Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Denizli Hapishanesiyle ilgili mektuplarında diyor ki: “Evet, münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir planı: Böyle her biri birer zâbit, birer hâkim hükmündeki şahısları, müşterek bir meselede böyle kaçınmak ve birbirini tenkit etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırıp, boğuşturur, MÂNEVÎ KUVVETLERİNİ DAĞITTIRIR. Sonra kuvvetini kaybedenleri, TOKATLAR, VURUR.”
“Sakın sakın münakaşa etmeyiniz! Casus kulaklar istifade ederler. Haklı olsa, haksız olsa, bu halimizde münakaşa eden haksızdır. Bir dirhem hakkı varsa, münakaşayla bin dirhem bizlere zararı dokunabilir.”
“Bazı sebeplere binâen, en ziyade Hüsrev’i ve Hâfız Ali’yi ve Tâhirî’yi sıkıntıda tahmin ettiğim halde, en ziyade temkin, teslim ve kalbî rahatlık onlarda ve beraberlerinde bulunanlarda görüyorum. ‘Acaba neden?’ derdim. Şimdi anladım ki, onlar HAKÎKÎ VAZİFELERİNİ YAPIYORLAR. Mâlâyanî (boş) şeylerle meşgul olmadıklarından, kaza ve kaderin vazifelerine karışmadıklarından ve enaniyetten gelen hodfuruşluk (bencillik etmediklerinden) ve telaş etmediklerinden, temkinleriyle, metanetleriyle ve kalbî itminanlarıyla Risale-i Nur talebelerinin yüzlerini ak ettiler, zındıklara karşı Risale-i Nur’un mânevî kuvvetini gösterdiler.”
“Bu eski (Eskişehir) ve yeni (Denizli) Medrese-i Yusufiyedeki şiddetli imtihanda sarsılmayan ve dersinden vazgeçmeyen ve yakıcı çorbadan ağızları yandığı halde talebeliğini bırakmayan ve bu kadar hücumlara karşı kuvve-i mâneviyesi kırılmayan zatları ehl-i hakikat ve gelecek nesiller alkışlayacakları gibi, melekler ve ruhanîler de alkışlıyorlar diye kanaatim var.”
“(Elleri kelepçeli, ağır suçlular gibi halkın gözleri önünde mahkemeye götürülen Risale-i Nur Talebeleri)… Had ve hesaba gelmeyen meleklerin, ruhanîlerin ve insanlardan ehl-i hakikatın ve vicdan sahiplerinin ve iman-ı tahkiki sahiplerinin nazarlarında, hak ve hakikat, Kur’an ve iman yolunda BU ASRA MEYDAN OKUYAN BİR KAHRAMANLAR KAFİLESİ suretinde görünüyorlar.
“Çok defa söylediğim gibi yine tekrar ediyorum ki, tarihte Risale-i Nur Şâkirtleri gibi hak yolunda pek çok hizmet eden ve pek çok sevap kazanan ve pek az zahmet çeken görülmüyor. Biz ne kadar meşakkat çeksek, yine ucuzdur.”
Hapishane şartlarının her zaman sıkıcı ve asabiyeti artırıcı oluşu ve küçük bir kıvılcımın bile, tartışmaları ateşleyip yıkıcı haller ortaya koymasına karşılık Üstad Hazretleri Afyon hapsinde şunları yazmıştır: “Aziz, sıddık kardeşlerim Hüsrev ve Mehmet Feyzi, Sabri!.. Ben sizlere bütün kanaatimle itimat edip kalb istirahatiyle kabre girmek ve Nurların selametini size bırakmak bekliyordum ve hiçbir şey bizi birbirimizden ayırmayacak biliyordum. Şimdi dehşetli bir planla, Nur’un erkânını birbirinden soğutmak için resmen iş’ar (bildirme) var… Madem sizler lüzum olsa, birbirinize hayatınızı, sadakat gücünüz ve Nurlara şiddetli alâkanızın muktezası olarak feda edersiniz, elbette gayet cüz’î ve geçici, ehemmiyetsiz hissiyatınızı feda etmeye mükellefsiniz. Yoksa katiyen bizlere bu sırada büyük zararlar olacağı gibi, Nur dairesinden ayrılmak ihtimali var diye titriyorum… Üç günden beri hiç görmediğim bir sıkıntı tekrar beni sarsıyordu. Şimdi katiyen bildim ki, göze bir saç düşmek gibi az bir nazlanmak, sizin gibilerin arasında Nur hizmetimize bir bomba olur. Hatta size bunu da haber vereyim. Geçen fırtınayla bizi alâkadar göstermeye çok çalışılmış. Şimdi aramızda az bir yabanilik atmaya çabalıyorlar. Ben sizin hatırınız için her birinizden on derece ziyade zahmet çektiğim halde, sizden hiçbirinizin kusuruna bakmamaya karar verdim. Siz dahi haklı ve haksız olsa benlik yapmamak, üstadımız olan şâkirtlerin şahs-ı mânevisi namına istiyorum. Eğer o acip yerde beraber bulunmaktan gizli parmaklar karışıyorlarsa, biriniz Tâhirî’nin koğuşuna gidiniz.” (Said Nursi, Şualar On Dördüncü Şua)
Sungur Ağabey diyor ki: “Üstadımız bu (ihtilaf) durumdan çok müteessir olmuş ve Cenab-ı Hakka yönelerek, ‘Yâ Rab, yok mu benim hiç ihtilaflara girmeyen bir talebem?’ diye yalvarmış. Üstad, ‘İşte o zaman bana Tahirî gösterildi’ diyerek bunu Isparta’da bir ders esnasında anlatmıştı.”
Tahirî Mutlu Ağabeye yakınları sorarlar: “Ağabey, niçin Üstad, ‘Biriniz Tahirî’nin koğuşuna gitsin’ demiş?” Tahirî Mutlu Ağabeyimiz boynunu bükerek, bu soruya şöyle cevap verir: ‘Kardeşim, bizde gıybet yok, dedikodu yok. Yalnız Kur’an var, namaz var, Risale yazmak ve okumak var.”
Ekrem Kılıç diyor ki: “Tahirî Mutlu Ağabey, kimseyi gıybet etmediği gibi, kimseye de gıybet ettirmezdi. Yanında gıybet edilecek olsa, ‘Kes kardeşim!’ derdi. Gıybet edilen şahıs kendi aleyhinde bile olsa, müsaade etmezdi. Hatta vefatından bir sene önceydi. Bir levha yazdırmış, kapıdan girenin tam karşısına gelecek şekilde duvara astırmıştı: “BURADA KİMSENİN ALEYHİNDE KONUŞULMAZ.”
Cenab-ı Hak onların hepsinden razı olsun…