Asrımızda Türkiye`de cenaze namazından önce veya sonra ``helallik`` istenmesi adeti yaygınlaşmıştır. Bu işlem öğle veya ikindi namazı peşinden yapılmaktadır. Merkez camilerde namaza gelenlerin bir kısmı cenazenin yakınlarından ise, ekserisi onu hayatında tanımayıp vakit namazını eda için gelen kişilerdir. İmam efendi cenazenin başında durarak şöyle der: “Mevtamızın, yaşayışında Allah Tealayı kemal sıfatlarıyla bir tanıyıp ona kulluk eden, Peygamber Efendimiz Aleyhisselam’ı resul olarak kabul eden mümin, muvahhid bir kişi olduğuna şahit misiniz?” Tanıyan, tanımayan herkes koro halinde yüksek sesle: “Şahidiz!” der. Sonra imam: “Beşeriyet icabı, üzerinde bulunan dünyevî ve uhrevî, maddî ve manevî haklarınızı helal ettiniz mi?” diye sorunca, cemaat koro halinde, “Helal ettik!” diye cevap verir. İmam, “Tekrar edelim: Helal ettiniz mi?” diye sorar, cemaat koro halinde, yine yüksek sesle, “Helal ettik!” der. Daha yüksek sesle üçüncü tekrardan sonra, günahsız olarak gönderme rahatlığına kavuşurlar.
Şahitlik edenlerin çoğu, “uydum cemaata” kabilinden helal etmektedir. Gerçek hak sahiplerinin ekserisi geçen otuz-kırk sene boyunca dünyanın başka taraflarında bulunmaktadırlar. Onlar muhatap olup helal etmiş değiller. Keşke mesele böyle kolay olsaydı! Maalesef bu gibi uygulamalar, hak, hukuk, borç konusunda sorumsuzluğa sevk etmektedir. Halkın çoğu böyle bir helallik istemeyi namaz gibi farz sanıp, yapılmamasını ciddî bir noksan görmektedir. Fakat İslam hukukunda böyle bir hüküm yoktur. Çok kaynaktan sadece halkımızın kolay ulaşacağı üç kaynak verelim: İstanbul müftülerinden ve Diyanet Başkanlarından Ömer Nasuhi Bilmen`in “Büyük İslam İlmihali” ile Diyanet İşleri Başkanlığının “İslam İlmihali” kitaplarına herkes kolayca ulaşabilir. Mısır`ın Hanefi âlimlerinden Abdurrahman Cezirî başkanlığında dört mezhepten birer alimin ortak eseri olup Türkçe`ye tercümeleri bulunan “Dört mezhebe göre İslam Fıkhı” kitabının “Cenaze” bölümlerinde böyle bir “Helallik” isteme yer almaz.
Buna mukabil Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en yetkili kurulu olan “Din İşleri Yüksek Kurulu” 11 Ocak 2023 tarihli kararı ile helallik almanın nasıl olacağını şöylece bildirmektedir:
“İslâm’ın üzerinde hassasiyetle durduğu temel kavramlardan birisi hak kavramıdır. İslâm, bütün canlılara ait hakları ayrıntılı bir şekilde tespit ve tarif edip sınırlarını belirledikten sonra her bir hak sahibine hakkının verilmesini emretmiş; hak ihlali anlamına gelecek her türlü davranışı da yasaklamıştır. Bu hakların başında kul hakkı gelmektedir. Nitekim Allah Teâlâ insanoğlunu en güzel biçimde yaratmış ve mükerrem kılmıştır (el-İsrâ 17/70; et-Tîn 95/4). Bundan dolayı İslâm’da ırkı, rengi, cinsiyeti, dili, dini, konumu ne olursa olsun insanların hakları dikkate alınmış ve gözetilmiştir. Resûlullah?(s.a.s.) Veda Hutbesi’nde; “Ey insanlar! Sizin canlarınız, mallarınız ırz ve namuslarınız, Rabbinize kavuşuncaya kadar dokunulmazdır.” (Buharî,Hac,132 [1739, 1741]) buyurmuş; kul haklarını ihlal eden kişinin ahirette hüsrana uğrayacağını haber vermiştir (bkz. Müslim, Birr, 59 [2581]). Dolayısıyla İslâm’da kul haklarına riâyet, İslâm’ı anlama ve özümseme göstergelerinden olup dünya ve ahiret saadetine ulaştıran temel vesilelerden birisidir.
Kul hakkı ihlali durumunda; haksızlığın gecikmeden giderilmesi, hak sahibi ile helalleşilmesi ve bu günahtan tövbe istiğfar edilmesi gerekir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Kim din kardeşinin şeref, onur ve haysiyetine veya malına yönelik bir haksızlık yapmışsa altın ve gümüşün fayda vermeyeceği kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Aksi takdirde yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınarak hak sahibine verilir. Şâyet sevabı yoksa hakkına girdiği kişinin günahlarından alınarak kendisine yüklenir.” (Buhârî, Mezâlim, 10 [2449])
Mallarla ilgili kul hakkı ihlali durumunda; mevcutsa söz konusu malın kendisi, yoksa bedeli hak sahibine verilmelidir.
Hak sahibinin hayatta olmaması hâlinde ise mirasçılarına teslim edilmelidir.
Malın sahibi bilinmiyor veya kendisine ulaşmak mümkün olmuyorsa, söz konusu mal veya bedeli hak sahibi adına fakirlere ya da hayır kurumlarına verilmelidir. Ayrıca yapılan bu hatadan dolayı samimi bir şekilde tövbe edip Allah’tan af ve mağfiret dilenmelidir.
Hak ihlali; hakaret etme, küfür, yalan, gıybet, iftira, alay, istihza, rencide etme gibi insanın onur ve haysiyetine yönelikse, bu durumda yapılması gereken, ortaya çıkan zarar ve mağduriyeti gidermek ve hak sahibiyle helalleşmektir.”
Gelelim Fethullah Gülen Hocamızın cenaze namazına: Son görevlerini yapmaya gelenler, herhangi bir çarşı camii cemaati değildi. Bu zatı çok sayıda kitabı, sesli va`z , ders ve konferansları ile yeterince tanıyıp takdir edip sevdikleri için, dünyanın her tarafından sırf son vazifelerinde bulunmak için gelmişlerdi. Zaten bu gayretleri merhum hocamıza şahitliklerinin mükemmel alameti idi. Böyle olunca, namaza imamet eden kişi olarak, fıkıh kitaplarımızda bulunmayan bir tezkiye uygulamaya gerek görmedim. ``Entüm şühedaullahi fi`l-ard (“Bu halinizle Allah`ın yeryüzünde şahitlerisiniz” dedim.)
O, yirmidört saatini talebelerini eğitmeye vakf ettiği yurdun küçük bir odasında bile kalmadı. Avlunun bir köşesinde tahta kulübesinde kaldı. Başka yeri olmadığı için yurtta kalanlar için hazırlanan yemekten bir tabak yemesi hakkı idi. Yemedi. Diyanet görevlisi olarak cüz`i maaşıyla yetindi. Hak geçmesi konusunda böyle emsalsiz bir örnek olduğunu altmış yıllık beraberliğimle bilen biri olarak, “Aziz mevtamıza hakkınızı helal ediniz” diyemedim. Kaldı ki cenaze hizmetlerini organize eden Dr. Hamdullah Öztürk Hocamız, benden sonra, adet yerini bulsun diye, helallik istemeyi ihmal etmedi. İnna lillah ve inna ileyhi raciun.