Barla
Lâhikasındaki bir mektubunda Hüsrev
Altınbaşak Ağabeyimiz diyor ki:
On sekiz bin değil, sevgili Üstadımın buyurdukları gibi yirmi sekiz bin âleme bakan o büyük Fürkan-ı İlâhînin, bugünkü asırdan başka gelecek asırlara da bakan vecihlerinin bazı mühim noktalarına işaret edilmesi ve lâfzullah üzerinde vâki tevâfukatın göze çarpacak ve nazarı celbedecek şekle ifrağ edilmesi ve bazı kelimelerde görünen mânidar tevâfukatın güzellikleriyle meydana çıkarılması hakkında vâki Üstadımın fikirlerine haddim olmayarak yine Üstadımdan aldığım kuvvet ve cesaret ile iştirâk ediyorum. Ve böyle bir Kur'ân-ı Kerîm'in yazılması hakkında vâki olacak her fedakârlığa hâzır olduğumu, utanarak baştan ayağa kadar beni istilâ eden bu sürurun verdiği hâlet-i ruhiye üzerine arzediyor ve ayrıca diyorum ki: Sevgili Üstadıma istenilen şekilde kendi elimle yazılmış bir Kur'ân-ı Kerîm'i yazıp takdim etmeği çok arzu ediyorum. Fakat mes'elenin müsta'celiyetini düşünemiyordum. Ve bir de diğer kardeşlerimin bu şereften mahrumiyetidir ki, bu fikrimin ve bu arzumun kabulünde ısrar edemiyorum.
Evet sevgili Üstadım! İnşâallah zaman takarrüb etmiştir. İnşâallah mev'ûd vakte biz de erişmiş bulunuyoruz. Artık sebeb selef-i sâlihînin Kur'ân'a hâşiye olarak bir şey ilâve edilmemesi hakkındaki kararlarının, zamanlarına aid bulunması ve ulemâ-i müteahhirînin müsaadeleri de Arapçanın tahsili cihetine gidilmediğinden ileri geldiği kanâatini taşıyarak, Arapçanın okunmak ve yazmak istenilmediği bir zamanda bulunuyoruz. Binâenaleyh Kur'ân hakkında sevgili Üstadımın düşündüklerine pek büyük bir ihtiyaç olmakla beraber, bu güzel ve pek büyük bir emr-i hayra kapı açan bu işin hemen ikmâl edilmesi için her şeye tercih edilmesi rica ve istirhamındayım. (Saatçi Lütfi Efendi kardeşim de bu kanaattedir.)
Sevgili Üstadım! Allah sizden hem ebediyen razı olsun, hem de her bir hayırlı işinizde muvaffak etsin, duasiyle Cenâb-ı Hakk'a müteşekkir olduğum halde size olan minnettarlığımı arzeder ve dâmenlerinizi öperim, muhterem efendim hazretleri.
Husrev
Bu mektup Hüsrev Ağabeye aittir. Üstad’ın mânevi âlemlerle ilgili bir keşfinin neticesi olan ve Meyve Risalesinde Nur Talebelerinin mektubunda anlatıldığı üzere, Risale-i Nur’un kahraman kâtibi Hüsrev’e “Yaz!” diye emir buyurulması üzerine, tevafuklu biçimde yazılan Kur’an hârikası ile ilgili düşüncelerini anlatıyor: “On sekiz bin değil, Sevgili Üstadın buyurdukları gibi yirmi sekiz bin âleme bakan o büyük Furkân-ı İlahînin (Kur’an-ı Kerim’in), bugünkü asırdan başka gelecek asırlara da bakan vecihlerinin bazı mühim noktalarına işaret edilmesi ve ‘Allah’ lâfzı üzerinde meydana gelen tevafukların göze çarparak ve nazarı celbedecek şekle sokulması ve bazı kelimelerde görünen mâniler, tevafukların güzellikleriyle meydana çıkarılması hakkındaki Üstadımın fikirlerine haddim olmayarak yine Üstadımdan aldığım kuvvet ve cesaret ile iştirak ediyorum. Böyle bir Kur’an-ı Kerim’in yazılması hakkında vâki olacak her fedakârlığa hazır olduğumu, utanarak, baştan ayağa kadar beni istilâ eden bu sevincin verdiği hâlet-i ruhiye üzerine arz ediyor ve ayrıca diyorum ki: Sevgili Üstadıma istenilen şekilde elimle yazılmış bir Kur’an- Kerimi yazıp takdim etmeyi çok arzu ediyorum. Fakat meselenin âciliyetini düşünemiyordum. Bir de diğer kardeşlerimin bu şereften mahrumiyetidir ki, bu fikrimin ve bu arzumun kabulünde israr edemiyorum. Evet Sevgili Üstadım, İnşaallah zaman yaklaşmıştır. İnşaallah vaad edilen vakte biz de erişmiş bulunuyoruz. Artık sebep selef-i sâlihînin Kur’ana hâşiye olarak bir şey ilave edilmemesi hakkındaki kararlarının, zamanlarına ait bulunması ulema-i müteahhirînin müsâdeleri de Arapçanın tahsili cihetinde gidilmediğinden ileri geldiği kanaati taşıyarak, Arapçanın okumak ve yazmak istenilmediği bir zamanda bulunuyoruz. Binâenaleyh, Kur’an hakkında sevgili Üstadımın düşündüklerine pek büyük bir ihtiyaç olmakla beraber, bu güzel ve pek büyük hayırlı bir işe kapı açan bu işin hemen ikmâl edilmesi için her şeye tercih edilmesi rica ve istirhamındayım.”