Hebennekalar

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    07 Haz 2023 11:08
    Tarihte ahmaklığı ile şöhret bulmuş Hebenneka isimli bir şahıs vardır. Ahmaklık ile ilgili bir misâl verilecekse hemen peşinden  “Hebenneka gibi…”  denilir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri Mesnevi-i Nuriye isimli eserinin birkaç yerinde ondan bahseder. Öldükten sonra dirilmeyi ele alan Lâsiyyemalar bölümünde şöyle diyor: “Onun için, Haşri, tasdik etmeyen kimse, tıpkı, her şeyi hatta kendi varlığını bile inkâr eden bir anlayışa sahip Sofestâî gibidir. Hatta Hebennekadan de ahmaktır ki, o meşhur Hebenneka kendisinden başkasını tanımaz, hatta kendisini de tanımaz, kendisini de külahı olmaksızın tanımaz. Kendi külâhını başkasının başında gördüğü zaman ise ona kendisi zannederdi!  Kâfirin inkârı da onun külâhıdır.”


    Mesnevi-i Nuriye’nin Birinci Risalesi olan “Tevhid güneşinden Lemaat” ta özetle şöyle denilmektedir: “Cenab-ı Hak yarattığı her bir sanat eseri üzerine bir mühür basmıştır. Bunlardan hayat üzerine vurduğu mühre bakınca görüyoruz ki:  Hayat ile bir şey her şey; her şey de bir şey oluyor. Mesela içilen su ile pek çok organ yaratılıyor. Yenilen pek çok yiyecekler de has bir cisme, özel bir cilde, basit bir cihaza dönüşür.


    (Bir tek canlı varlık, bir caminin pek çok cemaati içinde topladığı gibi, camiiyet sebebiyle, kâinatın küçültülmüş bir misaline benziyor. Mesela bal arısı, ekser mevcudata bir fihrist…  İnsan, kainata bir numune. Ne var ise âlemde, Âdem’dedir, âdemde, Âdem evladı insanda. )


    “Nasıl ki, gezegenlerden, su damlalarına, buz ve cam parçalarına kadar her parlak ve şeffaf şeyde güneşin tecellileri vardır. Eğer esas ışık kaynağı olan güneş olmasa onlarda hiçbir parlaklık olmaz. Güneşi inkâr etmek onların her birinin bir güneş olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Eğer Cenab-ı Hakkı ve onun bütün varlıklarda bilhassa canlılarda tecelli eden isimlerini, birisi inkâr ederse bu sefer Allah’ın yarattığı ve isimlerini tecelli ettirdiği her bir varlığı birer ilah gibi ve hâşâ Cenab-ı Hakk’ın vasıflarını taşıyan birer yaratıcı gibi kabul etmek gerekir. Eski Yunan ve Roma dinlerindeki tanrı ve tanrıca anlayışı benzeri binlerce ilahı kabul etmek gerekir. 


    “Eğer bir kitap elle yazılmış ise bir katibin kalemi yeter eğer eski matbalarda  basılacak olsa teker teker harflerin birer birer dizilmesiyle olacağından herbir harf için de hadsiz kalıpların  olması gerekecek. İşte kainat da bir kitap gibi, Bir ve Tek olan Cenab-ı Hakk’ın Kudret Kalemiyle yazılmıştır. Eğer kainat ve içindekilerin sebepler, tabiat v.s. tarafından var edildiği iddia edilirse, bu takdirde vehim ve hayallerin bile tiksineceği bir hurafe ortaya çıkar. Yani o düşünce ve anlayışa göre toprağın, suyun ve havanın her bir zerresinde milyonlarca, hatta çiçeklerin ve meyvelerin sayısınca mânevî matbaa ve makinelerin saklanmış olduğunu kabul etmek gerekecek. Böylece bir yaratıcı ve İlahı reddedenler binlerce uydurma ilahı tapmak zorunda kalacaklar. 


    “Mesela bir kitaptaki bir harf, kendisini bir harf kadar gösterir. Ama onu yazan kâtibini çok cihetlerle gösterir. Mesela katibin yazısı çok güzeldir. Katibinin kalemin mürekkebi kırmızıdır, mavidir veya siyahtır gibi. Kainat kitabındaki varlıklar da birer harf gibi kendilerine bir cihetten gösterirler ama Yaradanlarına ise kendilerinde tecelli eden isimler ve sıfatlar adedince işaret, delâlet ederler.


    Her sene öldükten sonra diriltmenin üç yüz bin misalini, kışta kadavralar haline gelmiş ağaçların baharda kısa zamanda cennet hurileri gibi yapmak ve çiçeklerle bezenerek ortaya çıkmaları göstermektedir. Kara toprakta, zindan gibi karanlıkların içinden tohum ve çekirdeklerin hiç karışmadan düzgün ve seçkin bir şekilde tezahür etmektedir. En küçük zerreden kürrelere varıncaya kadar kainattaki varlıklar arasında bir dayanışma, bir birlik ve beraberlik görünüyor. Kainattan en küçük bir şeye sahip olmak için bütün kainata sahip olmak gerekmektedir…


    Her bir tür, milyarlara fertlerden meydana geliyor iki milyon çeşit tür olduğunu farzedersek bunların her birinin beslenmesi için kendilerine mahsus rızıklara ihtiyaç vardır. Her sene bunların unutulmadan ve ihmal edilmeden tam zamanında verilmesi her şeyi bilen gören ve her şeye gücü yeten bir Yaradan’ın varlığının apaçık delillerindendir.


    Biz tefekkür ederken, bir sanat eseri üzerinden hareketle deriz ki, eser, fiile, fiil fâile, fâil isme, isim sıfata, sıfat şuuna (kabiliyete) şuun zata delalet eder. Mesele bir resim veya heykel sanat eseri. Elbette bu eser bir resim yapma veya heykel yapma fiiline işaret eder. Bu fiil bir fâile delâlet eder. Bu da ressam veya heykel-traş ismini gösterir. Bu da resim ve heykel traşlık kabiliyetini gösterir. Bu da bunları yapan zât’ı gösterir ki, ona müsemma denilir. 


    İşte mükemmel bir saray mükemmel bir mimarı gösterir. Mükemmel mimarlık ise mâhir bir sanatkara bilgili bir ve hikmetli bir nakkaşa delâlet eder. İsimlerin mükemmelliği sıfatların mükemmelliğine yani onun ilim, hikmet ve sanat erbabı olduğuna… 

    O mükemmel sıfat ve vasıflar ondaki üstün kabiliyeti bildirir.

    O istidadlar ise o zatın mükemmelliğini ortaya koyar.

    İşte aynen bu düşünce silsilesi de, hatasız ve kusursuz yaratılmış bu kainatın mükemmel sanat eseri olduğunu bildirir. Bu da fiillerin mükemmelliğini sezdirir. Bu sezgi fiillerin mükemmel bir fâili olduğuna işaret eder. Bu mükemmel fâil de, kusursuz bir Sânî (Yaratıcı sanatkar) ismini gösterir. Bu durum da ismin sıfatını gösterir. (Mesela bir hayat eseri varsa, o hayatı verme fiiline o fiil, hayatı yaratan Muhyî ismine, o Muhyi ismi de hayatı veren zâtın  vasfı olan Hayy (Diri, hayatlı) sıfatına işaret eder. Bu da bu sıfatların kaynağı  olan şuuna delâlet eder. Bu mukaddes şuunat da onların sahibi Cenab-ı Hakk’ın varlığını gösterir. Risale-i Nurlarda bu hakikatlar ayrı ayrı yerlerde geniş geniş izah edilmiştir.

    07 Haz 2023 11:08