Neye sahip olduğunun farkında mısın?

  • Prof. Dr. Osman Şahin
  • Prof. Dr. Osman Şahin
    28 Tem 2023 07:18
    Sahabe mesleği ve kardeşlerime selam - 4 


    Hazret-i Bediüzzaman ve Risale-i Nurlarla başlayan Hizmet Hareketi’nde, sahabe efendilerimizden sonra, Kur’an’i hakikatlerin ve Sünnet-i Seniyye’nin en kapsamlı şekilde yaşanarak temsil edilmesi gereken bir süreç başlamış ve bu yüzden, Hizmet insanları Asr-ı Saadet’tekine benzer olaylarla ve ortamlarla karşı karşıya kalmışlardır.


    Bu hizmetlerdekilere en önemli bir rehber ve temel bir kaynak olan Risale-i Nurlar ve bunların zamanın ruhuna uygun olarak bir çeşit açılımı olan, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Pırlanta Serisi, Kur’an güneşinin ışıklarını günümüzün ihtiyacına uygun ve en güzel bir şekilde aksettirip gösteren eserler olmuşlardır:
    “Kalbime ihtâr edildi ki; nasıl ki, Mesnevi-î Şerif, şems-i Kur'ân'dan tezâhür eden yedi hakikattan bir hakikatın âyinesi olmuş, kudsî bir şerâfet almış; Mevlevîlerden başka daha çok ehl-i kalbin lâyemut bir mürşidi olmuş. Öyle de, Risâle-i Nur şems-i Kur'âniyenin ziyâsındaki elvân-ı seb'ayı ve o güneşteki renk renk, çeşit çeşit yedi nûru birden âyinesinde temessül ettirdiğinden—inşâallah—yedi cihetle şerîf ve kudsî ve yedi Mesnevî kadar ehl-i hakikata bâkî bir rehber ve bir mürşid olacak.” (28. Lema 14. Nükte)


    İçinde bulunduğumuz asır, İslâm’ın yaşanmasının zorlardan daha zor olduğu ve Kur’an’i hakikatlerin umumi manada bilinip yaşanmasına ihtiyaç duyulduğu için bu zamandaki hizmetlerin başında bulunanların donanımları ona göre olmuş ve onlar eliyle ortaya konan eserler de Kur’an’i ve Nebevi hakikatleri en câmî ve en güzel bir şekilde gösteren bâkî rehberler olmuştur.


    HAZİNENİN KIYMETİNİ BİLMEK VE ŞEFKAT TOKATLARI


    Önceki yazılarda da ifade edildiği gibi hadiselerin her zaman iki yüzü vardır:

    “Başa gelen zulümlerde iki cihet var ve iki hüküm vardır: Biri insanın, biri kader-i İlâhînin. Aynı hâdisede insan zulmeder, fakat kader âdildir, adâlet eder. Bu meselemizde, insanın zulmünden ziyade, kaderin adâleti ve hikmet-i İlâhiyenin sırrını düşünmeliyiz." (28. Lema 18. Nükte)


    Yaşadığımız hadiselerde de insanlar zulmetse de kader adalet etmektedir. Aynı zamanda, bu hadiseler üzerinden ilahi birçok hikmetler ve faydalar meydana gelmektedir. Bu hususta daha önceki yazılarda çok örnekler verilmiştir.


    Biz burada, Üstad Hazretlerinin, aynı risalede ele aldıkları şefkat tokatlarının önemli bir sebebini ele alacağız:

    “Maatteessüf başımıza gelen şefkat tokatını, iki üç gündür, kat'i bir kanaatla anladım. Hattâ, ehl-i isyan hakkında gelen bir âyetin çok işarâtından bir işareti bize bakıyor gibi hissettim. O da şudur: "Onlara ihtar ettiğimiz ders ve nasihatı unuttukları ve amel etmedikleri vakit, onları tutup musîbet altına aldık."
    Evet, en âhirde sırr-ı ihlâsa dâir bir risâle bize yazdırıldı. Elhak, gayet âlî ve nurânî bir düstur-u uhuvvet idi. Ve on binler kuvvetle ancak mukabele edilir hâdiselere, musîbetlere karşı, o sırr-ı ihlâs ile on adamla mukavemet ettirebilir bir düstür-u kudsî idi. Fakat, maatteessüf başta ben, biz o ihtâr-ı mânevî ile amel edemedik… Bir kısmımız şefkat tokadına giriftâr olduk. Bir kısmımız hakkında tokat değil, belki tokada mâruz olan kardeşlerimize medâr-ı tesellî ve kendilerine medâr-ı sevab ve istifade olmak için bu musîbetin içine alındı…


    Evet, ihtilâttan men olunduğum için üç aydan beri yeniden üç gündür ben, kardeşlerimin dâhilî ahvâline de muttâli oldum. Hiç hatır ve hayâlime gelmez en hâlis zannettiğim kardeşlerimde sırr-ı ihlâsa münâfi hareket vukûa gelmişti. Ondan anladım ki “Onlara ihtar ettiğimiz ders ve nasihatı unuttukları ve amel etmedikleri vakit, onları tutup musîbet altına aldık” (6/44) âyetinin uzaktan uzağa bir mânâ-yı işârîsi bize de bakıyor. ” (28. Lema, 17. Nükte)


    Bu ayette haber verilen tokatlar dalalette olanlar hakkında bir azap sebebi iken, mü’minler hakkında bir şefkat tokatı ve nefislerinin terbiyesi, günahlarının affedilmesi ve derecelerinin yükselmesi içindir.
    Başta peygamberlerle ve sonrasında da sahabeler gibi varisler eliyle gerçekleştirilmiş olan bir vazife Hizmet insanlarının omuzlarına yüklenmiştir. Böyle büyük bir vazifenin gerektirdiği bir mesuliyet şuuruna ve sahabelere benzer bir kıvama sahip olarak buna muvaffak olmak mümkündür. Dolayısıyla, bu kıvamın elde edilip muhafaza edilememesinden, gereken ihlas ve uhuvvetin tam olmamasından ya da verilen hazinenin kıymeti bilinemeyip başka yerlerde nurlar aramanın peşine düşülmesinden kaynaklanan şefkat tokatları vardır.


    Bu zamanda ve zeminde, Hazret-i Peygamber’e (SAV) varis olduğu için velayetin en büyüğüne mazhar ve bir sahabe mesleği olan bu kudsi Kur’an hizmetine kanaat edilmemesi ve başka nurlar peşine düşülmesi, hem verilen bu büyük nimete karşı bir nankörlük hem birlik ve vahdeti bozmak suretiyle en büyük bir kuvvetin yok olmasına da yol açacağından şefkat tokatlarının gelmesine bir davetiye olmaktadır.


    Dolayısıyla, ihlasımızı, birlik ve vahdetimizi bozacak her türlü hallerden uzaklaşmak, bu uğurda gereken her türlü fedakarlığa katlanmayı göze almak, istihdam edildikleri bu en yüce davanın kıymetini bilip ona dört elle sarılarak, vefa ve sadakat göstererek elden çıkmaması ve kaybedilmemesi için çok ciddi gayret ve çaba içerisinde olmak ve bütün bunlar için zaruri olan kıvamı elde etmek ve muhafaza için çalışmak gerekmektedir.


    Ümmet-i Muhammed’in asırlar boyunca, kötülüklerinden ve fitnelerinden Allah’a (CC) sığındıkları bu dehşetli ahir zamanda, en önemli mesele insanın sadece kendi nefsini kurtarması meselesi değildir, ondan da önemlisi kendiyle beraber başkalarını da kurtarmaktır. Bu yüzden, insanların imanlarını kurtarmada en ileri olan bu hizmetleri bırakıp da bireysel kemalât ve faziletler için başka kapılara gitme, verilen en büyük bir nimete karşı nankörlük olacağından şefkat tokatlarının gelmesine sebep olurlar:

    “Gülistan sahibi Şeyh Sa'di-i Şirâzî naklediyor, der: "Ben bir ehl-i kalbi tekkede, seyr-i sülûk ile meşgul iken görmüştüm. Birkaç gün sonra onu talebeler içinde, medresede gördüm. Ne için o feyizli tekkeyi terkedip, bu medreseye geldin, dedim. O da dedi ki: Orada herkes kendi nefsini—eğer muvaffak olursa—kurtarabilir. Burada ise bu âlî-himmet şahıslar kendileriyle beraber çoklarını kurtarmaya çalışıyorlar."
    Acaba, talebelerin, (...) sarf ve nahvin küçücük meseleleri tekkelerdeki virdlere râcih gelirse, Risâle-i Nur (…) hakaik-ı kudsiye-i imâniyeyi en kat'î ve vâzıh bir sûrette ders verip, en muannid zındıkları ve en mütemerrid feylesofları susturup ders verirken, onu bırakıp, yahut sekteye uğratıp, veyahut kanâat etmeyip, tarikat hevesiyle Risâle-i Nur'dan izin almayarak kapanmış hangâhlara girmek, ne derece yanlış olduğunu ve bizim bu şefkat tokadına ne derece istihkak kesbettiğimizi gösteriyor.” (28. Lema, 17. Nükte)


    İşte bu hakikatlere binaen, Hazret-i Üstad aşağıdaki düsturları ortaya koymuşlardır:

    “Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur'un dâiresi hâricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa, Risale-i Nur'un penceresinden ışık veren mânevî güneşe bedel bir lâmbayı bulur, belki güneşi kaybeder.
    Hem Risale-i Nur'un dâiresindeki hâlis, pek kuvvetli ve her ferdine çok ruhları kazandıran ve Sahâbenin sırr-ı verâset-i Nübüvvetle meşreb-i uhuvvetkârânesini gösteren "meşreb-i hıllet ve meslek-i uhuvvet" ise, “…”, bir pederi aramaya ihtiyaç bırakmaz; bir tek peder yerine, pek çok ağabeyi buldurur…


    (…) Hem Risaletü'n-Nur'un velâyet-i kübrâ olan sırr-ı verâset-i Nübüvvet feyzini veren ders-i hakâik dâiresindeki ilm-i hakikat dahi dâire hâricindeki tarikatlere ihtiyaç bırakmaz…


    Hem bu hâdisede göründü ki, Risale-i Nur'a intisâbın çok ehemmiyeti var ve çok pahalı düştü. Ve buna bu fiyatı veren ve o yolda bütün âlem-i İslâm nâmına dinsizliğe karşı mücâhede vaziyetini alan aklı başında bir adam, o elmas gibi mesleği terk edip başka mesleklere giremez...” (28. Lema, 11. Nükte)
    Evet, günümüzdeki imana ve Kur’an’a hizmet davasına talip olanlar, çok büyük bir şeye talip olmuşlardır ve bunun bedelini çok ağır ödemektedirler.


    Bütün bir İslâm dünyası adına dinsizlikle mücadele edenlerin ve bu en kıymetli dava uğrunda çok büyük bedeller ödeyen hizmet insanlarının bu işlerden vazgeçmeleri ve uzaklaşmaları ve elde edilen kazanımlarını yok edecek bir yola girmelerinin akılla izah edilebilecek bir tarafı yoktur.


    Aklın ve irfanın asla kabul edemeyeceği böyle bir yola girmek, verilen elmasları adi cam parçaları ile değiştirmek ve kendilerine lütfedilen kıymetler üstü payelerden, makamlardan düşmeyi göze almak demektir ki böyle bir sükût ve düşüşün nerede duracağını kestirmek mümkün değildir:

    “Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü'l-esası, samimî ihlâstır. Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.
    Evet, yol iki görünüyor. Cadde-i kübrâ-yı Kur'âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşaallah, Risale-i Nur yoluyla Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın daire-i kudsiyesine girenler, daima nura, ihlâsa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir.”

    28 Tem 2023 07:18