En büyük velâyet, cemaattir

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    10 Kas 2022 09:36
    M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: “Şehitlere hesap sorulmadığı gibi i’lâ-yı kelimetullahı hakkıyla yapanlara da ötelerde hesap görülmez ve sorulmaz. “Derince bir mümin olmak lâzım. Asıl mesele işi dert edinmekte. Bir kişi diye yapılan işi küçük görmeyelim. Yarın (dik duran) bir kişi, pek çok kişiyi arkasından sürükleyebilir. (İğne ile kuyu kazmak gibi zordur bu iş, ama o kuyunun suyu çok tatlı olur.)


    Topkapı Sarayı’nın güzelliklerini, sanatını nasıl avam nazarı ile baktığımızda kulübeye çevirmiş olursak, Üstad Hazretlerini de biz değerlendirmeye kalkarsak, saygısızlık etmiş oluruz. Çünkü bakış seviyemiz ve mantığımız yeterli değil. İmam Gazalî ve Üstad gibi zatlar çağlarının önünde olmuşlardır. Her şeye küllî bir nazar ile bakmışlardır. Onları iyi anlamamız lazım. Onların davaların arkasında Allah ve Resulü vardır. Çağlarında en kestirme ve en isabetli yol onların yoludur.


    “Çağımızda Üstad Hazretleri, Efendimizden (S.A.S.) sonra, makam-ı cem’in en üst seviyede temsilcisi; velâyet-i kübrânın temsilcisidir. “En büyük Keramet; ilmî keramettir. Keramet-i ilmiyeden istifade etmek, yalnız Risale-i Nur’dan istifade etmeye bağlıdır.”  (H.E.)


    “En büyük velâyet, cemaattir. Cemaatin bereketine nâil olmak en büyük velilikten daha iyidir. Velâyetin şahs-ı mânevisi cemaat ile temsil edilmesi hem en kestirme hem de en garantili yoldur. Allah’ı anlatmakla kazanacağımız sevabı elli defa hacca gitmekle kazanamazsınız. Adanmışlığın bedeli ödenmelidir. Onun bedeli ise, ölesiye çalışmaktır. Kendini hizmete vakfeden bir insan davasına adanmış demektir. Öyle bir insan da kendisini başka yerlerde pazarlayamaz. “Bir damla dava yüklü bir insan, kendinden elli kat, daha yüklü bir dâhiden daha güçlüdür.” (H.E.)


    Üstad Hazretleri bir gün diz üstü oturmuş, münacâtta bulunuyordu. Üstadın ayak parmaklarından birisi, hep aynı şekilde diz çökmekten yaralanmıştı. Üstad Molla Resüle dedi ki: “Bu yaraya ne sürsem iyi olur. Molla Resül o esnada ateş yakıyordu. “Merhem sür, belki iyi olur.” Sonra da hayretini ifade ile “Biz de Allah’tan korkuyoruz, ama senin ödün patlıyor!  Sen de bizim gibi biraz rahat otur!”  dedi. Üstad şöyle dedi: “Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatta kazanmaya gelmişsiniz. Hem burada rahat oturayım, hem de cenneti isteyeyim bu olmaz. Onun için rahat oturmaya cesaret edemiyorum.”


    Üstad Hazretleriyle Emirdağ’da bir Kadir Gecesi’nde misafir kalan Vanlı Molla Hamit, “Efendim yine emrederseniz, hizmetinizde bir müddet kalmak istiyorum” dedi. Üstad, bin aydan hayırlı olan Kadir Gecesi’ni kastederek “Kardeşim bin aydır buradasın. Daha ne istiyorsun?” dedi. Bu sefer Molla Hamid; “Efendim! Hiçbir kitabınızda olmadık şekilde, ‘İhlas Risalesi’ni hiç olmazsa her on beş günde bir defa okunmalıdır’ diye yazmışsın. Bu, İhlas dua değil, salavat değil; on beş günde bir defa okunmasının hikmeti nedir?” dedi. Üstad, “Kardeşim mümkünse, her gün okuyun. Çünkü bütün ibadetlerin başı, mayası İhlas’tır.” dedi.


    Nazım Akkurt anlatıyor: “1953’te Isparta’da ziyaretine gitmiştim. Üstad, o zaman bize Risalelerden çok şeyler izah etti. Biz on bir kişi idik. Üstad yine yatağında oturuyordu. Biz de diz çökmüş etrafında oturuyoruz. Dedi ki: “Zübeyir, ders yapacağız. Kardeşleri çağır.” Orada bulunanlardan aklımda kalanlar: Zübeyir, Bayram, Sungur, Ceylan, Rüşdü…” idi. Zübeyir Ağabey dersi ayakta okudu. Ben baktım, o okurken Üstad da izah ediyordu. Orada, “Risale-i Nurları ah etmeyin.” diyenlere cevap buldum. O zaman çünkü sırayla herkese soruyordu: ‘Sen nasıl anladın?’ diye. Tam on altı kere sordu, bize… Ama, baktı, ben bir şey anlamıyorum ya, en çok bana sordu. Üstad izah etmese, ben bilmiyorum ki anlamıyorum ki… Saymıştım, on altı kere sordu… Daha 1959’da Üstad Arapça Mesnevi-i Nuriyeyi izah ederek anlattı. Ondan sonra serptiği o tohumlar her tarafa yayıldı. Risaleler 1960’tan sonra anlaşılmaya başladı. O devirler zaten yazıp neşretme devri idi. Risaleleri anlamaya yani manasına çalışan pek fazla yoktu.


    “Üstad’ın rahatsız olduğu için yüzüne bakmıyoruz. Bir ara ellerine baktım. ‘Kardeşim biz dünyaya tenezzül etmiyoruz. Yoksa dünya elimizde top gibi!..’  dedi. Ben birden Üstad’ın elinde dünyayı top gibi gördüm. Çok korktum ve şöyle bir titredim. Başımı öne eğdim.”


    1959’da İzmir-Tire’den Rasim Tekeli Emirdağ’a Üstad’ın ziyaretine gitmişti. Şahit olduklarını şöyle anlattı: “Üstad birden yattığı yerden doğrulup diz üstüne gelerek konuşmaya başladı: “Küfrü mutlakın belden aşağısına felç gelmiştir. Bundan sonra bir şey yapamazlar. Ancak, vaziyeti muhafazaya çalışırlar.” dedikten sonra, içimizde bulunan ve ticaret lisesinde okuyan iki talebeye doğru döndü ve onlara hitaben “Sizler yarın öğretmen olacaksınız; eğer talebelerinizin imanını kurtarırsanız, onların âlâ-yı illiyyine çıkmasına vesile olursunuz. Bunu yapmazsanız onlar esfel-i sâfiline düşerler. Birincisinde mükâfat, ikincisinde mücazat kazanırsınız. Eskiden bu vazifeyi hocalar yapıyordu. Bu iş şimdi siz öğretmenlere kaldı. Bu şuurla çalışmalısınız.” dedi. Üstad Hazretlerinin öğretmenlerle ilgili böyle çok tavsiyeleri mevcuttur. 


    10 Kas 2022 09:36