Birinci Lozan Muâhedesinde, bizi ruhen çökertip özümüzü kökümüzü yok edip bitirmek isteyen sömürgeciler antlaşma için şartlarını sıraladılar: Hilafet kalkacak bizimkiler, “Tamam”, dediler, “Padişahlık kalkacak” “Tamam” Hudutlarınız, sınırlarınız şöyle olacak, “Tamam” v.s… En son “Hıristiyan olacaksınız” deyince Heyet Başkanı İsmet Paşa bile “Ne diyorsunuz? Biz bunu kabul edersek, halkımız bizi taşa tutar.” diyerek Türkiye’ye döndü. İstişareler sonucu meseleyi yumuşatarak İkinci Lozan görüşmelere oturuldu. Verilen söz yine dehşetini koruyordu.
Çünkü daha sonra Maarif Vekâletinin Talim-Terbiye bölümünde otuz sene sonra gençliğin İslâmiyetten sıyrılması planlanmaya başlanmış bunun için de hireti inkâr ettirmenin yolları üzerinde çareler aranılmıştı. Tam bu zamanda Üstad Bediüzzaman Hazretleri Birinci Söz’den Dokuzuncu Söze kadar olan KÜÇÜK SÖZLER kitabını bitirip Onuncu Söz olarak öldükten sonra dirilmeyi isbatlayan HAŞİR Risalesini yazmıştı. Hemen sadece Onuncu Sözü matbaaya gönderip bastırmış ve tanıdığı milletvekillerine de birer adet göndermişti. Onlardan birisi de bir nüsha HAŞİR Risalesini Talim Terbiyedekilere ulaştırmıştı. Risaleyi okuyunca “Bu adam bizi mi takip ediyor? Böyle kitapları olduğu müddetçe biz bu milleti İslâmiyetten koparamayız, İslamiyeti inkâr ettiremeyiz!..” diyorlar.
Risalelerin yazılması hep bir ihtiyaçtan doğduğu gibi, tereddüt ve şüphe verip inkâra götürücü suallere Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği doyurucu cevaplar da hep birer ihtiyaçtan doğmuştur.
İşte 1980 öncesi M. Fethullah Gülen Hocaefendinin Cuma vaazlarında ayrı olarak Ege Üniversitesinin bulunduğu Bornova Camilerinde yazın yatsı namazı geç saatlerde kılındığı için akşam-yatsı arası, kışın yatsı erken kılındığı için yatsı namazlarından sonra soru-cevap sohbetleri böyle benzer ihtiyaçtan kaynaklanıyordu. Sağ-sol sürtüşmelerinden ve kavgalarından dolayı materyalist felsefenin tesirindeki gençlerin fikir mücadelesinde ileri sürdükleri inkarcı anlayışa payanda yapmaya çalıştıkları imâni konular için üretilmiş tereddüt ve şüphelerin üniversitelerde hatta liselerde yaygınlaşmasına hatta kahvelere taşmasını karşı Hocaefendi de tatminkar cevaplar vererek büyük tahşidatlar yapıyordu. O konuşmaları teyp bantlarına kaydedip birkaç dinleyen öğrenciler de inkarcı profesör ve öğretmenlerine ve onların tesirinde kalmış arkadaşlarına rahatlıkla anlatabiliyorlardı. Bu teyp bantları ve daha sonra görüntülü kasetler, bütün ülkemize hatta Avrupa ülkelerimize bulunan insanlarımıza da ulaştırılıyor. İhtiyaç duyan insanlarımızın irşadına ve dertlerine devâ olmaya da vesile teşkil ediyordu.
Bu arada hanımların istifadesine vesile olması için bazı evlere de Hocaefendiyi bizzat dinlemek için hatlarda çekiliyordu.
O günlerde şöyle bir şey de anlatılıyordu. Ege Üniversitesinde okuyan kız-erkek iki öğrenci, evlenmek istiyor. İkisi de dini yaşayıştan uzak bir hayata sahipler. Babasının durumunu iyi bilen kız öğrenci öbürüne diyor ki, babam benim seninle evlenmeni istemez en iyisi sen babamın sevdiği ve sohbet ve vaazlarını hiç kaçırmadığı şu Fethullah Hoca isimli vaizin konuştuğu camiye git ve babamın göreceği şekilde yanında bulun… Önce bu niyetle camiye gidip-gelen genç bir daha kopamıyor ve arkadaşlardan ayrılamıyor. Kıza da “Sen de samimi olarak ibadetlerini yap kızlardan onların gruplarına gir.” diye de telkinlerde bulunuyor. O da “Asla olmaz. Hatta artık onlardan ayrıl. Ayrılmazsan yollarımız ayrılır” meâlinde sözler sarfedince, delikanlı da ona “Ben bulmuşum Mevlâyı, neyleyeyim Leylâyı!” diyor.