Sahabeler Günah İşlemezler mi? - 1

  • Prof. Dr. Osman Şahin
  • Prof. Dr. Osman Şahin
    01 Oca 2021 14:18

    SAHABEYİ ANLAMAK VE ONLARA YAPILAN SALDIRILAR 3

    İsmet sıfatı ve günah işlememek peygamberlere mahsus bir hususiyettir. Sahabeler peygamberlerden sonra en faziletliler olmalarına rağmen, peygamber olmadıkları için bu sıfata sahip değillerdir. Beşer olmanın tabii bir neticesi olarak onlar da günah işleyebilirler, hata yapabilirler. Onlar da imtihana tabi idiler. Allah’ın (celle celâluhu) inayet ve keremiyle ve lütfetmesiyle, bu imtihanda gösterdikleri performansları sayesinde, a’layı illiyyine yükselmişler ve Allah Rasûlü’nün ashâbı olma payesini ihrâz etmişlerdir.
    Allah ve Rasûlü’nün kendilerinden razı oldukları ve Tevrat, İncil ve Kur’an’da çok yüce vasıflarla anlatılan, peygamberlerden hemen sonra gelen, her biri birer müceddid olma payesine yükselen ve   nefsin daha üst derecelerine yükselen mukarrebinden de efdal olan ashab-ı kiramın bazı hataları ve günahları işlemiş olmalarına, Cenab-ı Hak’kın bazı hikmetlere binaen izin verdiği anlaşılmaktadır. 

    Bu fazilet ve donanıma sahip olan sahabelerin (radıyallahu anhüm) işlemiş oldukları bu hataları ile ilgili birçok hikmetler bulmak mümkündür. Beşer olmanın bir realitesi olarak, bazı zafiyetlerin onlarda bulunması ve bunlarla olan mücadeleleri, bütün bir ümmet için birer muallim, örnek ve yol gösterici olabilmeleri açısından çok önemli bir husustur. 

    Bu sırra binaen, kıyamete kadar gelecek bütün ümmet, karşılaştıkları türlü türlü problemlerinde nasıl bir yol takip etmeleri gerektiği ve bunların üstesinden en salim bir şekilde nasıl gelebilecekleri hususunda, sahabelerin hayatlarından yeterince örnekler bulabilmekte ve onlara bakarak istikamet üzere nasıl olunabileceğinin dersini alabilmektedirler.

    Sahabe ve tabiin döneminde yaşanmış fitnelere İlahi hikmet ve rahmet neden izin vermiştir… 

    Üstad Hazretleri “19. Mektup”ta: “Mübarek İslâmiyet ve nûrânî Asr-ı Saadetin başına gelen o dehşetli, kanlı fitnenin hikmeti ve rahmet ciheti nedir? Çünkü onlar kahra lâyık değildiler.” sorusuna verdiği cevapta bu hikmetleri açıklamaktadırlar: 

    “Nasıl ki, baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına her çeşit nebâtatın, tohumların, ağaçların istidatlarını harekete geçirir, inkişaf ettirir, her biri kendine mahsus çiçek açar, fıtrî bir vazife başına geçer. Öyle de, sahabe ve tâbiînin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidatları harekete geçirip kamçıladı. ‘İslâmiyet tehlikededir, yangın var!’ diye her tâifeyi korkuttu, İslâmiyeti korumaya koşturdu. Her biri, kendi istidadına göre, İslâmî camianın pek çok ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, tam bir ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı hadislerin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına, bir kısmı iman hakikatlarının muhafazasına, bir kısmı Kur’an’ın muhafazasına çalıştı ve benzeri şeyler oldu. Her bir tâife bir hizmete girdi. İslamiyetle ilgili vazifelerde, hummalı bir surette gayret gösterdiler. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan İslam âleminin her tarafına o fırtına ile tohumlar atıldı, yarı yeri gülistana çevirdi. (…) 

    Güya Kudret eli, celâl ile asrı çalkaladı, şiddetle tahrip edip çevirdi, himmet sahiplerini gayrete getirip elektriklendirdi. O hareketten gelen merkez-kaç bir kuvvetle pek çok münevver müçtehidleri ve nurânî muhaddisleri, kudsî hâfızları, asfiyâları, aktabları Âlem-i İslâmın dört bir tarafına uçurdu, hicret ettirdi. Doğudan batıya kadar Ehl-i İslam’ı heyecana getirip, Kur’an’ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı.” 

    Sahabe ve tabiinin içinde bulunduğu o erken dönemde, bu fitne ve belaların yaşanması ve bir takım dalalet fırkalarının ortaya çıkması, herkeste İslamiyet’in tehlikede olduğu düşüncesini meydana getirdi. Öyle olunca da, bu tehlikelere karşı koruma altına alabilmek için, her alanda dinin temellerinin tespit edilmesi adına umumi bir seferberlik başlamış oldu. Akâid, kelam, tefsir, fıkıh ve hadis gibi ilim dallarının esasları ortaya kondu ve her alanda yüzlerce alimler yetişti. 

    Dinin en güçlü ve sağlam bir şekilde yaşandığı, Asr-ı Saadet ve tabiin döneminde bu hadiselerin olması çok önemliydi. Dini en iyi anlayıp uygulayıp sahabe efendilerimiz daha hayatta iken bu ilimlerin temelleri atılmış ve esaslar ortaya konmuş oldu. Kur’an’ın, hadislerin, iman hakikatlerinin ve din ve Sünnet-i seniye ile ilgili bütün hususların muhafazası ve onların tespiti adına çok muazzam çalışmalar yapıldı.  

    Fitneler, İslâm bünyesine enjekte edilmiş bir antibiyotik tesiri icra etmiştir ...

    Fethullah Gülen hocaefendi Bahar Neşidesi adlı kitabında, bu hadiseler vesilesiyle, kıyamete kadar meydana gelmesi muhtemel tehlikelere karşı güçlü bir bünyenin oluşturulduğunu ifade etmektedirler: 
    “Evet, bu hâdiseler bilhassa İslâm bünyesine enjekte edilmiş bir antibiyotik tesiri icra etmiş ve bu, o bünyede antikorlar meydana getirmişti. Böylece bünye, yabancılara ve zararlı mikroplara karşı kendini korur hâle gelmişti. Zira bu hâdiseler Müslümanların dikkatini çekip onlara hâl diliyle şöyle diyordu: Dikkat ediniz, korkunç fitne dalgalanmaları var. Fitneler üzerinize dalga dalga gelecek. Böylesi hâdiseler karşısında hissi kardeşliği aşarak, mantıki kardeşlik ile birbirinize bağlanınız. İdarecilerinizi öyle seçiniz. Dinin emirlerine sahip çıkınız.
    Zira meydana gelecek kargaşadan istifade edecek hasımlarınızın, sizin içinize değişik fikirler sokma ihtimali vardır. Evet, bu hâdiselerden sonra Müslümanların güçlü olduğu devirde gelip İslâm'a toslayan Neoplatonizm, Müslümanların daha evvelden uyanmış olmalarından ötürü bünyenin içine tam girememişti. İşrâkiye mektebi ağırlığı ile kendisini hissettirememiş, Meşşâiye mektebi mü'minlerin gönlüne taht kurup oturamamış, hiçbir Yunan felsefecisi Müslümanlar üzerinde fikirleri ile hâkimiyet kuramamıştı.”

    Sahabeye bu hadiselerdeki hatalarının affedileceğine dair vaad-i İlahi…

    “İnsanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet” (3/110) olarak vasfedilen ashab-ı kiram efendilerimiz, kur’an’da birçok ayet-i kerimede methedilmektedirler ve Cenab-ı Hak’kın rızasına ve mağfiretine nail oldukları ifade edilmektedir.

    Fetih suresinin son ayetinde, sahabeler edilmekte ve hatalarının affedileceği müjdesi verilmektedir: “Muhammed Allah’ın resulüdür. Onun beraberindeki müminler de kâfirlere karşı şiddetli olup kendi aralarında şefkatlidirler. Sen onları rükû ederken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve rıza ararken görürsün. Onların alâmeti, yüzlerindeki secde izi, secde aydınlığıdır. Bunlar, Tevrattaki sıfatları olup İncîldeki meselleri ise şöyledir: Öyle bir ekin ki filizini çıkarmış, sonra da onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış da artık gövdesi üzerinde doğrulmuş. Öyle ki ekicilerin hoşuna gider, kâfirleri de öfkelendirir. İşte böylece Allah, onlar gibi iman edip makbul ve güzel işler yapanlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” 

    Bediüzzaman Hazretleri Yedinci Lem’a’da, bu ayet içerisinde, sahabeler (radıyallahu anhüm) Tevrat ve İncil’de beyan edilen en önemli sıfatlarıyla sena edildikten sonra, makam gereği en büyük mükafatlarla müjdelenmeleri gereken yerde, mağfiret vaadinde bulunulmasından hareketle, burada istikbalde Sahâbeler içinde zuhur edecek fitnelerde önemli bazı kusurlarının olacağına işaret edildiğine, çünkü affedilmeleri için kusurlarının bulunması gerektiğine ve bu yüzden onlar için en büyük bir mükafat ve ihsanın affedilip cezalandırılmamaları hususundaki bu vaad-i İlahi olduğuna dikkat çekmektedirler. 

    İnşaAllah sonraki yazıda bu konuya devam edelim.

    01 Oca 2021 14:18