoktan patikalara sapmıştır. Böyle biri, Allah’a inanıyorum der fakat nefsin güdümünde bir hayat yaşar. Musa’lara benzer şekilde gittiği yolda, yolun sonuna doğru hiç farkına varmadan Karunlaşır. Mesih edasıyla bir yola baş koyar; fakat belli bir fasıldan sonra Takyanus’laşır. Çünkü bir kere başkalaşmaya başlayan insanın artık nerede duracağını bilemezsiniz. O başkalaşa başkalaşa öyle bir noktaya gelir ki, şayet onun eski hâli ile yeni hâlinin bir fotoğrafını çekerek kendisine gösterecek olsanız, eski halini kendisi bile tanıyamaz.”
    Maalesef bu değişim ve başkalaşma sürecine giren insanların Hizmet ve dava arkadaşları ile olan tesanüd ve dayanışmalarını sürdürebilmeleri çok zordur. Bunlar dünyevi imkanlar karşısında eğilecek, bu imkânları elde etmek için hem davalarından vaz geçebilecek hem manipüle edilebilecek ve bazıları da satın alınıp kullanılabileceklerdir.
    Bunlardan bazıları hem davalarına hem de başlarında bulunan zâta da ihanet edebilecek kadar alçalabilme potansiyeline sahip olabileceklerdir.
    Bu dehşetli planın son aşaması ise mesleklerini (inandıkları değerler, inanç esasları ve gittikleri yol ve o yolun erkanı) fennin (ilmin), felsefenin bazı düsturlarıyla nazarlarından sukut ettirmektir (düşürmektir). 
    Bu aşamada ise mü’minlerin bağlı oldukları iman ve inanç esaslarının, takip ettikleri ve tabi oldukları yolların ve ekollerin yanlış ve problemli olduğuna günümüzdeki ilmi ve felsefi prensipleri, ilkeleri ve teorileri kullanarak ikna etmeye çalışırlar.
    Bu hususta kullanılan bütün argümanlar, yaklaşımlar, teoriler bizzat kendi üretimleri olmasına rağmen bu fikir ve düşünceleri Hizmetlerin ortaya çıktığı toplumlardaki entelektüel, ilim ve fikir insanları, din adamları ve kanaat önderlerine mal ettirerek onlar üzerinden uygulamaya geçirirler.
    Maalesef, Hadis-i şeriflerde haberi verilen, ahirzamanda gelecek ve en büyük zararı verecek Süfyan’a tabi olarak onu destekleyen taylasanlı, sarıklı alim ve hocaların Hak cephesine, Hizmet-i imaniye ve kur’an’iyeye savaş açmaları ve böylece İslâm’ı yeryüzünde bitirmek işinde kullanılmaları bu dehşetli ve uğursuz planlarında ne kadar başarılı olduklarını göstermektedir.
    Nerede Kur’an’i ve Nebevi bir hizmet ve oluşum varsa muhakkak surette onlarla ve onları bitirmekle uğraşırlar. Nerede Kur’an’i ve Nebevi prensip ve ilkelerle hareket etmeyen ve İslâm’ın parlak yüzüne leke çalan gruplar, bireyler ve oluşumlar varsa onları desteklerler.
    Günümüzde, adeta bir koro şeklinde ve sanki bir düğmeden basılmışçasına birden ortaya çıkan ve Sünni İslam düşüncesine, ehl-i sünnete, geleneksel İslâm’a, sahabelere, hadis-i şeriflere, mezheplere ve peygamberlik hakikatine, mahiyet ve konumuna yapılan saldırıların arkasında hep planın varlığını görmek mümkündür.
    Kur’an Müslümanlığı ve tarihselçilik diye ortaya atılan, bize sadece Kur’an yeter diyen ve hadisi şeriflere hem ihtiyaç yok diyen hem de hadis-i şeriflerin sıhhatı hakkında şüpheler üretip piyasaya sunan kesimlerin arkasında da hep bu planın varlığını görürüz.
    Maneviyata karşı gözleri kör ve anlayışları kıt olan insanların sözde akla ve realiteye dayanarak ortaya attıkları ama orijinalinde müsteşrikler ve inanmayanlar tarafından üretilen ve maneviyatı, cin ve melek gibi ruhanileri ve mucizeleri kabul etmeme veya edememe mücadelesinin arkasında da aynı plan ve düşünce vardır.
    Kitap, Sünnet, İcmâ-i Ümmet, Kıyas-ı Fukahâ olarak dört temel disiplinden oluşan selef-i salihinin yolundan saptırmak için her türlü yol ve yöntemleri kullanarak hücum etmektedirler.
    Halbuki bunların iddia ettikleri gibi, Sünneti, maneviyatı, mucizeleri, peygamberlik hakikatini bu dinden söküp attığınız zaman ortada ne Kur’an kalır ne de din.
    Ama beyhude uğraşıyorlar, buna muvaffak olamayacaklar, ama kaybedenler bunlara kulak verip bunların arkasına takılanlar olacaktır.
    Çünkü, Allah (CC) Kur’an’da “Kur’an’ı Biz indirdik ve muhakkak Biz muhafaza edeceğiz” diye vaad etmiştir. Kur’an’ı indiren de muhafaza eden de Allah (CC) olduğuna göre, Kur’an’ın en büyük muhafızı Hazret-i Muhammed’i (SAV), onun nurlu beyanları olan hadisi şerifleri ve Sünnet-i Seniyyeyi, peygamberlik hakikatini ve hem Kur’an’ın hem de Sünnet-i Seniyyeyi sonrakilere en güzel ve sağlam bir şekilde aktaran sahabeleri de Allah (CC) bu beyanıyla koruma altına aldığını vaad ve taahhüt etmiştir. Vaad eden, acizden müberra ve Kudret-i Sonsuz olunca, bunun böyle olacağında asla şüphe yoktur.

    17 May 2024 09:01