Allah'a inanıyor musunuz?

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    11 Eyl 2024 00:38


    “Kaderin  Çağrısı”  kitabında  Niyazi  Sanlı, Üstad  Bediüzzaman’ın Kosturma  (Kostroma)  hatıralarıyla ilgili diyor ki:

     7  Aralık 1993

    Bugün o eşyasız evimdeyim.

    İki Tatar genç, Müslüman olan Rus, Naile Hanım ve Azeri dostlarım var. Evimde hâlâ eşya yok, onun için bahçede oturuyoruz. Soğuk ama olsun, bu gün ilk dersimizi yapacağız. Kur’an-ı Kerim alfabesine başladığımız için çok sevinçliler. Misafirlerimin karşısına geçtim. Allah’ın varlığını ve birliğini anlattım. Üstad’ın Tabiat Risalesi’ni okuyup açıkladım. Türkiye’de iken bir çok çevrede, hangi asırdayız kardeşim, hâlâ Allah’ın varlığını anlatan kitaplar mı okuyorsunuz, diyen İslami gruptan tepkiler alırdık. Buralara geldiğimizde daha iyi anladım bu tür kitaplara ihtiyaç olduğunu.

    Yaketerinburg’da bulunduğum zamanlar Mihalovski ilçesine, Tatar Yüksekokulu’na seminer vermeye gitmiştik. 19-20 yaşlarında genç Tatarlar merakla salonu doldurmuşlardı. Hepsine hitaben şöyle bir soru sormuştum:

    Allah’a inanıyor musunuz?.. Yalnız lütfen bana samimi davranın, doğruyu söyleyin!

    Dinleyenlerin yarısından çoğu başını eğmiş ve bir genç kız elini kaldırarak:

    Bir inanış var; Ruslar bizim minarelerimizi yıktılar, Allah da onların devletlerini yıktı, demişti. Özellikle Sovyet Rusya’nın yeni kurulduğu yıllarda, yerleşim yerlerindeki Tatarları camilerimizin etrafına toplayıp “Allah’ınızı öldürüyoruz!” (hâşâ) diyerek cami minarelerini yıkarlardı. Mazlum ve çaresiz Tatarlar gözyaşlarına boğulur, Ruslara yalvarır, “Minarelerimizi yıkmayın, evimizi yıkın!” derlerdi ama dinleyen kim?.. Hatta bazıları kendisini tutamaz, yıkılan minarenin altına kendini atar ve minareler kanla ve gözyaşıyla yıkılırdı.

    Genç kızın anlattıkları doğruydu. 1918-1936 yılları arasında Tataristan’da ve Rusya’da, dile kolay, 750 bin caminin minaresi yıkılmış ve o kutsal mekânlar “kulüp”e çevrilmişti.

    Geçen yıl Ufa Şigir isminde bir Tatar köyüne gitmiştik. Önce sohbet edecek sonra da cuma namazı kıldıracaktık. Cuma namazı kıldıracağımız yer bir kulüptü. Çünkü cami yoktu. Halk kadınlı erkekli kulübe dolmuştu. Önce Allah’ın büyüklüğünden söz etmiş sonra da arkadaşlarımızın biri bir masaya çıkarak ezan okumuştu. Oldukça yaşlı bir anamız, köylülerin arasından ağlayarak geldi, bize sarıldı ve o gün hepimizi ağlatan şu sözleri söylemişti:

    Oğlum, altmış üç yıldır ilk defa siz burada ezan okuyorsunuz. Bu kulüp de köyümüzün eski camisiydi. Allah’ıma şükürler olsun, siz burayı camiye çevirdiniz!

    4 Aralık 1993

    Mansur Bey’in evindeyiz.

    Kalabalık bir Tatar topluluğu vardı az önce, iki tane de Rus.  Biri geçen hafta Müslüman olan Aleksandr, diğeri ise Bediüzzaman hakkında Kostroma arşivleri getirmiş ve benim için önemli olan caminin fotoğrafları da var. Yine gelen Tatar ihtiyarlardan Adatay Efendi yetmiş sekiz yaşında. Bir zamanlar bölgenin tek camisi olan Tatar Mescidi’nin tarihçesini iyi biliyor. Adatay Efendi bildiklerini bize de anlattı:

    Kostroma’daki Akmescid Camii 1703 yılında yapıldı. Ondan önce küçük bir yer varmış, sürgün Tatarların ibadetlerini yapmaları için. Daha sonra, bilemiyorum Osmanlı Türk halifeliğinden mi Kazan Resbuplikasından mı Rus Çarlığı’na resmi bir yazı gelmiş. Kostroma bölgesinde Tatarların dini ihtiyacının karşılanması hususunda gerekli izin verilsin diye... Halkın desteği ile Tatarski Saboda’nın aşağısındaki Vetruk Camii ve bir de imaret yapıldı. İmaret sadece mescitten ibaret değildi. Yanında medrese, yatakhane, aşhane, misafirhane, kütüphane ve burada çalışanların kalması için evler yapıldı. Hatta mescidin mollasının evi hâlâ duruyor. Diğer imarethanelerin bazıları 1954 yılına kadar vardı. Caminin minaresini ise 1922’de yıktılar. 1936’da da mescidi kulüp haline getirdiler. Ben minarenin yıkılışında küçük bir çocuktum ve o günü çok iyi hatırlıyorum. Unutmam da mümkün değil. Babam da minarenin yıkılışına karşı geldi diye alıp götürdüler ve bir daha da haber alamadık ondan.

    Bana getirilen mescit hakkındaki bilgiler arasında gözlerimi dolduracak mühim bir detayla karşılaştım. Tatar Mahallesi Üstad’a maaş bağlamış ama Üstad kabul etmemiş. Hatta getirilen yiyeceklerin, bir parça ekmek ve yumurta bile olsa, parasını vermiş.

    Ve yine çok ilginç bir şey; bundan 8 ay önce Kostroma’ya Üstad hakkında araştırma yapmaya gelen ve burada birkaç saat duran Abdürrahim Dede, Tatarların bu yeni kayıtlarına Said Nursi’nin oğlu olarak yazılmış. İbare aynen şöyle idi:

    “8 Ekim 1992 günü Said Nursi’nin oğlu Kostroma’ya gelmiş ve birkaç saat kalarak geri dönmüştür.”

    Ben bunun kesinlikle yanlış olduğunu ve Said Nursi’nin hiç evlenmediğini belirttim. Bunun üzerine Naile Hanım:

    Evraklara böyle yazılmasını biz istedik. Türkiye’den kalkıp buraya kadar gelen ancak oğludur diye düşünmüştük çünkü.

    Değerli Ağabeyim Abdürrahim Dede, o gün evraktaki o “Said Nursi’nin oğludur.” ibaresini sildirmedik. İnşallah gökler âleminde Üstadımızın manevi oğlu olarak anılırsın. Lütfen, orada beni unutma!

    Yine gözlerim yaşardı. Volga’nın kıyısına doğru yürüdüm.

    İçimde Kırık Mızrap’tan bir şiir:

    Atlastan cepkenli yiğit akıncı,

    Dönmedin geriye bunca yıl oldu.

    Döndük hocam, döndük! Billâh döndük! Ne yapmak gerekiyor söyle; uzaya merdiven mi dayanacak, yıldızlardan tesbih mi yapılacak, söyle yerine getirelim!

    Ve ey cennette bile gözü yaşlı Üstadım! Çevir başını bak: İşte kardeşlerin, Sibirya’da, Çin’de, Afrika’da, Moskova’da, Tataristan’da dünyanın her yerinde! Senin temsil ettiğin yüce davayı, insanlığa insanlık öğretmek için yollara çıkmışlar...

    Ya Rabbi inayetini esirgeme bizden. İzin ver n’olur, şu Türk boylarına, şu Ruslara seni anlatalım, özlerine dönsünler. Türk yine dünyaya nizam versin. “Yuhibbuhum ve yuhibbûnehû” sırrı gerçekleşsin. Tuva’da günlerce seni anlatmak için sokaklarda gezinen, ama seni anlatacak sine bulamadığı için hıçkırıklara boğulan ve ardından bir muştu olarak Resul’ünü (s.a.s.) gönderdiğin kardeşimiz hatırına… Sibirya’ya seni anlatmak için yollara düşen, kalacak bir yer bulamadığı için tahta bir barakada kalan ve banyo iktiza ettiğinde eksi 50 derecede banyo yaptığı için yere yapışmış ayaklarından kan fışkıran arkadaşlarımız hatırına... Dünyayı bir gül yapmaya yemin etmiş hocamın “Elimde yarım bardak kan var, bu kan Müslüman Türk’ün şeref kanıdır.” dediği, o kan aşkına... Hocamın gözyaşları hatırına…

    Bizi bu buz çöllerinde mahvetme Allah’ım! Seni anlatacak sineler bulalım. Senin gönlümüze verdiğin aşkı, o sinelere boşaltalım, gönüller seninle dolsun…

    11 Eyl 2024 00:38