Allah! Deyip Dosdoğru Yolda Dimdik Duranlar

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    28 May 2020 12:11
    Fussilet Suresinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır, deyip sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vaat olunan Cennet’le sevinin, derler.” (41/30) 

    Bu âyet üzerinde M. Fethullah Gülen Hocaefendi, şöyle tesbitlerde bulunuyor: “Birincisi: İstikamet (yani hayatını sürekli dosdoğru olma yönünde sürdürmek, doğrunun peşinde koşmak ve ömür boyu doğruyu kollamak); yolun başında olan bir insana-geniş mânâda da ele alabilirsiniz bir cemaate, millete, bir devlete çok önemli bir zâd (azık) ve zahiredir. İstikamet azığından mahrum olarak yola çıkanlar, yollarda takılıp kalır ve katiyyen hedeflerine ulaşamazlar. Halbuki mümin için esas olan, Allah’ın (c.c.) göstermiş olduğu hedefe ulaşabilmektir. Bu hedef ister şahsî ister ailevî, isterse ictimaî hayatımız adına olsun; çok fark etmez…

    “Evet, gerek ferdi yaklaşımımızda ve gerekse millî hayatımızdaki başarılarımızda, istikamet olmazsa olmaz bir rükündür. Bazılarımız bir kısım eğriliklerle ve yalanla-dolanla bu gün bazı başarılar elde edip kitleleri arkamızdan sürükleyebilsek de hakikatler ayan-beyan ortaya çıkınca kazandığımız şeyler  bir bir elden gidecek ve biz elde ettiğimiz onca imkanla beraber yeniden kazanma itibarını da kaybedeceğiz. Evet İSTİKAMET öyle bir kredidir ki, onu kaybettiğinizde, bunu gören kimseler o güne kadar size kazandırdıklarını bir bir elinizden alabilirler. İstikametin bu ölçüdeki kazandırıcılığı ve aksinin kaybettiriciliğinden olmalı ki, Allah Resulü (S.A.S.)  ‘Beni HÛD  Suresi ihtiyarlattığı, iflâhını kesti.’ (Tirmizi) buyurur. Neden olmasın ki, o sure içinde ‘Emrolunduğun gibi dosdoğru ol’ (Hud Suresi, 11/112)  âyeti var. Demek peygamber bile olsa, tam istikamete mazhariyet endişesi zâil olmuyor. Olmuyor ve O istikamet Kahramanı (S.A.S.) bana bir şeyler tavsiye et diyen bir sahabiye ‘Önce Allah’a iman et, sonra da dosdoğru istikamet üzere ol’ (Müslim) irşadında bulunuyor. Sen bu çerçeveyi koruduktan sonra düşmanların veya seni hazmedemeyen hazımsız dostların sana çamur atsalar bile, bir gün gelir kaderin beraatı mutlaka tecelli eder, muvakkaten kaybettiklerinin kat katını bir hamlede kazanırsın. Elverir ki her şeye rağmen istikametten ayrılmasın. 

    “İkincisi: Şayet insan doğru hareket etmiyorsa, ömür boyu hep endişeli yaşar; yaşar ve ve hep ya bu kirli çamaşırlarım ortaya çıkarsa korkusunu taşır. Hele bir de aynı yanlışlıkları paylaştığı kimseler varsa, bütün bütün korku içinde oturur korkar ve acaba ne zaman arkamdan vurulacağım telaşıyla kıvranır durur.. kıvranır durur zina “Hırsızlar dövüşünce, çalınan nesneler ortaya çıkarmış’ fehvasınca hep titrer, herkesi idare etmeye çalışır ve sürekli kuşku içinde bulunur.

    “Üçüncüsü: Şimdi de Bediüzzaman Hazretlerinin istikametle alâkalı bir tesbitiyle konunun bir başka buudunu arz etmeye çalışalım… O, geri kalışımızın sebeplerini sıraladığı bir yerde  der ki: ‘Bazen doğru bir netice ve hedefe yanlış vesilelerle gitmek isterler. Oysa doğru, doğru olduğu gibi, ona ulaştıracak yanlış vesilelerle gidilmez ve gidilemez.’ Mesela politik oyunlarla ne Allah’ın rızasına ulaşılabilir ne de Müslümanların yararına bir gayeye… Aynı şekilde ruh haletini değerlendirerek bir yere varmaya çalışmak bâtıl bir vesiledir, insan kendi kendini aldatmış olur. Sun’î muâlecelerle hakikate ulaşmak da öyledir… Bunların hiçbirini ne Allah Resulü’nün hayatında ne de İslamın hayata hayat olduğu devrelerde görmek mümkündür. Öyleyse, öyle bir yol kullanılmalı ve öyle bir metod takip edilmelidir ki, onda hep doğruluk esas olsun. Aksi halde istikamet çizgisinde olmayan bütün çaba ve gayretler boşa gider ve bu metod yanlışlığında meydana gelen FALSO ve FİYASKOLARIN  hesabını da Allah mutlaka sorar. Zira niyet salih olsa da, kitleler yanlış yollara yönlendirilmiş; Müslümanlık imajı kirletilmiş ve din düşmanlarına koz verilmiştir.

    “Halbuki, bu türlü toplumu alâkadar eden meseleler MEŞVERET  ister. Geniş platformlarda fikir teâtisi ister. Eğer siz meşveret etmemiş, kimseyle fikir teâtisinde (alış-verişinde) bulunmamış iseniz, HEVÂ ve HEVESİNİZLE  milleti maceraya sürüklemişsiniz demektir ki, Allah, bunun hesabını mutlaka soracaktır. Maalesef bugün (2000 senesinde) âlem-i İslamın dört bir yanında sürekli bu yanlışlıklar yapılıyor. Suriye, Mısır ve Cezayir’de bunun en bâriz örneklerine şahit oluyoruz. Irak, süper güçleri hesaba katmadan ve dünyanın nabzını tutmadan girdiği maceraların açısıyla kıvrım kıvrım… Böyle bir kör  dövüşünde ölenler ölüp gitmiş, kalanlar da bir dilim ekmek, bir kutu ilaç uğruna kuyrukta canları çıkıyor. Yıkılan evler, bozulan yuvalar, dul kalan kadınlar, ana-babasını yitirmiş çocuklar ve altüst olmuş bir toplum. Rica ederim, bütün bunların sebebiyet verenlere, Allah (c.c.)  bunun hesabını sormayacak mı zannediyorsunuz?”  (Kur’an’dan İdrake  Yansıyanlar)

    Elbette soracak, hem de bu yaşadığımız süreci tezgahlayan zâlim ve gaddarlara soracak!  “Bu masum ve mağdurların ne günahı vardı?”  diye diye… 
     
    Safvet  Senih
    28 May 2020 12:11