Müjdesi verilen topluluk

  • Prof. Dr. Osman Şahin
  • Prof. Dr. Osman Şahin
    06 Ara 2024 13:49

    Allah (celle celâluhu), peygamberlik halkasını Hazret-i Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile tamamladıktan sonra, peygamberlere ait bu davayı kıyamete kadar temsil edip devam ettirecek olan peygamber varisleri göndermektedir.

    Allah Rasûlü de (sallallâhu aleyhi ve sellem) bunun böyle olacağını ümmetine haber vermişlerdir. Ayrıca, bu zatların etrafında kümelenmiş ve kıyamete kadar dine sahip çıkacak bir topluluğun var olacağını Buhari ve Muslim’de geçen bir hadis-i şeriflerinde şöyle müjdelemişlerdir:

    “Dünyanın ömrü olduğu sürece, Allah’ın emri gelinceye (kıyamet kopuncaya) kadar, ümmetimden hak üzere galip ve daima dine omuz veren bir cemaat   bulunacak; bulunacak ve dine sahip çıkacaktır. (Yani din, hiçbir zaman yeryüzünden bütünüyle silinmeyecektir.) Kendilerine muhalefet edenler, onlara hiçbir zarar da veremeyecektir.”

    Yeryüzünde şartlar ne olursa olsun bu topluluk eliyle din yaşanıp temsil edilecek ve hiç kimse bunlara engel olamayacaktır.

    Günümüz dünyasında ise, olumsuzluklar iyice zirve yapmış, nefis ve Şeytan ittifakı çok daha güçlü bir hale gelmiş ve hakkın düşmanları Hakk yolunun yolcusu olan bu topluluğa göz açtırmayacak şekilde terör üstüne terör estirmektedirler.

    M. Fethullah Gülen Hocaefendi, insanlara bu zaman ahir zamandır dedirten bu dehşetli tabloyu çok net bir şekilde şöyle resmetmektedirler:

    “Günümüzün insanı eşine az rastlanır şekilde kendini bir problemler sarmalı içinde buldu: Sağanak sağanak bela, musibet ve dâhiyelerin yanında, nefsânîliğe teşvik eden sebep ve sâikler; millî ve manevî değerlere karşı saygısızlık; mefkûresizliğin yol açtığı nefsânîlik; süs, zînet ve debdebe düşkünlüğü; dünyaperestlik ve yaşama zevki; tûl-i emel ve tevehhümü ebediyet; sonra bütün bunları elde etme adına her vesilenin meşru sayılması -Makyavelizm-… gibi kalbî ve ruhî hayatı felç eden daha bir sürü kahredici emrâzın (hastalıkların) yanında, korkunç bir vurdumduymazlık, insanı insanlığından utandıran aymazlık, dilsiz şeytanlık diyeceğimiz haksızlık karşısında suskunluk; bir kısım mütegallip ve zâlimlerin hay-huyunu, mazlum ve mağdurların da âh u efgânını duymamazlık… Daha onlarca dâhiye ve musibet ki, tarihte emsali az görülmüştür desek mübalağa etmiş olmayız.(Bir Küsûf Daha Sona Ererken)

    Bugün yaşanan bu kadar negatifliklere ve olumsuzluklara rağmen, müjdesi verilen bu topluluk bütün bunların üstesinden gelebilecek bir performans ortaya koymakta ve gelecek adına insanlara ciddi ümit vermektedirler:

    Zamanın -O’ndan koparılan zamanın- vefasızlaştığı, duyguların hezeyana dönüştüğü, kaba kuvvetin bütün bütün azgınlaştığı, peygamberler yolunda yaşamanın bir hayli zorlaştığı, yarınlarda nelerin olabileceğinin belirsizleştiği o sisli-dumanlı kapkara günlerde bile onlar hep mini mini kaynaklar oluşturarak, dar çerçevede de olsa sızıntılar meydana getirdi, ümitlerimize yeni ümitler ekleme heyecanıyla oturdu-kalktı ve deryalara dönüştüklerinde tebahhur edip rahmet damlaları haline geldiler.

    Bu sayede kupkuru çöller, dikenlere yenik düşmüş hâristanlar birer gülistan şeklini aldı. Ufukta hiçbir ışığın görülmediği, yolların işaretsizlikle karardığı demlerde onlar ellerindeki meşalelerle karanlıkta kalmışlara nur ve ziya oldu ve her yerde birer ışık süvarisi olarak takdirle alkışlandılar. Himmet ve gayretleri ona bağlı değildi; olan şeyler gönüllerde vüdd ve sevginin sesi-soluğu ve takdirkârların kadirşinaslığının ifadesiydi.” (Bir Küsûf Daha Sona Ererken)

    Hazreti Saduk u Masduk’tan (aleyhissalâtü vesselâm) aldıkları “Adım güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır!” mesajını olmazsa olmaz bir emir, bir gaye-i hayal kabul eden bu samimi Hakk yolunun yolcularını Allah da yollarda yüzüstü bırakmıyordu.

    Hem de cibilli (yaratılıştan/kökten), her zaman Hakk’ın karşısında yer alan düşmanlara ilaveten, dost cephesinden haset ve kıskançlıklarından hazımsızlık yaşayanlar da dahil olup ittifak halinde bu güzide topluluğu bitirmek için toptan hücum ettikleri halde, Allah’ın (celle celâluhu) himayesi ve koruması sayesinde onlar hedeflerine doğru emin adımlarla devam etmektedirler:

    “Vâkıa bütün selefleri gibi, bir kısım hazımsız mütemerridlerce onların da önleri kesilmek isteniyor, değişik karalama kampanyalarıyla itibarsızlaştırma densizliklerine başvuruluyor, sürekli köpürüp duran haset ve kıskançlık hissiyle Allah’ın onlarla yaptırdığı müspet şeylere karşı yıkma hamleleri de eksik olmuyordu.

    Hatta küfrün yaptırmadığı hususlar şeytanları sevinçten şahlandıracak şekilde onlara karşı revâ görülüyordu ama onlar bütün bu olumsuz hamlelere “Bu yolda yürüyenlerin kaderi” deyip, olanları “radina billâhi” iksiriyle tuz-buz edip, oluşturdukları alternatif yöntemlerle hız kesmeden yürüyorlardı. Hak hoşnutluğu ufkuna doğru.

    Onlar yürüyor, zaman büzülüyor, zemin onların ayaklarına yüz sürme mahviyetiyle soluklanıyor. Böylece mebde’deki sızıntılar birer çağlayana dönüşüyor; ümitler, yeni ümitler ufkuyla daha bir derinleşiyor; çiseleme şeklindeki rahmet damlaları sağanak yağmurlara inkılap ediyor; kayıplar kuşağı gibi görünen atmosferde sürpriz kazanımlar yaşanıyor; zulmetler sarmalında hırıltılar duyulmaya başlıyor ve beklenmedik bir kısım ışık tayfları kırık gönüllere iç içe şehrâyinler yaşatıyor...” (Bir Küsûf Daha Sona Ererken)

    Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi de hayatı boyunca bu topluluğun destanını yazıp bütün aleme ilan ettiler. Kendisi, Allah’ın (celle celâluhu) O’nun üzerinden yaptırdığı çok büyük hizmetlere ve bu topluluğun meydana gelmesi adına ortaya koyduğu işlere asla güvenmemiş ve sürekli Allah’tan gelecek affın ve mağfiretin ve kurtuluşunun vesilesini hep böyle bir topluluğun içinde bir fert olmada aramışlardır:

    Benim bu yapı içindeki yerim ise, başkaları ne derse desin, sıradan bir ferd olma çaba ve gayretinden ibarettir. Biliyorum, bazıları bunu mübalağalı bir ifade olarak algılayacak, kim bilir çokları bıyık altından gülecek; ama herşeye nigehban olan Rabb’im biliyor ki, bütün amacım bu milletin bugünü ve yarınları adına akıllara durgunluk veren fedakârlıklara katlanan insanların içinde sıradan bir fert olabilmek ve bu hal üzere ölmektir...” (Vefat sonrası sevk ve idare)

    Hocaefendi, kendisinden sonra Hizmet’in sevk ve idaresinin nasıl olacağını soranlara müjdesi verilen bu topluluğu nazara vererek, önemli olanın topluluğun kıvamının, hizmet ve dava ruh ve düşüncesinin ve onlara sahip çıkabilmek için gerekli olan sıfatların korunması olduğunun altını çizmişlerdir. Bunda başarılı olmuş bir toplulukta sevk ve idare ve kimin lider olacağı gibi hususların fıtri olarak gerçekleşeceğine vurgu yapmışlardır:

    Günümüzde yapılan akademik çalışmalarda bu yapı sivil toplum kuruluşu olarak adlandırıyor ki yerinde bir tesbit. Bu türlü yapılarda -illâ “liderlik” denilecekse diyelim- liderlik (bize göre rehberlik) babadan oğula geçen bir mal değildir veya tarikatlarda olduğu gibi halife tayini ile şeyhlik makamı el değiştirmez. Hayatın tabiî akışı içinde başkalarına faikiyet kesbeden özellikleri ile birileri ön plana çıkar, o işe gönül bağlayanlar da onları başlarına taç yapar.

    Evet, bu millet tarih boyunca kendi derdi ile dertlenenlere karşı hep kadirşinas olmuştur. Maddî-mânevî hiçbir karşılık beklemeden kendi uğrunda mücadele eden insanlara vefalı davranmıştır. Dünyevî hiçbir makamın, maddî hiçbir kuvvetin sağlayamayacağı güven ve itimad kredisini onlara sunmuştur. Mühim olan bu çizgiyi devam ettirebilmektir.

    Şahıslar fâni ve geçicidir. Nitekim bana gösterilen güven kredisi de benim vefatımla birlikte toprağa gömülecektir. Ama bu milletin dünü, bugünü ve yarını adına yapılacak işler daimî ve süreklidir. İşte bu ruh korunabilirse, bu ruhun etrafındaki yapılaşma da korunacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. İsmi ve unvanı ne olursa olsun, biri veya birileri ile bu iş devam edecektir. Dolayısıyla yarınlar adına muhtemel vakıalarla kafa yorup enerjiyi boşa harcama yerine, bugüne kilitlenip yapılması gerekli şeyler üzerinde yoğunlaşmak, şimdi yapılabileceklerin en iyisi ve en güzelidir.”

    Bundan sonra Hizmet insanlarına düşen şey, Muhterem Hocaefendi’nin vefatından önce kurdukları yönetim sistemi içerisinde dört elle hizmetlerine sarılmak olmalıdır. Bunun dışında, gelecekte bu iş nasıl olacak gibi gündemlerle enerjilerini ve zamanlarını harcamamalıdırlar. Zaten günümüze kadar, Allah (celle celâluhu), davasına sahip çıkıp temsil eden ve müjdesi de verilmiş olan bu topluluğun sevk ve idaresi için en güzel şekil ve format ne olacaksa onu hep lütfetmiştir.

    06 Ara 2024 13:49