Bir sohbet ortamında bir esnaf arkadaşımız dedi ki: “Ben maalesef hep kötü ortamlarda bulundum. Diskoteklerde, barlarda ve kumarhanelerde dolaşıp durdum. Sonra Hizmet’i tanıdım. Bu sefer o ortamlardan gençleri kurtarmaya çalıştım. Şu anda bile yorgunluktan neredeyse gözlerim kapanacak gibi, çünkü dün gece de oralardaydım…
“Bir gün Yunan asıllı kumarhane sahipleri aradı: “Genç bir Türk, bütün parasını bitirmek üzere… Bir fırtına kopmadan gel…” Yani teselline muhtaç… Bir problem çıkmadan yetiş, demek istiyorlar. Beni eski halimden tanıdıkları için, gençleri oralardan koparma gayretlerimi bildiklerimden dolayı, yaramaz bir durum olmasın istiyorlar. Geldim baktım genç, artık bitime gidiyor. Her şey sona erdi. Yanına yaklaştım. “Çok kaybetmişin be aslanım… Daha çok gençsin… Bu kadar parayı nereden buldun?” dedim. “Babamın kredi kartını da kullandım.” dedi. “Şimdi ne yapacaksın?” dedim. “Bilmiyorum.” dedi. “Peki kat kat kazansaydın bile, bu kadar haram paranın Allah huzurunda hesabını nasıl verecektin?” dedim. “Bilemiyorum. Ama ne yapayım… Ya barlara gideceğim; sersem sarhoş vaziyetlere düşeceğim… Ya diskoteklere gidip, karı-kız peşinde başka günahlara dalacağım… Ya kumarhanelere gideceğim. Ben gencim, başka gidecek yerim yok ki, be ağabey!..” dedi. “Var kardeşim… Var… Hem çok güzel yerler var.” dedim. “Ben de gelebilir miyim?” dedi. Elbette gelebilirsin.” dedim. Doğru düşünmeye başlamıştı. “Bak şimdi şöyle yapalım. Sen önce evine git… Eğer yatıp uyumamışlarsa, annene ve babana gerçeği söyle: ‘Ben gafletimden, cahilliğimden şöyle şöyle bir halt ettim. Benim bağışlayın. Bundan sonra hayatımı düzgün hale getireceğim şimdi beni bir affedin…’ de. Eğer uyumuşlarsa, sabahleyin erkenden kalk güzel bir kahvaltı hazırla… Anne-baba evlatlarının kendilerine kahvaltı hazırlamasından çok hoşlanır ve memnun olurlar. Karınlarını iyice bir doyursunlar. O zaman, akşam anlatacaklarını onlara anlat.” dedim. “Ama ağabey, ben bunları söylersem, beni evden kovarlar.” dedi. “Korkma kovmazlar… Eğer kovarlarsa gel benim evimde kal… Benim üç tane oğlum, bir dördüncüsü sen olursun!..” dedim.
Boynunu büküp gitti. Ben de evime geldim. Eşime olanları anlattım. Eşim Alman… Evlendiğimizde Müslüman değildi. Daha sonra kendisi İslâmiyeti kabul etti…
Yattıktan birkaç saat sonra telefonum çaldı. Baktım bizim delikanlının telefonu… “Herhalde evinden kovdular da beni arıyor” diye düşündüm. “Telaş etme hemen bize gel… Veya söyle nerdesin seni oradan alayım” demeyi düşünürken, baktım bir hanım efendinin sesi… Delikanlının annesiymiş… “Allah senden razı olsun… Oğlum, olanları anlattı. Sahip çıkmana çok sevindik. İnşaallah ailecek tanışıp görüşelim” dedi… Sonra elhamdülillah çok güzel gelişmelere vesile olacak dostluklar kurduk…
“Size kısaca bir başka gençten bahsedeceğim… Yine böyle tanıştığımız birisi sohbetlere gelip gidiyordu. Annesi bir seferinde “O ağabeyini getir de akşam size anlattıklarını bir de bize anlatsın.” demiş. “Peki” dedim. Sohbetten sonra evlerine gittik. Baktım evlerinde yabancılar da var. Ben sohbetteki konuşmaları tekrarlamaya başladım. Orada bulunan Filipinli birisi için Almanca anlatmaya başladım… O da anlatılanlardan hoşlanmaya başladı… Daha sonraki sohbetlerimizden sonra İslâmiyeti tercih etti…”
İslamiyetin iman, ibadet ve muamelât gibi hükümleri yanında bir de insaniyet ciheti vardır. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle “İnsaniyet-i kübrâ olan İslâmiyet” yani gerçek insanlık, büyük insaniyet… Bu ciheti ahlak ve fazilettir ki, insanî evrensel değerleri de içine alır. Şefkat, merhamet, cömertlik, ikram, ihsan, fedakarlık yönleri… Bir cihetten İslâmiyet yemek yedirmektir… Halil İbrahim sofralarıyla insanlığa hizmet etmektir…
Bosna Savaşında, Boşnak mağdur ve mazlumların elde tuttukları meşhur bir tepe vardı… Orada işin başında Sırp bir komutan vardı. 9 yaşlarındaki oğlunu da yanına almış Müslümanları korumaya çalışıyordu. “Nasıl olur Sırplara karşı bir Sırp?” demeyin hemen. Din olarak da Hıristiyan Ortadoks idi… Bu bir karakol komutanı idi. Dürüst, hakperest bir insandı… Ağır bir hastalığa yakalanmıştı… Ameliyatı için çok kan lâzımdı… Hastaneden kan bulmak için anons yapılmıştı. Başarılı bir ameliyattan sonra iyileşen bu komutan kimler kan vermiş, diye merakla bir bakıyor ki, hep Müslümanlar kanını vermiş. Kendi milletinden en yakın arkadaşlarından bile kan veren yok… Çok hayret ediyor. Bosna katliamı başlayınca, “Bu büyük haksızlık… Bu insanlar, kendi dinlerinden ve dinlerinden olmadığım halde bana kanlarını verdiler. Bu güzel insanlardan ne istiyorsunuz, diye komutanı olduğu karakolun bütün imkanları o meşhur tepeye taşıyor ve Bosnalı Müslümanları korumak için harekete geçiyor ve orada vefat ediyor… Mezarı o tepede… Ziyaret ettim…
Allah bütün insanları ahsen-i takvim üzerine selim fıtratta yaratmıştır. Vicdanı sönmemiş her insanda insaniyet özelliklerini küllense de yok olmaz. Bizim işimiz o külleri üfleyip o özellik ve güzellikleri ortaya çıkarmaktır. Bunun ırkı ve dini olmaz… Her insan, işte en başta en güzel kıvamda en âlâ bir kalite potansiyelinde Cenab-ı Hak tarafından var edilmiştir. Bu gerçeği hiçbir zaman unutmayalım…