Barla Lahikasının 163. Mektubunda Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
“Aziz, sıddık, ciddî, samimî âhiret kardeşim ve hizmet-i Kur'âniye'de çalışkan bir arkadaşım Re'fet Bey!
“Mektubunuz beni mesrûr etti. Biliniz ki, iki sene evvel mâbeynimizde hararetli bir uhuvvet başladı. Sonra bazı ârızalarla ileri gitmedi. Müjde, şimdi ileri gidiyor. Çünki, Husrev bana yazdığı mektubunda, senden çok memnun olduğunu, Barla'dan döndükten sonra seni istediğim tarzda bana gösteriyor.
“Demek tam onunla ittihad ve teşrik-i mesâi ediyorsun. Elinden geldiği kadar onunla münasebeti kuvvetleştir. Hem herbir has talebenin mühim bir vazifesi, bir çocuğa Kur'ân öğretmek olduğundan, sen bu vazifeyi yapmağa başladın. Sen birinci talebelerden olduğundan inşâallah senin çocuğun da birincilerden olacaktır. Mâdem çocuk benim de evlâd-ı mâneviyemdir; ona verdiğin ders, yarısı senin nâmına ise, yarısı da benim hesabıma olmalıdır.
“Senin rü'yan ise çok mübarektir. Tâbiri pek zâhirdir. Isparta bir câmi'dir. Husrev, Re'fet, Lütfü, Rüşdü gibi zâtların samimî mütesânid hey'etinin şahs-ı mânevîsi sana Said suretinde gösterilmiş. Risaleler ile verdiğiniz ders ise, va'z u nasihat suretinde gösterilmiş. Senin namazı kılmadığından geç kalıp, acele ederek derse yetişmek durumunun tâbiri; Sözler'in neşri hâricinde bazı vezâif-i dîniye, hem bir parça tenbellik, sizi birincilik hakkın olan birinci dersde ikinci derecede kaldığınıza işaret edip, seni îkaz ediyor.
“Her ne ise.. Ben senden şimdi çok memnunum ve oradaki kardeşlerim dahi senden çok memnundurlar. Cenâb-ı Hak bizi ve sizi tarîk-ı Hak'da, hizmet-i Kur'âniyede sebat ve metâneti versin, âmin. Kayınpederiniz Hacı İbrahim Efendiye çok selâm ile Bedreddin'e ve hemşireme çok dua ediyorum.”
Bu mektubu da Üstad Hazretleri: “Aziz, sıddîk, ciddî, samimi âhiret kardeşim ve hizmet-i Kur’aniyede çalışkan bir arkadaşım” dediği Re’fet Beye yazmış ve ona “Hüsrev, bana yazdığı mektubunda senden çok memnun olduğunu, Barla’dan döndükten sonra seni istediğim tarzda bana gösteriyor. Demek tam onunla ittihad ve teşrik-i meşâi ediyorsun. Elinden geldiği kadar onunla münasebeti kuvvetleştir. Hem her bir has talebenin mühim bir vazifesi, bir çocuğa Kur’ân öğretmek olduğundan sen bu vazifeyi yapmaya başladın. Sen birinci talebelerden olduğundan, inşallah, senin çocuğun da birincilerden olacaktır. Madem çocuk benim de mânevi evladımdır; ona verdiğin ders, yarısı senin nâmına ise yarısı da benim hesabıma olmalıdır.”
Üstadın Rusya’dan firârı sırasında karşılaştığı Hızır Aleyhisselam'a benzeyen zât da kendisine “Sen Türkiye’ye gidersin. Türk kardeşlerine selâm edersin. Başlarında çok musibetler var. Üç şeye riayet etsinler: 1- Kur’an derslerine, 2- Ezan-ı Muhammediye… Onu daima yüksek sesle okusunlar, 3- Cemaate… Cemaatten ayrılmasınlar.” demişti..
Van’dan, Erzurum üzerine sürgüne götürülürken, Korucuk köyüne uğradıklarında o sıkıntılı ve ümidin kesik olduğu günlerde Hacı Münir Bakan’a Üstad “Çocuklarınıza Kur’an okutup öğretin. Çocuklarınızı OKUTUN, Allah sizi muhafaza eder.” demişti.
Ta baştan Üstad Hazretleri kendisine üç düşmanı hedef seçmişti: Cehâlet, fakirlik ve tefrika… Bunlara karşı da üç silahı vardı: Eğitim, çalışma ve sanat bir de uhuvvet… Sonra bu programı eline alan zât da, cihan çapında hayata geçirmek için elinden gelen gayreti gösterdi.
Bu hususta, bilhassa çocukların ve gençlerin yeni gidilen ülkelerde asimile olmadan entegre olmaları için yapılması gerekenler mevzuunda irşadkâr nasihatlar ile yollar gösterdi…