Yapılan hizmetler çok faydalı ve insanlığın yararına olan güzel işler olsalar da ve hizmetlerin bir takım zararlı oluşumlardakine benzer şekilde insanlara zarar verebilecek bir ajandaları olmasa da, insanlarda ve toplumlarda bulunan birtakım arızalara binaen, bu yapılan iyilik, güzellik ve hayır faaliyetlerinden rahatsızlık ve endişe duyabileceklerin olabileceğini bilerek ona göre tedbirli ve dikkatli hareket edilmesi gerektiği konusuna başlamıştık.
İnsanlarda bulunabilecek bu arıza ve boşlukların çok iyi farkında olan Hazret-i Yakup (aleyhisselâm) sebeplere uymanın da hakkını vererek, tedbirli ve dikkatli davranmayı asla ihmal etmiyorlardı:
“Burada, Hazreti Yakup’taki (aleyhisselâm) hassas tedbir anlayışına da şahit oluyoruz. Çocuklarındaki kıskançlık damarının onlara yaptıracaklarına karşı bir tedbir geliştiriyor. İman, tevekkül ve teslimiyetinin yanında tedbiri de elden bırakmıyor.
Sadece kıssanın bu kısmında değil, Hazreti Yusuf’u kıra, Bünyamin’i Mısır’a kardeşleriyle beraber gönderirken, çocuklarını Mısır’a uğurlarken onlara hep tedbirli olmalarını sıkı sıkı tembih ediyor. Bu açıdan denebilir ki, tedbir konusunda onun ayrı bir hassasiyeti vardı.
Kur’ân’da işaret buyurulduğu gibi peygamberler arasında derece farklılıkları vardır. Nitekim bazı peygamberler hususi bir kısım faziletleriyle diğerlerinin önüne geçebilir. Bu yönüyle Hazreti Yakub’un peygamberler arasında tedbir konusunda temayüz etmişlerden biri olduğu söylenebilir.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)
İşte kardeşlerinin yakın körlüğünden ve belki de yaşlarının daha küçük olmalarından dolayı hakikati ve doğruyu görememelerinden kaynaklanabilecek tehlikelere karşı Hazret-i Yakup, Hazret-i Yusuf’u (aleyhimüssselâm) uyarma vazifesini yerine getirmektedirler. Burada aynı zamanda önemli bir düstura da dikkat çekilmektedir:
“Ayrıca Hazreti Yakub’un Hazreti Yusuf’a (aleyhimüssselâm) yaptığı bu ikazı suizan veya gıybet olarak görmek hata olur. Bu olsa olsa, “hüsn-ü zan, adem-i itimat” prensibinin gereği olarak düşünülebilir. Hazreti Yakub’un (aleyhisselâm), “Şurada temkinli ol, şu konuda dikkat et, şu şahsa karşı tedbiri elden bırakma, ona sırtını dönme!” gibi tembihlerde bulunup insanları uyarma konumunda bulunduğu da unutulmamalıdır.
Yakın körlüğü, yakınında olanı görememe hastalığıdır. Hazreti Yusuf’un kardeşlerinde, ona karşı bir yakın körlüğü oluşmuştu.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)
KISKANÇLIK VE HASEDE SEBEP OLMAMA HASSASİYETİ
En büyük hastalıklardan olan ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “kafirin bile yapmadığını mü’mine yaptırır” dediği kıskançlık ve hasede yol açan faktörlerin farkında olarak ona göre hareket edilmesi gerekmektedir. Bu faktörlerden birisi insanları överek nazara vermektir:
“Kıskançlık ve haset duygusunu tahrik edip besleyen birçok faktör vardır. Bunlardan biri de aşırı övgüdür. Bir kimseyi gereğinden fazla nazara vermek, abartarak anlatmak, başkalarıyla kıyaslayıp onlardan üstünlüğünü ifade etmek etrafındaki insanlarda o kimseye karşı bir kıskançlık ve düşmanlık hissi uyandırır. Bunu yapan iyi niyetli olsa bile farkına varmadan, övdüğü kişiye karşı kendi eliyle düşman toplamış olur.
Bu sebeple, insanları övme, nazara verme ve takdir etmede çok dikkatli ve dengeli olmak gerekir. Ayette, ailevî ve toplumsal terbiye adına bu noktaya da işaret yoluyla bir temas vardır.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)
Bir diğer sebep ise yüksek ideallerin herkesle paylaşılması ve dolayısıyla o idealleri gerçekleştirebilecek bir potansiyele sahip olunduğu düşüncesini de uyandırarak kıskançlık ve hased duygularını tahrik etmektir:
“İnsanları kıskandırıp düşman hâline getirmeye sebep olan bir diğer faktör ise insanın kendi ideallerini, gaye-i hayallerini uzak yakın herkese anlatmasıdır. Bunlarla muhataplarını hasede, kıskançlığa sevk edebilir.
Günümüzde bizim de kendimizi bu açıdan bir daha kontrolden geçirmeye ihtiyacımız var. Acaba insanlardan gördüğümüz eziyetlerin, başımıza gelen zulümlerin, haset kaynaklı düşmanlıkların sebeplerinden biri de ideallerimizi ehil olmayanlara anlatmış olmamız mıdır? Gereksiz yere insanları tahrik mi ettik?
Vakıa biz hiçbir karşılık beklemeden hep dinimize, milletimize ve insanlığa hizmet etmeyi düşündük. Kimseye bel bağlamadık, kimseden bir çıkar elde etmeyi düşünmedik.
Ancak biz ne kadar iyi niyetli olursak olalım acaba bazılarının içinde düşmanlık hislerinin boy atıp gelişmesine mi sebep olduk? Şahsen bu sorularla iç sorgulama yapıp durmaktan kendimi alamıyorum. Evet, belki de bu cürmü işledik. İşledik de insaftan mahrum bazı kimse ve kesimlerin bize karşı kan donduran komplolar kurmasına sebebiyet verdik. Cenab-ı Hak bizi affetsin, onlara da –liyakatleri varsa– iz’an, insaf ve adalet ihsan eylesin.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, meydana gelebilecek bu büyük tehlikelere binaen, sürekli etrafındakilere bu hususta yapılması gerekenleri telkin etmişlerdir. Fakat maalesef, onun Kur’an ve Sünnet kaynaklı ve basiret ve ferasetiyle ortaya koyduğu bu önemli mesele tam anlaşılamamış ve onun telkinlerine tam uyulamadığından, düşmanlarda endişe ve dostlarda hased ve kıskançlık damarları tahrik edilmiştir.
Aynı hususa Suat Yıldırım Hoca, “Çağın Bir Şahidinden” adlı kitabında, Hazret-i Üstad’ın bir iman ve Kur’an hizmeti olan Risale-i Nur’ların bir dava değil de iman ve Kur’an davasının bu zamandaki en önemli bir delili olduğu şeklinde anlaşılması gerektiğine dair yaptığı tespit üzerinden dikkat çekmiştir:
“Üstad, Şualarda "Risale-i Nur dâva değil, dâva içinde delil ve burhanlardan biridir" der. Talebelerden bunun üzerinde fikir yormayanlar maalesef çokça bulunmuş olabilir. Esas mesele İslam’ın ve Kuranın hakkaniyetidir, dava budur. Her asırda, İslam dünyasının genişliği içinde bunun çok burhanlar buluna gelmiştir. Risale-i Nur da onun asrımızdaki kuvvetli burhanlarından biri olmak sıfatıyla başlıca beslenme kaynaklarımızdandır.
Nur talebeleri bu ölçüyü dikkatlere sunmamadan ötürü çokça eleştirilmişlerdir. Unutmamalı ki geniş kitle nazarında kişinin şahsiyeti, kim olduğu ve fikri değil, nasıl algılandığı ön plana çıkar. Maalesef birçok şakirt ifrattan kurtulamayıp Üstad'ın hizmetini de kasıtlı olmaksızın daraltmada rol oynamışlardır.
Fethullah Hocaefendi’nin hizmetinin önemli bir boyutu, bu ölçüyü pek iyi uygulaması ve çok dar bir daireye hapsedilmek istenen Kuran ve iman hizmetini iyi temsil ederek Hizmet'te büyük bir açılıma vesile olmasıdır ki bu başlı başına bir kitap ile anlatılmaya değer bir özelliktir. Fakat aidiyet duygusunu ayarlama kolay olmadığından, Hocaefendinin hassasiyetine rağmen onun çevresindekilerden de çok arkadaşın "Hizmet" vurgusundaki ifratları, toplumumuzun bir kısmı tarafından gerçek şekli ile anlaşılmasına perde olmuştur.”
Gerçekten de Hocaefendi, hem ifadelerinde hem de davranışları ve yaklaşımlarında, başkalarını tahrik edip hasede yol açabilecek, cemaat enaniyetini hissettirebilecek şeylerden şiddetle kaçınmışlardır. Hizmet eden diğer topluluklara ve onların başlarında bulunan insanlara çok saygılı davranmış, hep lehlerinde konuşmuş ve onların yaptıkları hizmetleri hep alkışlamışlardır.
Hocaefendi, Hazreti Adem’den itibaren Kabil ile başlayan hased, çekememezlik ve kıskançlığın verdiği büyük zararları ve yıkımların önünü alabilmek için her türlü fedakarlığın yapılması gerektiğinin bilinciyle hareket etmişlerdir.
O kadar ki, belli bir tarihten itibaren yeni inşa edilecek kurumların binalarının gösterişli ve azametli olmaması gerektiğine bile vurgu yapmışlardır. Benzer şekilde, belli makamlara başka cemaatlerden olan insanların gelmelerinin tercih edilmesi ve bu tercihin bilinçli bir şekilde yapıldığının da onlara gösterilmesi üzerinde durmuşlardır.