M. Fethullah Gülen Hocaefendi Çocuk Terbiyesinde şöyle diyor:
Her mümin anne-baba, çocuklarını gayet tabii olarak Kur’an-ı Kerim’e göre çerçevelemeye ve resmetmeye çalıştığımız, o en ideal toplumun sıhhatli ve mükemmel bir parçası şeklinde yetiştirmeyi düşünürler. Ne var ki, onların bu hisleri, pratik hayatlarına aksetmez ve namaz, hacc, oruç, zekat… gibi ibadetlerle derinleştirilmez veya daha doğrusu, ağızlarıyla söylediklerini güzel sözleri sonradan güzel davranışlarla pekiştirilmezse, pekiştirilip davranışları sözlerinden daha doğru görülmezse; söyledikleri sözlerin tesiri şöyle dursun, bazen aksü’l-amel yapması bile söz konusudur. Sözlerinin çocukların üzerinde nüfuzunu (tesirini) arzu eden bütün babalar ve anneler, söylemek istedikleri şeyleri evvela kendileri kemâl-i hassasiyetle yaşamalı, sonra onu başkalarından istemelidirler.
“İmam A’zam’a atfedilen bir menkıbeyi, konumuza ışık tutması bakımından zikredip geçeceğim:
“O dönemde bir çocuğa BAL dokunuyordur; çocuğa onca ‘YEME!’ tavsiyelerine rağmen, o yine bal yemeye devam eder. derken bir gün elinden tutup Hz. İmam’ın huzuruna getirir ve ‘Bu çocuk, bal yiyor, biz yememesini istememize rağmen o yemeye devam ediyor’ derler. Hz. İmam: ‘Götürün Kırk gün sonra bu çocuğu bana getirin.’ der. Kırık gün sonra yeniden getirilir. İmam çocuğu karşısına alır ve bal yememesini tavsiye eder. çocuk kalkarken babasının elini öper ve ‘Babacığım, bir daha bal yemeyeceğim’ der. Oradakiler: ‘Yâ İmam, ilk getirdiğimiz zaman niçin nasihat etmeyip de, bizi kırk gün beklettiniz?’ diye sorduklarında, İmam onlara şöyle cevap verir: “Siz çocuğu bana getirdiğiniz gün, ben bal yemiştim. Eğer kendi yaptığım bir şeyden onu vazgeçirmeye çalışsaydım, ihtimal nasihatım makes bulmayacak (tesirsiz kalacak) idi. Bu kırk gün içinde, ben onu vücudumdan atıp da öyle nasihat etmek istedim.”
“Doğru sözün yanında, doğru hareket çok mühimdir. Çünkü çocuğun nazarında, davranışlarımızla sözlerimiz arasındaki tezat, onun bize olan güvenini sarsar. Hayatta bir kez olsun yalanınızı veya davranış ve söz çelişkinizi yakalayan çocuk, bunu zihninde taşıdığı sürece, siz onun nazarında GÜVENİLMEZ BİRİ olarak kalırsınız. İlerde küçük bir hoşnutsuzluk hâsıl eden davranışınızda o husus şuur üstüne çıkar ve siz evladınızın nazarında TİKSİNTİ duyulan biri gibi algılanırsınız. Dolayısıyla da sözleriniz onda hiç mi hiç makes bulmaz. Öyleyse davranışlarınızı öyle ayarlamalıyız ki, onlar bizi evlerinin içinde baba ve anne değil de birer melek farz etmeliler. Bizde ciddiyet, bizde vakar, bizde hassasiyet görmeli ve sonuna kadar bize güvenmelidirler. İşte duygu ve düşüncelerin, böylesi bir yolla intikalini başaran anne ve babalar EN BAŞARILI MUALLİM sayılırlar…”
Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimiz İstanbul’da kalırken, bina sahibi Ağabeyimizin küçük çocukları, arasıra Zübeyir Ağabeyin odasına gelirlerdi. Onlar içeri girince Zübeyir Ağabey, üstüne başına sözlerine hal ve tavırlarına son derece dikkat eder, yanındaki ağabey ve kardeşlere de “Aman dikkat! Çocuklar geldi. Şimdi fotoğrafımızı çekecekler. Yanlış bir şey yapmayalım!” diye ikaz ederdi.
Hocaefendinin annesi Refia Hanım, çocuklarının terbiyesine çok dikkat ediyordu. Bu meseleyi oluruna bırakmıyordu. Zaten yaşadıkları evde büyük küçük herkes birbirine karşı EDEB ÖLÇÜSÜNDE davranıyor, saygıyla hitap ediyordu. Çocuklara sadece ismi söylenmiyor, mutlaka EFENDi veya HANIM eklenerek konuşuluyordu; Mesih Efendi, Salih Efendi gibi, Refia Hanım, kendisinden küçük kayınbiraderlerine bile efendi, diyerek sesleniyor, süt oğlu olan en küçük kaynı Seyfeddin Beye de “Küçükbey” diye hitabediyor. Hıfzını tamamladıktan sonra Hocaefendiye de “Hâfız” diye hitap etmiş, hacca gittikten sonra da “Hocaefendi” demişti. Kardeşler bile birbirlerine hitap ederken çok küçük yaşlar dışında hep “Efendi” ilavesiyle konuşuyorlardı.
Bu evde çocuklar, daha doğmadan, Kur’an, salavat ve dua ile muhatap oluyordu. Refia Hanım hamileliğinde her gün mutlaka Yâsin okuyor, her ay en az bir hatim indiriyordu. Emzirirken hafif sesle Kur’an ve salavat okuyordu bebeklerin kulağına. Kucağından bırakıp ev işlerine başladığı zaman da dilinden dökülen yine Kur’an, yine salavat-ı şeriflerdi. Çocuklar annelerinden hep o mübarek kelamı duyuyor, ruhen âşina oluyor, onu öğrenmeye hazır hale geliyorlardı. Daha konuşmaya başlarken Kur’an okumayı ve namaz kılmayı öğretiyordu. Bütün çocuklar 4-5 yaşlarında hatim etmişlerdi. Annesinin kendisine Kur’an okumayı öğrettiğinde üç yaşlarında olduğunu söyleyen Sıbğatullah Gülen, annesinin derslere nasıl teşvik ettiğini şöyle anlatıyor: “Annemden dayak yediğimi hiç hatırlamıyorum. Beni okutmak için çok iltifat ederdi. Şeker verirdi, üzüm verirdi. Ben dışarıda iken gözüyle işaret eder, eve çağırır, ekmeğime yağ sürer, okuturdu. Annem disiplinliydi, çok severdi ama lâubâlilik yapmazdı.”
Refia Hanım namaz üzerinde çok hassasiyetle duruyordu… Kur’an ve namazla birlikte çocukların ahlâkına, davranışlarına da özen gösterirdi. Mesela, “Bir çocuk size bir şey dedi mi, o şeyi, onun gözüne bakarak dinleyin. Peygamberimizin sünneti böyle” derdi. Çocukları hatta torunları böyle alışmıştı.” (Şemsinur Özdemir, Hacaanne Ve Ailesi)