En büyük keramet

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    09 Ağu 2017 19:14
    Kastamonu Belediyesi Mezarlıklar Müdürü Şevket Oğuz Ünal, bir gün arkadaşları ile Mehmed Feyzi Efendiyi ziyarete  gider. Sohbette, Mehmed Feyzi Efendi şöyle der: “Dünyada, İMAN  ETMEKTEN daha büyük KERAMET  yoktur.  Dünyada Allah’a iman eden  kişi, O’nun kaza ve kaderine de iman eder. Bunlar zamanı gelip zuhur ettikçe hayrete düşmez; ‘Zaten ben bunlara iman etmiştim.’ der. Fakat inkâr edenler, başlarına gelenleri telaşla, paniğe kapılarak, korkarak karşılarlar. Onun için keramet aramak için kapı kapı dolaşmak gerekmez. Kâmil iman sahibi olup güzel ameller yapmak gerekir. Ne hikmetse bazı kimseler keramet arıyorlar’ diye başlar ve şöyle devam eder:

    “Zamanın birinde değerli bir âlim varmış. Bir de o âlimi kıskanan âbid varmış. Çok ibadet eden o kişi Allah’a şöyle niyaz etmiş. ‘Ya Rabbi! Bana bir keramet göster. O sayede insanlar benim Sana  nasıl ibadet ettiğimi görsünler!’ 

    “Nihayet o çok ibadet eden kişinin musluğundan ALTIN  akmaya başlamış. Bunun üzerine hemen kıskandığı âlime koşmuş ve şöyle demiş: ‘Efendi sen bunca zamandır dirsek çürütüp göz nuru döküyorsun, halka bir şeyler anlatırsın, ama ne kerametin var? Bak  benim eve gel de gör, musluğumdan altın akıyor!’ deyince âlim zât: ‘Efendi seni şeytan aldatmıştır. Erenlerin, Allah dostlarının yanında toprakla altının bir farkı yoktur. Altın dünya mal ve metaındandır. Hem de şeytanın, kulları aldatmakta kullandığı bir araç, bir oyuncaktır. Allah bize su ile abdest almayı emretti, altınla değil.’ demiş. Bunun üzerine âbid zât tövbe istiğfar etmiş. Ondan sonra da ilim ile  elde edip ihlas ile amel etmeye  çalışmış.”

    “Mehmed Feyzi Efendinin bu sohbetinden sonra dışarı çıkan arkadaşlar, ‘Biz içimizden: -Acaba bu zâtın ne kerameti var?’ diye düşünmüştük’ demişler. 

    Emekli Milli Eğitim Müdürü Sami Kırıkoğlu anlatıyor: ‘1975 yılı  Haziran ayında Mehmed Feyzi Efendinin ziyaretine gitmiştik. Hal ve hatır sorduktan sonra bir konuya girdi. O konuda âyet ve hadisler okuduktan sonra özetle şöyle dedi:

    “Gökyüzü şeffaftır, yer ise kesiftir. Gökyüzüne göre dûn (aşağı) vaziyettedir. Biz insanlar yerden çıkan madenlerden top, tüfek, makine, teçhizat ve benzeri bir çok âletler yapıyoruz. Halbuki fezadan henüz gereği gibi yararlanamıyoruz. İlim ve teknikte öyle gelişmeler olacak ki, gökyüzünden çok daha fazla yararlanılacak, çok değişik ve çeşitli âletler yapacağız. Hatta o kadar gelişme olacak ki, Sevgili Peygamberimizin (S.A.S.) konuştukları sözleri gökyüzünde yakalayacak ve insanlara dinlettireceğiz.” demişti.  

    1983 yılının Ocak ayının son günlerinde sağ tarafına nüzul (inme) isabet, eder, kısmî felç geçirir. Bir müddet sonra ziyaretine gelenlere Mehmed Feyzi Efendi:
    “İnşaallah nüzulü geçiştirdim. Şimdi sadece zafiyet var. Her iş sağ elle yapıldığı ve sol elimi de kullanmadığım için Peygamberimizden (S.A.S.) şefaat istemeye mecbur kaldım. Sonunda Elhamdülillah hastalık geçti, gitti. İbn-i Sîna da felç olmuş. Kendi tıbbî bilgileriyle tedavi olmaya çalışmış, ama iyileşememiş. Kaside-i Bürde sahibi de felç olmuş, Efendimiz’den (S.A.S.) şifâ talep etmiş ve iyileşmiş. Ben de yarı felç oldum. Kaside-i Bürde’de geçen ‘Mevlaya salli ve sellim daimen ebedâ * Alâ Habîbike hayri’l-halkı küllimi  /  Hüve’l-Habîbüllezî türcâ şefâatühû *  Li külli hevlin mine’l-ehvâli muktahımî’ mısrâlarını tekrar tekrar okuyarak Efendimize (S.A.S.) salâtü selam getirerek Allah’tan şifa talep ettim. Rüyamda kapı çalındı. Kapıyı açtım. Yüzü peçeli bir zât, elinde bir şırınga vardı. O iğneyi felçli tarafıma batırdı. Sabah kalktığımda kolumun iyileştiğini gördüm!” der.

    Mehmed Feyzi Efendi, ilim hakkında da şöyle derdi:

    “Farzın farzı İLİM’dir. İlimsiz hiçbir şey olmaz. İlim olmadan kişi ibadetini dahi nasıl yapacağını bilemez. Mal-mülk gibi şeylerde KANAAT  güzeldir. İlimde kanaat  güzel değildir. Resul-i Ekrem Efendimizin (S.A.S.) en çok yaptığı dualardan birisi, ‘RABBİM  İLMİMİ  ARTIR’ idi.” 

    “Mehmed Feyzi Efendi, ‘Farzdan evvel farz, ilimdir’ derken, kişiyi kendi ilmî atmosferinde hakiki bir şahsiyete büründürmeye çalışırdı. Onun lâtif ikliminde âyet ve hadisler ter ü taze, sanki yeni nazil oluyormuş gibi olur ve  mânevî bir hava oluşurdu.”

    Hafız Yunus Bakıoğlu diyor ki: “Mehmed Feyzi Efendi bir gün ‘Eh konuşun bakalım.’ dedi. Tabiî orası konuşmak yeri değil, dinlemek yeriydi. O gün sohbet nereden başladı, nereye gitti hatırlamıyorum. Ama hiç unutmadığım bir şey ilim üzerinde ısrarla durmuş olmasaydı: ‘Sizin hayatta bir tek işiniz var, o da ilimle meşgul olmak. İlme mâni olacak herşeyi terk edin. Memleketin büyük meselelerini (siyasetini) düzeltmeye kalkışmayın. Bunlar bir defter ve kitap sayfası değil ki, çevirivermekle hallolsun.” (Tabiri câizse bize, ‘Siz boyunuzdan büyük işlere karışmayın. Sizin bir tek işiniz var, o da ilim’ demek istemişti.)

    Mehmed Feyzi Efendi, 1960’ta Kastamonu’da Müftülük yapmış bir zâta “İslam garip olarak başladı… Tekrar garipliğe avdet edecek”  Hadis-i Şerifini şöyle izah etmişti: “Buradaki GARİPLİKTEN  maksat, sadece yalnızlık demek değildir. Meselâ Güneş yalnızdır, gariptir ama, bütün gezegenler ona muhtaçtır; ışıklarını, ziyalarını Güneşten alırlar. İslamın  (Ve şuurlu Müslümanların)  garipliği bu mânadadır. Herkesi hayrette bırakacak bir gariplikleri vardır.”

    Onun bu izahlarının gerçekliğini şimdi daha iyi anlıyoruz…
      
    Safvet Senih 
    09 Ağu 2017 19:14