M. Fethullah Gülen Hocaefendi, meşhur Papa görüşmesinden döndükten sonra, o zaman kendisine tercümanlık yapan Maroviç’in Vatikan’da dua ederken Cevşen okuduğunu söylemişti. Sonra onun Roma dönüşünün tarihini öğrenince, İstanbul Havaalanı’ndan oraya yakın olan Zaman Gazetesi’nin merkezine aldırtmıştım. Kendisine orada olanları anlatması ve neticenin nasıl olduğunu söylemesini istirham ettim. Sonra da Cevşen meselesini sordum. Dedi ki: “Geçtiğimiz Ramazan ayında, Vatikanın Temsilcisi olarak İstanbul Müftülüğü’ne Ramazan tebriğine gittim. Müftü Selahaddin Kaya Bey bana ‘Kusura bakma malum Ramazan oruç tutuyoruz. Çay kahve yerine size bir dua kitabı hediye etsem nasıl olur.” dedi. Ben de kabul ettim. Baktım Türkçe bir Cevşen duası. Allah’ımızın isimleriyle yapılan bir dua. Çok hoşuma gitti. Hep okuyorum.” dedi.
Biz Ramazan’da Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nda yine bir iftar yemeği vermiş ve bütün din temsilcilerini toplamıştık. Yemekten sonra Maroviç ayağa kalktı. “Allahımızın isimleri yazılı bu Cevşen kitabından duayı ben yapmak istiyorum” diyerek güzel bir duada bulundu.
Bu sırada iftar yemeğini gazetede haber yapmak isteyen bir muhabirimiz yanıma sokuldu bana, “Şimdi bu Cevşen haberini nasıl yapmayım. Onların da kendilerine ait bir Cevşen kitabı mı var?” diye sordu. Ben de “Öyle bir şey yok, bu Efendimizin (S.A.S.) duası… Cevşeni kendisine İstanbul Müftüsü Selahaddin Kaya hocamız hediye etmiş” dedim.
Arkadaşımız Abdullah Birlik, şöyle bir hatırasını anlatıyor. “İzmir’de geniş körfez var diye Eisenhower Uçak Gemisi gelmiş. Fakat biz daha hiç uçak gemisi görmemişiz ki, ona göre rıhtım yapalım. Gemi kıyıda yanaşma imkanı olmayınca, mecburen açıkta demirlemiş. Ziyaretçileri botlarla gemiye götürüp-getiriyorlarmış. Bu arada Üstad’ın talebelerinden Ahmed Feyzi Kul Ağabey de “Biz de gidip şu geminin papazı ile tanışıp görüşsek” demiş. Dört kişi (Ahmet Feyzi Kul, Kemal Doğanata, Necdet Doğanata ve Kâşif Açan) gitmeye karar vermişler. Kemal Bey, Avukat Necdet Doğanata’nın Ağabeyi ve o zaman Havacı Pilot Üsteğmen Kâşif Hoca, Hava Astsubay ve NATO’da görevli. Orada Amerikalı subaylara kendi dillerindeki eksikliklerini öğretiyor. Oraya kafilemizin tercümanı olarak katılıyor. Gemiye çıkıyorlar. Görevli Papazla tanışıp konuşuyorlar. O zaman papaz Binbaşı rütbesinde. Kendisi bizimkileri misafir odasına alıyor. Dar ve uzun bir oda. Ortasında da dar ve uzun bir masa var. Masanın etrafında oturuyorlar. Tam üç buçuk saat Kaşif Hocanın tercümanlığında konuşuyorlar. Ahmed Feyzi Ağabey malum gayet fasih ve beliğ şekilde, akıl ve mantık dolu hitabetiyle konuşuyor. Ev sahipliği yapan Binbaşı Papaz çok memnun oluyor. Sonra da kalkarken Papaz Efendi, ‘Ben konuyu şöyle toparlayayım diyor. (Masanın tam üzerinde orta yerde bir lâmba varmış.) Bakın biz bir masanın dört tarafında oturuyoruz. Hepimizi şu tepedeki tek ışık aydınlatıyor. Bunun gibi, ayrı ayrı din mensupları olsak da hepimizin aydınlandığı nokta bir ve tek.’ diyor. Ahmed Feyzi Ağabey kendisine bir Cevşen-i Kebîr hediye ediyor ve uçak gemisinden ayrılıyorlar. Gel zaman git zaman onun rütbesi Korgeneral oluyor ve dini yönden de artık konum itibariyle Kuzey Amerika’nın Baş Kardinali oluyor.
Seneler sonra Hocaefendi bir vesile görüşüp tanışmak için ziyaretine gidiyor. Bu zat meğerse, yakın senelerde vefat eden CAN OCANER (John O'Connor) imiş. Hatta ayrılırlarken bir dua edelim diyorlar. Hocaefendi ‘Siz buyurun’ diyor. Kardinal cübbesinin iç cebinden bir şey çıkarıp oradan okumaya başlıyor. Meğer bir Cevşen imiş. Kim bilir belki de çok çok yıllar önce gemide kendisine hediye edilen Cevşen olabilir.”
(Gördüklerim Duyduklarım I, Abdullah Birlik)
Evet Hocaefendinin dediği gibi “Tohumun sırrını toprak çözer.” Yeter ki, biz elimizden geldiği kadar tohum ekelim…