Sahabelere kimler ve neden saldırıyorlar? 2

  • Prof. Dr. Osman Şahin
  • Prof. Dr. Osman Şahin
    12 Şub 2021 10:54
    SAHABEYİ ANLAMAK VE ONLARA YAPILAN SALDIRILAR 9

    «Fitne (yahut bid’at) zahir olduğu, ashabıma sövüldüğü zaman âlim ilmini izhar eylesin. Bir kimse bunu yapmazsa. Allah’ın meleklerin, bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Allah-ü Teâlâ, onun ne farz ne de nafile ibadetini kabul eder.» gibi hadislere uygun olarak, büyükler ve alimler ashâb efendilerimize saldırıldığı zamanlarda, Kur’an ve Sünnet başta olmak üzere kaynaklardaki bilgileri, onların mahiyetleri, faziletleri ve konumları hakkında toplumları bilgilendirmişlerdir. 

    Tevrat, İncil ve Kur’an’da ve Allah Rasûlü’nün (aleyhissalâtü vesselam) beyanlarında sena edilen ve sadakatleri ve istikametleri tescillenen sahabeye günümüzde ilişilmesindeki ve ayrıca Müçtehidîn-i İzâm’a (mezhep imamları gibi büyük müçtehidlere) karşı müsavat (eşitlik) dâvasında bulunulmasının nedenleri ve onlara saldıranlar, İçtihat Risalesinin zeylinde, şu şekilde açıklanmaktadır:

    “Bir kısmı, sâfi ehl-i diyanet ve ehl-i ilimdir ki; bazı ehadîsi görmüşler, şu zamanda ehl-i takvâ ve salâhatı teşvik ve terğib için öyle mebhaslar açıyorlar. Bu kısma karşı sözümüz yok. Zâten onlar azdırlar, çabuk da intibaha gelirler. (Bunlar eşitlik davasında bulunup saldırmayanlardır.)

    Diğer kısım ise gayet müthiş mağrur insanlardır ki; mezhepsizliklerini, Müçtehidîn-i İzâm’a müsâvat dâvası altında neşretmek istiyorlar ve dinsizliklerini, sahabeye karşı müsavat dâvası altında icra etmek istiyorlar. 

    1- Çünkü evvelen; o ehl-i dalâlet sefahete girmiş, sefahette tiryaki olmuş, sefahate mâni olan tekâlif-i şer’iyeyi yapamıyor. Kendine bir bahane bulmak için der ki: “Şu mesâil, içtihadiyedirler. O mesâilde mezhepler birbirine muhalif gidiyor. Hem onlar da bizim gibi insanlardır, hatâ edebilirler. Öyle ise; biz de onlar gibi içtihad ederiz, istediğimiz gibi ibadetimizi yaparız. Onlara tâbi olmaya ne mecburiyetimiz var?” İşte bu bedbahtlar, bu desise-i şeytaniye ile, başlarını mezahibin zincirinden çıkarıyorlar. Bunların şu dâvaları ne kadar çürük, ne kadar esassız olduğu Yirmi Yedinci Söz’de kat’î bir surette gösterildiğinden ona havale ederiz.”

    Bu gruptaki insanlar, kendilerini sefahatten, dünyevi zevk ve eğlencelerden alamamış ve artık, bunların tiryakisi (bağımlısı) haline geldiklerinden ve dinin emirleri onların sefahatlerine engel teşkil ettiğinden dolayı, dini emirleri kendi heves ve arzularına göre yorumlamak için böyle bir iddia ile ortaya çıkanlardır. 

    Hazreti Üstad, “Onlar dünya hayatını bile bile âhirete tercih ederler.” (14/3) ayetinin bu çağa baktığını ifade ederek, bu insanlardaki hastalığa dikkat çekmektedirler: “Bu asrın bir hassası şudur ki, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bakiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını baki elmaslara, bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.”
    Bunlar, dünya hayatının cazibedar güzelliklerinden vaz geçememektedirler. Dolayısıyla, dinin menettiği haramlardan uzak duramadıkları için günah işlemektedirler. Ayrıca, dinin yüklediği bir takım kulluk, zekât, infak, Haç ve birtakım fedakarlıklar gibi mükellefiyetler nefislerine çok ağır gelmektedir.  

    Hazreti Bediüzzaman 2. Lem’a’da bu hastalığın tehlikesine dikkat çekmektedirler: “Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u îmânı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.” 

    Nefse cazip gelen her bir günahtan sonra ve her bir mükellefiyet karşısında kalben bunların günah olmamasını veya bu mükellefiyetlerin bulunmamasını arzulamaya başlarlar. Zamanla, “keşke cehennem olmasa, bu kulluk bulunmasa” gibi istekler güçlenmeye ve bu arzular İlahi emirlere karşı adavet (düşmanlık) ve inkâr duygularının ortaya çıkmasına sebebiyet verirler. Ne zaman karşılarına Allah’ın varlığıyla veya dinin emrettiği yükümlülükler ile ilgili bir şüphe çıksa, ona kesin bir delilmiş gibi meyleder ve böylece inkara doğru giden bir yola girmiş olurlar.

    Dini tağyir düşüncesi, bir kısım insanlarda, hem dinden hem de dünya hayatının zevk ve eğlencelerinden vazgeçememelerinden ve bazılarında ise dine olan düşmanlıklarından kaynaklanmaktadır.  

    İşte bu durumdaki mağrur insanlar, dini tağyir etmek ve arzularına göre şekillendirmek istediklerinde, karşılarına en büyük engel olarak büyük müçtehidler çıkmaktadırlar. Bu büyük müçtehidlerin başında gelen mezhep imamları, dinin esaslarını başka türlü yorumlamaya ve tağyire imkân bırakmayacak şekilde, Kur’an, Sünnet, icma ve kıyas delilleriyle çok sistemli ve sağlam bir şekilde ortaya koydukları için, ilk olarak onlara müsavat (eşitlik) davasıyla ortaya çıkarlar. Böylece, mezheplerden kurtulmak ve dini kendi arzu ve heveslerine göre yorumlamak isterler.

    2- “O kısım ehl-i dalâlet baktılar ki, müçtehidînlerde iş bitmiyor. Onların omuzlarındaki, yalnız nazariyât-ı diniyedir. Hâlbuki bu kısım ehl-i dalâlet, zaruriyât-ı dîniyeyi terk ve tağyir etmek istiyorlar. “Onlardan daha iyiyiz.” deseler, meseleleri tamam olmuyor. Çünkü; müçtehidîn, nazariyata ve kat’î olmayan teferruata karışabilirler. Hâlbuki bu mezhepsiz ehl-i dâlalet, zarûriyât-ı dîniyede dahi fikirlerini karıştırmak ve kabil-i tebdil olmayan mesâili tebdil etmek ve kat’î erkân-ı İslâmiye’ye karşı gelmek istediklerinden, elbette zarûriyât-ı dîniyenin hameleleri ve direkleri olan sahabelere ilişecekler.”

    Önceki grupta zikredilen bu dalalet ehli, sonra anladılar ki, sadece müçtehidine eşitlik iddia etmekle amaçlarına ulaşamayacaklar. Çünkü, müçtehitlere ilişmekle, zarûriyât-ı dîniye denilen ve hiçbir şekilde değiştirilmesi mümkün olmayan, kesin olan İslâmın temel rükünlerini (erkân-ı İslâmiye’yi) kendi fikirlerine göre değiştirmek veya onlara karşı gelmek mümkün olmamaktadır. Anladılar ki, bu emellerine ulaşabilmek için, İslam binasının temelleri hükmünde olan ve Kur’an’ı ve Sünnet’i hem yaşayarak gösteren hem de sonraki nesillere en doğru ve sağlam bir şekilde intikal ettiren sahabelere ilişmeleri ve onları çürüterek nazardan düşürmeleri gerekmektedir.

    Batı medeniyetinin çok baskın olması, inkâr-ı Uluhiyet düşüncesine sahip felsefenin hücumları ve geçim şartlarının çok ağırlaşması gibi nedenlerden dolayı insanların duygu, düşünce ve kalp hayatlarında dağınıklık ve tahribatlar meydana gelmiş ve bu da zihinlerin (fikir ve düşüncelerin) maneviyata karşı yabanileşmesine yol açmıştır. 

    İşte bu etkenlerin etkisi altında, dünyayı ahirete tercih eden ve maddi felsefeden kaynaklanan hastalıklara sahip bu insanların “dinde değişikliğe ve reforma ihtiyaç var, dini yeni baştan yorumlamalıyız, mezheplere ihtiyacımız yok, müçtehitlerin ve sahabenin yorumlarına ihtiyacımız yok, hatta Sünnet’e başvurmaya da gerek yok, Kur’an tek başına bize yeter” söylemleri ile ortaya çıkmaları dini tahrip edip yok etmeye veya dinin onlara yüklediği sorumluluk ve mükellefiyetlerden kurtulma amaçlarına yöneliktir.

    İnşaAllah bir sonraki yazıda bu konuya devam edelim…
    12 Şub 2021 10:54