SÜNNETE SALDIRILAR KARŞISINDA SONSUZ NUR 4
Günümüzde yanlış bilinen ve ısrarla telkin edilerek kabul ettirilmeye çalışılan konulardan bir tanesi de hadis-i şeriflerin Allah Rasûlü zamanında kaydedilmediği görüşüdür. Genelde hadisleri yazmayı sınırlayan rivayetler meşhur edilirken, yazmayı teşvik ve hatta emreden rivayetler gündeme getirilmemektedir.
Sünnetin Resûlullah (SAV) Zamanında Kaydedilmesi ve Bilâhare Tedvîni
Ömer bin Abdülaziz Hazretleri döneminde resmi olarak başlatılan hadis-i şeriflerin toplanarak yazıya dökülmesine kadar, sanki hadisler hiç yazılıp tespit edilmemiş gibi bir algı oluşturulmaya çalışılmaktadır: “Sünnetin, Ömer İbn Abdülaziz döneminde tedvîn edildiği doğru olmakla birlikte eksik bir görüştür ve bu hususta gözden kaçırılan önemli bir nokta vardır ki, Resûlullah'ın sağlığında bazı sahabiler tarafından Kur'ân gibi sünnetin de yazılıp kayda geçirildiğidir.”
(Hadislerin Kaydedilmesi)
Kur’an’ın inmeye başlamasıyla beraber sahabeler arasında adeta bir okuma yazma seferberliği başlamıştır. Okuma yazma çok ciddi olarak teşvik görmekteydi. O kadar ki, Bedir Savaşı’nda esir edilenlerin esaretten kurtulabilmeleri için on insana okuma yazma öğretmeleri şartı getirilmişti. Böylece hem Kur’an’ın hem de ikinci bir teşri kaynağı olan sünnetin kaydı mümkün olmuştur: “Evet, o gün herkes okuma-yazmaya koşuyordu; zira hayatlarını alâkadar eden, yepyeni ve orijinal bir şey vardı ortada. Bu dindi, Kur'ân'dı. Dine susamış insanlar onu her yönüyle alacak, belleyecek, hazmedecek ve hayatlarına hayat yapacaklardı. Köylüsü-şehirlisi; evinde, bağında, bahçesinde Kur'ân için kalemi kulağında bekliyordu ki, daha sonra, hadisle iştigal edenler, 'kalemin kulakta olmasını' bu işin âdâbından sayacaklardı. Böylece, belki de insanlık tarihinde ilk defa ilâhî bir kitap, kıyamete kadar kalacak, geçerliliğini koruyacak ve korunacak şekilde tesbit ediliyordu.
Kur'ân-ı Kerim bu şekilde kayıtlara geçip, yazıldığı, tesbit edildiği gibi, onun müfessiri, açıklayıcısı, anahtarı, icmalini tafsîl, mübhemini tefsîr, mutlakını takyîd ve umumunu tahsîs eden ve ayrıca ikinci bir teşrî' kaynağı olan sünnet de kaydediliyor, korunmaya alınıyor, küllî, umumî ve resmî tedvîne hazır hâle getiriliyordu…”
(Hadislerin Kaydedilmesi)
Sonsuz Nur’da ilk olarak, sünnetin Efendimiz'den (SAV) çok sonraları yazılıp kayda geçirildiğini ileri süren müsteşriklerin ve onların tesirindeki Müslüman yazarların kendilerine delil edindikleri hadisler ele alınmaktadır.
Bunlar Goldziher ve takipçilerinin delil diye ileri sürdükleri ama hadis mütehassıslarının kayda değer bulmadıkları, Takyîdü'l-ilm'de Ebû Said el-Hudrî’den nakledilen "Biz, kitabet mevzuunda peygamberden izin istedik de bize izin vermedi" hadisi, Müslim-i Şerifde yine Ebû Said el-Hudrî'nin rivayet ettiği “Benden bir şey yazmayınız. Kim, benden Kur'ân dışında bir şey yazmışsa, onu imha etsin" hadisi ve yine Takyîdü'l-ilm'de Hz. Hüreyre’den nakledilen “Sizden önceki ümmetlerin, Allah'ın kitabının yanı sıra başka kitaplardan da bir şeyler yazdıkları, (başkalarının sözlerini de kayda geçirdikleri) için sapıttıklarını biliyor musunuz?" hadisleridir.
Hadislerin yazılmasını nehyeden bu rivayetlerde belli bir mantık vardır ve belli bir amaca yöneliktir: “Naklettiğimiz rivayetlerde yasağın mantığı bellidir: Kur'ân olsun, Tevrat veya İncil olsun, Allah'ın kitabının başka yazı ve sözlerden tecrit edilmesi; etrafına, nebilerin veya daha başkalarının sözlerinin yazılmaması gerekirken, buna uyulmamış; neticede de Tevrat'a kenarlarından çok şey sızmış, İncil birken, birkaç yüz yıl sonunda kabarmış, mücelletlere ulaşmış ve derken her iki cemaatin büyük çoğunluğu da bu şekilde sırat-ı müstakîmden ayrılıp, dalâlet yollarına sapmışlardır.”
(Hadislerin Kaydedilmesi)
Burada ifade edilen bu hakikatin daha iyi anlaşılabilmesi için bilhassa hadisin yazılmasına müsaade eden, hatta emreden ve yasaklayan hadislerden çok daha fazla olan, tespit üzerinde duran sahih rivayetlerin bir arada mütalâa edilmesi oldukça faydalı olacaktır: “Yukarıda kendisinden yazmayı nehyeden hadisin rivayetini aldığımız Hz. Ebû Hüreyre (RA), şöyle demektedir: Ashab-ı Resûlullah (SAV) arasında benden daha fazla hadis sahibi kişi yoktur, ancak Abdullah b. Amr İbn el-Âs müstesna; çünkü, ben yazmazdım, o yazardı."
Gerçekten, bizzat Abdullah b. Amr Hazretlerinin ifadesine göre, o, Resûlullah'tan (SAV) duyduğu her şeyi yazardı. Kendisine "Sen, Allah Resûlü'nün (SAV) ağzından çıkan her şeyi yazıyorsun; hâlbuki, o da bir beşerdir. Öfkelendiği zaman da olur, hoşnut olduğu zaman da." diyenler oldu. (Bu sözleri kimlerin söylediğini edeb açısından ve gerekmediği için hadis ravileri ketmederler.) Abdullah İbn Amr, bunun üzerine yazmayı bıraktı ve meseleyi Allah'ın Resûlü'ne arz etti. Efendimiz (SAV) elini fem-i mübareklerine götürerek şöyle buyurdular: "Yaz; hayatım elinde olan (Allah)'a yemin ederim ki, buradan haktan başkası çıkmaz!"
O, bir beşer de olsa, yine nebi idi; gazaplanması da, hoşnutluğu da Allah içindi ve her hâlukârda hakkı söylerdi. Evet, O'nun hiçbir sözü hevasından değildi ve beşerî arzularından kaynaklanmıyordu… Daha doğrusu O, kendinden konuşmuyor; ancak kendine vahyolunanı söylüyordu. Fıtratı, vazifesiyle bütünleşmiş ve her şeyiyle peygamberâne idi. Sadrı açılarak şeytanın ve nefsin payı her ne ise o çıkarılmıştı ve artık fıtrat-ı beşeriye ve tabiatın, O'nun nurlu nübüvvet hayatına müdahaleleri söz konusu değildi. O'nun söylediği her şey dindi; dolayısıyla "Yaz!" buyurmuşlardı.”
Buna benzer çok fazla sayıda hadislerin kaydedilmesini teşvik eden rivayetler vardır. Bazı örnekler verelim;
-“Bir adam, Huzur-u Risaletpenâhî'ye gelerek: "Yâ Resûlallah, ağzınızdan çok şey duyuyoruz; ama bunları anında ezberleyemiyoruz. Bu hayatî şeyler, çok defa kaçıp gidiyor..." diyerek hıfzından şikâyette bulundu. Bunun üzerine Efendimiz (SAV), ona: "Elinden yardım iste!" yani yazarak, hıfzına yardımcı ol buyurdular. (Tirmizî, ilim 12; Taberânî, el-Mu'cemü'l-evsat, 3/169.)
-Râfi' İbn Hadîc, Efendimiz'e (SAV):"Yâ Resûlallah, sizden çok şey işitiyoruz, yazalım mı?" diye sordu. Allah Resûlü de ona şu cevabı verdiler: "Yazın, hiç mahzuru yok!" (Takyîdü'l-ilm)
-İmam Dârimî ve İbn Hacer'in kitaplarında, Efendimiz'in (SAV) kısas, diyet ve şerâia dair yazdırdığı bazı hükümleri, Yemen'de Amr İbn Hazm'a göndermesi ve Vâil b. Hucr'e ahidnâme yazması (Dârimî, diyât 1,3,11,12; İbn Hacer, el-İsâbe, 6/228; İbn Hişâm, es-Sîratü'n-nebeviyye, 5/294.)
-Bazı kaynaklarda geçen Efendimiz’in (SAV) "İlmi yazarak, kaydedin.!" buyurmaları (Dârimî, mukaddime 43; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 5/313; Hâkim, el-Müstedrek, 1/188)
-Ebû Hüreyre'den (RA) rivayetine göre, Mekke'nin fethinde Efendimiz’in (SAV), hutbe esnasında, Yemenli Ebû Şâh isimli bir zatın "Yâ Resûlallah, bunları benim için yazınız!" demesine mukabil, “Ebû Şâh için yazınız!" buyurmaları. (Buhârî, ilim 39; lukata 7; Tirmizî, ilim 12; Ebû Dâvûd, menâsik 89; diyât 4.)
Hz. Abdullah İbn Amr b. el-Âs'dan başka bazı hadis-i şerifleri yazan sahabeler de vardı;
- Seyyidinâ Hz. Ali (RA) kılıcının bir yanında asılı taşıdığı ve içinde yaraların diyeti, Medine'nin hürmeti, kâfir karşısında mü'minin öldürülmeyeceği ve daha başka hususlarla alâkalı hükümler bulunan bir sahife. (Buhârî, ilim 39, cihad 171, diyât 24, 31; Tirmizî, diyât 16.)
- Hz. Ömer'in kılıcının bir yanında, içinde sevâim, yani kırda yayılan hayvanların zekâtıyla ilgili hükümler bulunan bir sahife (Ebû Dâvûd, zekât 5; Tirmizî, zekât 4)
- İbn Sa'd'ın Tabakat'ında kaydedildiğine göre, İbn Abbas, vefatında geriye bir deve yükü kitap bırakmıştı ki, bunlar umumiyetle Allah Resûlü'nden ve ashab-ı kiramdan duyduğu şeyleri ihtiva ediyordu.
- Benzer şekilde, akabede de bulunan Câbir b. Abdillâh’ın vefatından sonraya bıraktığı. Allah Resûlü'nün hadislerini kaydettiği büyük bir kaynak. ( İbn Ebî Hâtim, Takdimetu'l-cerh, s. 46; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî ilmi'r-rivâye, s. 354.)
- İbn Hişam'ın naklettiğine göre, Efendimiz (SAV) Medine'ye teşriflerinde Yahudilerle bir anlaşma akdetmiş ve bazılarınca hukuk açısından İslâm'ın ilk anayasası kabul edilen anlaşma.
- Amr İbn Hazm'a Efendimiz'in (SAV) gönderdiği diyet ve kısas gibi hükümlerle alâkalı yazısı. (Dârimî, diyât 12; İbn Hişâm, es-Sîratü'n-nebeviyye, 5/294; İbn Hacer, el-İsâbe, 6/228, 596.)
- Tâbiîn döneminde Ebû Bekir İbn Abdurrahman İbn Hâris'e intikal eden, Efendimiz'den (SAV), azadlısı Ebû Râfi'e geçen bir tomar kâğıt. (Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, s. 330.)
- Mücahid İbn Cebr’in , "Abdullah b. Amr'ın önünde gördüm, hatta elimi uzattım ama elimi dokundurtmadı." dediği, Abdullah İbn Amr İbn el-Âs'ın "es-Sahîfetü's-sâdıka" denilen, Efendimiz'den (SAV) duyduğu ve içinde bin kadar hadisi topladığı kitabı.
Hadisler ilk defa, Efendimizden yüz yıl sonra Ömer İbn Abdülaziz döneminde kayıt altına alınmadı, müsteşriklerin (oryantalistlerin) iddialarının aksine, Efendimiz zamanında yazılmaya başlanıp ezberlenerek sonraki nesillere hem yazılı hem de sözlü olarak aktarılmışlardır.
Bunların dışında, ayrıca Hemmam b. Münebbih'in "es-Sahîfetü's-sahîha"sı da ilk dönem yazılı hadis kaynakları içerisinde önemli bir yere sahiptir. Hemmam, başta Hz. Ebu Hüreyre olmak üzere sahabelerden duyduğu hadisleri yazarak kayıt altına almıştır. Muhammed Hamidullah tarafından neşredilen ve 140 yakın hadis içeren bu sahifelerin orijinallleri için yapılan karbon tahlillerinde, bunların on üç asır öncesine ait oldukları anlaşılmıştır: “Ayrıca, ne enteresandır ki, bu hadisler (es-Sahîfetü's-sahîha) aynen İbn Hanbel'in Müsned'inde bulunmakta, yine mühim bir kısmı itibarıyla Buhârî, Müslim gibi sahih kaynaklarda da yer almaktadır. Bu da, hadislerin, daha Efendimiz (SAV) zamanında kaydedildiğini gösterdiği gibi, O'ndan sonra da eksiksiz, yanlışsız ve tam olarak sahabe, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn kanallarıyla hadis külliyatına geçtiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bu tarihî vâkıalar ve serdettiğimiz hadisler karşısında, hadis yazmayı yasaklayan haberler, son dönemin büyük hadis âlimlerinden Irak'ta yaşamış Ahmed Muhammed Şâkir'in yerinde tespitiyle, ya sonradan neshedilmiştir; ya da yukarıda izahına çalıştığımız gibi, Kur'ân'ın yanı başına yazılmaması ve hadis de olsa Kur'ân'a hiçbir şeyin karıştırılmaması içindir…
Dinin yarısını teşkil eden sünnet, bu şekilde, şek ve şüpheye mahal bırakmayacak ölçüde, en mevsûk kanallardan, alabildiğine hassas ve kılı kırk yaran muhakkik zatlar tarafından, hem de ta sahabe, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn döneminden başlayarak kaydedilmiş, ezberlenmiş, muhafazaya alınmış ve sonra da harfi harfine nakledilmiş, kitaplara geçmiş ve bu günlere gelip ulaşmıştır.”
(Hadislerin Kaydedilmesi)