Güzellikler mütevazi ve gürültüsüzdür

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    20 Eki 2017 11:25
    Fıtratta, fıtrî olan şeylerde bir uyum, bir âhenk ve düzen vardır... Sivri ve dik şeyler yoktur. Kâinat  yuvarlaktır. Muhyiddin-i Arabî’nin tesbitiyle, “Allah kemâl sıfatlarla muttasıflar. Onun için, kemal sıfatları ve isimleriyle kâinata tecelli edince, kainatı en kâmil ve en mükemmel şekil olan küre şeklinde yaratmıştır. Kainata bağlı olarak da bütün sistemleri güneşleri, ayları, yıldızları da kürevî olarak yaratmıştır.” diyor. Gerçekten hiçbir şey göz tırmalayıcı değildir.

    François Reni de Chateubriand, bir hatırasını anlatırken şunları söylüyor:

    “Bir akşam Niagara Şelalesi’nden biraz uzakta bir orman içinde yolumu şaşırmıştım; az sonra etrafımda günün söndüğünü gördüm ve Yeni Dünya çöllerinde güzel bir gece manzarasını, bütün yalnızlığı içinde tattım. Güneş battıktan bir saat sonra, Ay karşı ufukta ağaçların üstünde kendini gösterdi. Bu GECELER  KRALİÇESİNİN  kendisiyle beraber doğudan getirdiği güzel kokulu bir rüzgar, ormanlar içinde serin bir nefes gibi önünde koşuyor sanılırdı. Bu menzevî yıldız yavaş yavaş gökte yükseldi. Bazen sükunetle LÂCİVERT YÜRÜŞÜNE devam ediyor, bazen karla taçlanmış yüksek dağların tepesine benzeyen bulut yığınları üstünde dinleniyordu. Bu bulutlar mütemadiyen duvaklarını açıp kapayarak gidiyorlar, yahut hafif köpükleri gibi dağılıyorlar, yahut göklerde göz kamaştırıcı pamuk yığını kümeleri teşkil ediyorlardı. Göze o kadar tatlı görünen kümeler ki, insan âdeta yumuşaklıklarını, elastikiyetlerini hissediyor.

    “Yeryüzündeki manzara bundan daha az güzel değildi. Ay’ın mavimsi ve kadifeli aydınlığı ağaçların arasından iniyor ve en koyu karanlıkların derinliği içinde ışık demetleri uzatıyordu. Ayaklarımın altında akan dere bazen ormanda kayboluyor, bazen aksetmiş yıldız kümeleriyle pırıl pırıl yanarak tekrar meydana çıkıyordu. Derenin öte tarafındaki otlakta AY IŞIĞI, hareketsiz duran çimenler üstünde uyuyordu. Hafif rüzgârlarla sallanan ve öteye beriye yayılan ağaçlar bu hareketsiz ışık denizi üstünde yüzücü gölge adaları teşkil ediyordu.

    “Ara sıra birkaç yaprak düşmese, anî bir rüzgar geçmese, alaca baykuş inlemese, yakınımda herşey sükûnet ve uykudan ibaret olacaktı. Uzakta ara sıra Niyagara Şelâlesinin boğuk iniltileri işitiliyor, bu sesler gecenin sükuneti içinde, çölden çöle yayılıyor ve ıssız ormanlar arasında sönüp gidiyordu.

    “Bu levhanın azametini, hayret veren hüznünü, insan dilleriyle anlatmak kâbil değildir; Avrupa’nın en güzel geceleri bile bunun hakkında bir fikir veremez. Bizim ekilmiş tarlalarımız da hayal boş yere genişlemeye, etrafa yayılmaya uğraşır; her yanda insanların yurtlarına rastlar. Fakat bu vahşi yerlerde, ruh bir orman okyanusuna gömülmekten, şelâlerin uçurumları üstünde uçmaktan, göller ve nehir kenarında düşünmekten, bir kelime ile kendini Allah’ın önünde yalnız bulmaktan derin bir zevk duyar…”

    İşte, hissedebilene, fıtrattaki sâde, mütevazi ihtişamlı sakinlik; sükunet ve huzur veren güzellik…

    Gürültüsüz güzellikler konusunda Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan şu güzel düşüncelerini serdediyor:
    “Renk, pembelerin en güzeli… ufacık yaprakları zevk ve âhenk ile dizilmiş bir minyatür çiçek!.. Altındaki yapraklar bu güzel eseri teşhir eden eller…
    “Dikkat  ettim, ne çiçekte sizi baştan ayağa istihfaf eden mağrur, şeytanca gülümseme, ne yapraklarda sun’î bir edâ…  herşey o kadar tabiî ki!... 
    “Bu çiçek sanki toprağın nazlı, ince mânâlı bir tebessümü… neler söylemiyor ki… ince fakat güzel bir yüze ve göze kendi kendine yerleşen ve sinen bir tebessüm; insana ferah veren, iç açan bir melek gülümsemesi.
    “Güneş sessiz sessiz, yükseliyor; ay gürültüsüz bir gökyüzü seyahati yapıyor; yıldızlar sükun içinde pırıldıyor.
    “Dağlar sakin, sessiz, azametinden utanmış gibi sise bürünmüş.
    “Bütün hayat veren büyüklükler, güzellikler ne kadar mütevazi, ne kadar gürültüsüz. Ağaçlar gürültüsüz boy atmış; toprak, bu güzellikleri bize veren hazine, belki insan ruhunda bir minnet ızdırabı oluştururum diye bir an başını kaldırıp mağrur ve şeytanca gülümsemiyor.
    “Onda evlâdının üzerine eğilen ve bütün saadetini ona hizmette bulan bir ananın şefkatli bahtiyar tebessümünü görmemek kâbil değil. 
    “Bu pembe çiçek işte onun bu tebessümü idi.”

    Bediüzzaman Hazretleri bu hususta ağaçların ve çiçeklerin ifade tarzlarına şöyle kulak verir:
    “Evet her bir nebat, her bir ağaç, pek çok lisan ile Yaradanlarını öyle gösteriyorlar ki; ehl-i dikkati hayretlerde bırakır ve bakanlara, ‘Sübhanallah! Ne kadar güzel şehâdet ediyor!’ dedirtirler. Evet, herbir nebatın çiçek açması zamanında ve sünbül vermesi anında, tebessümkârâne, mânevî konuşmaları hengâmındaki tesbihleri, kendileri gibi güzel ve zâhirdir. Çünkü her bir çiçeğin güzel ağzı ile ve muntazam sünbülün lisanı ile, mevzun (ölçülü, biçimli) tohumların ve muntazam habbelerin kelimeleriyle HİKMET  gösteren o NİZAM, müşahede ile, gösteren bir MİZAN  içindedir. O  MİZAN ise, maharet-i sanatı gösteren bir SANAT  NAKŞI  içindedir. O SANAT  NAKŞI,  LÜTUF  ve KEREMİ  gösteren bir ZİYNET  içindedir. O ZİYNET  de RAHMET  ve İHSANI gösteren LÂTİF  KOKULAR  içindedir. Birbiri içinde bulunan şu mânidar keyfiyetler, öyle şehâdet dilidir ki, hem Yaradanı GÜZEL  İSİMLERİ  ile tarif eder, hem SIFATLARI  ile vasıflandırır, hem İSİMLERİNİN  TECELLİLERİNİ tefsir eder, hem sevdirilmesini ve tanıttırılmasını ifade eder.

    “İşte bir tek ÇİÇEK’ten böyle bir şehadet işitsen acaba  zemin yüzündeki Rabbânî bağlarda bütün çiçekleri dinleyebilsen, ne derece yüksek bir kuvvetle Cenab-ı Hakkın varlığının ve birliğinin  zarurî olduğunu ilan ettiklerini işitsen, hiç şüphen ve vesvesen ve gafletin kalabilir mi? Eğer kalsa, sana insan ve şuur sahibi bir varlık denilebilir mi?”  (On Dokuzuncu Pencere)

    Kainatın bu sessiz ama ihtişamlı bir şekilde Cenab-ı Hak hakkındaki şehadet ve şahitliğini, derin bir tefekkürle bilhassa Risale-i Nurlar gibi eserleri, mütâlaa ve müzakere etmekle çok daha iyi idrak edebiliriz. 
     
    Safvet  Senih 
    20 Eki 2017 11:25