Uydurma dişi deve hikayesi ve Hz. Muaviye

  • Prof. Dr. Osman Şahin
  • Prof. Dr. Osman Şahin
    05 May 2023 09:21
    SAHABEYİ ANLAMAK VE ONLARA YAPILAN SALDIRILAR 28


    Sıffin hadisesine kadar, Hz. Muaviye’nin halifelik iddiası olmamıştır. Bunun böyle olduğunu, Kısas-ı Enbiya’da nakledilen şu rivayetten anlamak mümkündür. Bizans İmparatoru Heraklius’un, Hz. Ali’ye karşı birlikte mücadele teklifini, Hz. Muaviye şöyle cevaplandırmışlardır:


    “Ey Rum Kayseri, eğer Şam üzerine gelirsen, sahibimle (Hz. Ali) derhal sulh ederim ve onun askerine öncü [komutan] olarak senin üzerine gelirim. Ve Allah’a yemin ederim ki, başkentin olan sisli dumanlı Konstantiniyye şehrini yakıp yıkıp kapkara kömür haline korum ve yerden havuç çekilip koparıldığı gibi seni mülkünden çekip çıkarırım ve sana domuz çobanlığı yaptırırım.” 
    Fethullah Gülen Hocaefendi bu rivayeti şöyle yorumlamaktadırlar:


    “Bizans’ın bu hareketleri görür görmez kıpırdanışına karşı Hz. Muaviye, meselenin hassasiyetini derinden derine hissetmiş, Bizans hükümdarına karşı şöyle bir mektup yazmıştır: “Ali ile ittifak edip karşınıza çıktığımız zaman kendi durumunu iyi hesap etmelisin!” Bu ifadelere, –zayıf kaynaklarda dahi olsa– ben itimat ediyorum. Zira biri, Hz. Muaviye’nin huzurunda Hz. Ali’yi anlatıp, onu derinden derine sorgulayınca Hz. Muaviye gözyaşlarını tutamamış ve hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Şunun altını çizerek ifade edeyim ki, Hz. Muaviye ile Hz. Ali arasındaki vak’anın, onların beşerî his ve duygularına dayanarak meydana geldiğine kat’iyen ihtimal verilemez.” (“Cemel, Sıffîn ve Kerbelâ Vak’aları”) 


    RİVAYETLERİN TAM BİLİNMEMESİ VE PAYLAŞILMAMASI


    Diğer taraftan, Hz. Muaviye ile ilgili, onu sena eden, takdir eden, sağlam kaynaklardan gelen çok sayıda bilgiler, hadis-i şerifler, sahabelerden gelen rivayetler bulunmasına rağmen, bunlar menfi rivayetler kadar iştihar etmemiştir. Günümüzdeki insanlar, sahabelerin, tabiinin, büyük müçtehitlerin, müceddidlerin ve kutupların değerlendirmeleri hakkında yeterince bilgi sahibi değillerdir.


    O dönem uleması nazarında şüphesiz ki, Hz. Muaviye bir sahabe, vahiy kâtibi, Allah Rasûlü’nün (SAV) akrabası ve kız kardeşi olan Hz. Ümmü Habîbe (R.anha) ezvâc-ı tahirâttan olduğu için bütün Müslümanların dayısıydı ve ona göre muamele görüyordu. 


    İbni Hacer-i Mekki hazretleri bu hususlara şöyle dikkat çekmektedirler: “Şüphe yoktur ki, Hz. Muaviye, sahabe-i kiramın nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber Efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını medh ve sena buyurdu. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Rasûlullah’ın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm, ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.”


    Hz. Hasan Efendimiz yaşanan Sıffin’e rağmen, kendisine tevdi edilen halifelikten, Hz. Muaviye lehine çekilebiliyordu. Hz. Hasan gibi bir hakikat kahramanının, liyakatı olmadığına inandığı halde böyle bir işe evet demesi asla kabul edilemez.


    Hz. Hasan’ın (RA) bu hareketi, ümmetiyle alakadar önemli hadiseler, önceden gayb aşina nazarına gösterilen Allah Rasûlü’nün gaybdan haber veren beyanlarında takdirle ifade edilmiş ve bundan dolayı “Bu benim torunum seyyiddir. Onun eliyle iki Müslüman topluluk sulh bulacaklardır” senasına mazhar olmuştur. Bu beyan-ı Nebev-i’den O’nun (aleyhissalâtü vesselâm) böyle bir neticeden memnun oldukları sonucuna ulaşılabilir.


    Abdülkadir Geylani Hazretleri gibi önemli Ehl-i Sünnet büyükleri ve alimleri, Hz. Hasan’ın rızasıyla hilafeti Hz. Muaviye’ye terk etmesinden sonra, Hz. Muaviye’nin hilafetinin meşru hale geldiğini söylemektedirler.


    Hz. Hasan hilafeti devrettikten sonra, Hz. Muaviye 20 yıl hilafet vazifesini devam ettirmiştir. Bu dönemde ehl-i beytten ve sahabeden hiç kimse bu hilafete baş kaldırmamış ve hiçbir itirazda bulunmamışlardır. Böylece, Alem-i İslâm’da birlik sağlanabilmiş ve maddi ve manevi fütuhatlar bütün hızıyla devam edebilmiştir. Bu sebeple bu yıla “Âmu'l-Cemâa” (Birlik Yılı) denilmiştir. Ayrıca, Hz. Muaviye’nin döneminde, bütün İslâm aleminde birliğin ve istikrarın sağlanması, çok geniş bir alemde fetihler gerçekleşmesi, devlet hazinesinin ve halkın zenginliğindeki artış, devletin kurumsallaşmasının sağlanması, donanmanın inşasındaki büyük gelişmeler, devlet yönetimi ve siyasetindeki başarılarının yanı sıra, içinde bulunduğu zaman diliminde yeryüzünde başka hiçbir ülkede olmadığı kadar, o devlette insanların hak ve özgürlüklere sahip olması ve Asr-ı Saadet’te başlamış olan İslâmi ilimlerin inkişafının hususan sahabenin önderliğinde hız kesmeden devam etmesi, İslâm’a yeni girmiş olan ve belki de Müslüman nüfusun kahir ekseriyetini oluşturan bireylerin İslâm’a tam anlamıyla kazandırılması gibi önemli icraatlar meydana gelmiştir.


    Abbasiler başa gelince Emevilere ait her şeyin kökünü kazımaya çalışmışlardır, ama Abbasi hilafeti boyunca, Bağdat camiinde, Hulefay-i Raşidin efendilerimizin (R.Anhüm) isimlerinin yanında yazılı olan “Muaviye” ismine kimse ilişmemiştir. Çünkü, o günün toplumunda, Hz. Muaviye, Abbasiler nezdinde de diğer sahabelerden ayrı tutulmuyordu.


    Ebu Bekir ibnu-l Arabi bu hususu şöyle ifade etmektedirler: “Zira Emevîlerle Abbasiler arasında olan düşmanlık gizli değildir. Bunların arasında ne kadar büyük bir düşmanlık olduğunu herkes bilmektedir. İşte selâm yurdu, işte Abbasilerin hilâfet merkezi, mescitlerinin kapılarında; “Resûlüllah'dan (SAV) sonra insanların en hayırlısı Ebu Bekir, sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali, sonra da mü'minlerin dayısı Muâviye'dir” yazılıdır.”


    BAZI RİVAYETLER


    Allah Rasûlü (SAV) “Ey Muâviye! Melik olursan yumuşak davran.” fermanıyla, Hz. Muaviye’ye ümmetin başına geçeceğini haber vermiş ve ona rıfk ve adâlet ile ümmetine muamelede bulunmasını tavsiye etmiştir. 


    Sahih hadis kitaplarında, Allah Rasûlü’nün (SAV) Hz. Muaviye’ye yaptıkları dualar rivayet edilmektedir: “Allah’ım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır.”, “Allah'ım! Onu hidayete ermiş ve doğru yolu gösteren kıl ve onunla (başkalarını) hidayete erdir.”, “Yâ Rabbi! Muâviye’ye yazı ve kitap öğret, onu azabından koru.”, “Yâ Rabbi! Onu memleketlere hâkim kıl.”


    Buhari’de geçen bir rivayette, ibn-i Ebi Müleyke şöyle anlatmıştır: "İbn-i Abbas'a 'Emiru'l mü'minin Muâviye vitri tek rekât olarak kılmıştır. Onun hakkında ne dersin?' diye sorulunca, “O fakihtir” demiştir.”
    Hz. Ümmü Haram bintu Milhân’dan rivayet edilen, "Ümmetimden denizde gaza eden ilk muhâribler mağfiret olunmayı hak etmişlerdir." hadisinde müjdelenen orduya, Hz. Osman zamanında, ilk İslam donanmasını inşa eden Hz. Muaviye komutanlık yapmıştır. 


    UYDURMA DİŞİ DEVE HİKAYESİNDEKİ ZAT VE BUHARİ’DE KENDİSİNDEN HADİS RİVAYET EDİLEN ZAT AYNI KİŞİ OLAMAZ


    Hz. Muaviye ile ilgili anlatılan dişi deve hikayesi hadis kitaplarında ve muteber İslam kaynaklarında geçmemekte, çok koyu mutaassıp bir Şii olan Mesudî’nin Mûrûcü'z-Zeheb’inde geçen, üç asır sonra uydurulmuş bir hikayedir. Bu zat yalanları ve uydurduğu hikayeleri meşhur olmuş birisidir. İbn-i Haldun da bu zatı kitaplarındaki yalanları sebebiyle yerden yere vurmaktadır.  


    Ebu Bekr İbnul-Arabi bir eserinde Mesudi”yi “Hilekâr bidâtçi ise, Mes'udi'dir. Konuyla ilgili yaptığı rivâyetlerden (insana), zındıklık sınırında durduğu hissi geliyor. Bidâtçılığında ise, şüphe yoktur.” sözleriyle ele almaktadır.


    Günümüzde, her kesimden insanlar, bu şahsın uydurduğu bu olayı hikâye etmektedirler, ama hiçbiri bu hikâyenin kaynağı hakkında bilgi sahibi değillerdir ve referans vermeden, gerçekmiş gibi bol bol kullanmaktadırlar. 


    Hz. Muaviye ile ilgili menfi rivayetler irdelendiğinde bu rivayetlerin muteber olmadıkları, daha önce açıklanan nedenlerden dolayı taraflı oldukları ve hakikati ifade etmekten uzak bulundukları görülür. 
    Kendisinden, Buhari ve Müslim gibi en muteber hadis kitaplarında, güvenilir, emin ve adil kabul edildiğinden ve sahabeden olduğu için hadisler rivayet edilmiş olan ve yalanla beraber asla anılamayacak olan sahabeden biri ve vahiy kâtibi olan Hz. Muaviye’nin, bu hikâyede anlatıldığı gibi yalana tenezzül edebileceği nasıl düşünülebilir. Sahabelerin iradeleriyle ve bilerek asla yalana ve şerre tenezzül etmediklerinin ispatı, serinin ilk yazılarında yapılmıştır. 


    Aynı durumu, sözde, Hasan-ı Basri Hazretlerinin Hz. Muaviye hakkında menfi manada söylediği iddia edilen rivayette de görüyoruz. Kaynağına inildiğinde, rivayet edenlerin muteber olmayan, tarafgir hareket eden insanlar (Şii ve Mu’tezili) olduklarını anlıyoruz. Hasan-ı Basri Hazretleri ki, sahabenin en küçüğüne bile en büyük velinin yetişemeyeceği hükmünü veren tabiinin büyüğüdür.


    Sonuç olarak, sahabe, tabiin ve tebe-i tâbiin dönemindeki olaylar ve şahıslar ele alınırken tarafgirliklerinin, düşmanlıklarının, tepkiselliklerinin, art niyetlerinin ve dini tahrip ya da arzularına göre değiştirmek isteyenlerin bakış açılarıyla ve onlardan gelen rivayetlerle ele almamak bunun yerine doğru sözlülerin, peygamber varislerinin bakış açılarıyla ve doğru kaynaklardan gelen bilgilerle ele almakla din muhafaza edilmiş olur.

    05 May 2023 09:21