Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi “Daima hamle ve aksiyon insanı olabilmenin sırrını ve sürekli kalabilmenin çarelerini sorunlara, özetle şöyle cevap veriyor: “(Aksiyonun bizce mânâsı) İslâmî Hizmetlerde, aksiyon veya hamle derken, mevcut olanı yeterli görmeme; himmetini âlî tutma, dünyaları Cennete çevirme mevzuunda hiç durmama, yılmama, usanmama veya bu işi sonuna kadar götürme mânalarını da mülâhaza edebiliriz. Bu işin sonu ise: -ki soruda bahsedilen sırrın cevabı budur - “Yakîn (ölüm) sana gelip çatıncaya kadar RABBİNE İBADET ET.” (Hicr Suresi, 15/99) âyetinin anlattığı UFUK NOKTA’yı yakalamaktır. Yani kulluğunu bütün samimiyet ve canlılığıyla yakin gelip çatıncaya kadar götürebilmek. Evet, işte bunu o güne kadar götürme gerçek bir hamle ve aksiyondur. Gerek ferdi planda, gerekse, ictimâî planda kul kendinden istenen vazife ve sorumlulukları can u gönülden düşünüyor ve edâ etmeye de uğraşıyorsa, biraz önce ifade ettiğimiz gibi o, hamle ve aksiyonu, doğru mânâda anlamış ve yaşamış demektir. Aksi halde, meseleyi tek boyutu ile ele alıp ve yapageldikleri maddî hizmetler ile, Türkiye’yi dünyanın en mâmur ülkesi haline getirseler ve bir KISIM İSTİHRACLARDA beyan edildiği gibi kılıçlarını Sultan Ahmed Camii’nin minarelerine assalar bile, iş yine kayıp gerisin geriye gidecektir. Hatta, bir hamlede dünyayı kurtarsalar ve ardından da amellerine güvenmenin ağına düşseler, bunların yaptıklarının Hakk nazarında hora geçmeyeceğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu mânâ ve ruhun devam ettirebilmek için:
1-Fikrî ameliyat ister. Evet herhalde bizim en büyük kusurumuz, her türlü tefekkürden, tetkikten uzak ve gâfilâne yaşayışımız olmalıdır. Dahası kendi içimizden murakebeden (otokontrol) mahrum gönül-kubûr hayat gerçirmemizdir.
2-Râbıta-i Mevt.
Yani daima ölümü düşünüp, onunla senli-benli olma; her gün ama her gün. Azrail ile randevuya hazırlanma mânâsında râbıta-i mevt. Bunun için hastaneler ziyaret edilmeli… çeşitli hastalıklardan dolayı orada bulunanlarla içli-dışlı olunmalı. Mezarlara gidilerek ve kendimizi kurumuş, çürümüş kemikler halinde tasavvur ederek dünyanın fena ve zevâli hatırlanmalıdır. Ayrıca ‘İnsan ölür gider geriye eseri kalır’ mülâhazasıyla, arkada, bir eser bırakmak için durmadan çalışıp çabalamalı ve bu hayat, dolu dolu yaşanmalıdır. Bakın, İnsanlığın İftihar Tablosuna; Refik-i Âlâ’ya vuslatın yaklaştığı, o hayat-ı seniyyelerinin sonunda bile, Bizans’a karşı bir ordu hazırlıyor, başına da babası Mute’de şehit olan ve torunu gibi sevdiği Üsâme’sini (Üsâme b. Zeyd) getiriyor. Hastalığı ağırlaştığı o son anlarında, bayılıyor, ayılıyor ve her ayılışında da ordunun gidip gitmediğini soruyor. Rica ederim sekerat-ı mevtte olan, ölüm heyecan ve heyecanlarını yaşayan bir insanın meşgul olacağı şey midir bu? Bir dava adamı için ondan da ileridir. O Sultana bedel işte bir de çırak! Bu milletin içinden çıkmış o nadîde dimağ: Murat Hüdâvendigar. (…)
3-Birlikte hizmet ettiğimiz arkadaşlardan ayrılmama… zira onlar bir Allah ordusudur. ‘Allah’In ordusu daima galebe çalacaktır.’ (Mâide Suresi, 5/56)
Evet, bazen iç âlemimiz ve ruh dünyamız itibariyle yıkılmış olabiliriz. Bu tahribatı onların o bereketli iklimi içinde bulunmakla tamir etmeliyiz. Bazen, içinde bulunduğumuz menfi atmosferde kendi kulağımız, kendi elimiz, kendi ayağımız bize kâfi gelmeyebilir. İşte o zaman arkadaşların eliyle tutma, gözüyle görme, kulağıyla duymayı gerçekleştirerek kendi güç ve kuvvetimizin üstünde bir forma ulaşabiliriz.
4-Bizi her zaman metafizik gerilim içinde tutacak ve canlı kılacak kitaplar okumak.
5-Hak ve hakikata, hizmet adına mutlaka üzerimize bir vazife alma. Evet, bu sayede insan, dava arkadaşları ile sık sık bir araya gelir; yapılan işlerin neticesi, yapılacak olanların da mütâlâa ve müzâkeresiyle meşgul olur ve bir hafta boyu onunla yatar, onunla kalkar; bir an bile boş kalmadan hizmet soluklar. Böyle davranınca, Cenab-ı Hak da onun aşkını, şevkini, diğer tabirle hamle ve aksiyonu bereketlendirir. ‘Bana bir zira’ (dirsekten parmak ucuna kadar olan mesafe) yaklaşana, bir kulaç yaklaşırım… Yürüyerek gelene koşarak gelirim’ hadis-i kudsisi de bu hakikatin ifadesi olsa gerek.”
Bu tesbitleri yeniden bir daha mütalâa ve müzakere edelim…