On Dokuzuncu Lem’a’nın Altıncı Nüktesinde, Üstad Said Nursi Hazretleri, iktisad ve hıssetin (pintiliğin) arasındaki farkı şöyle izah ediyor: “İKTİSAD ve hıssetin çok farkı var. Tevazu nasıl ki, ahlâk-ı seyyieden olan tezellülden (zıllet ve düşüklükten) mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memduha (makbul bir özellik) dir. Ve vakar, nasıl ki, kötü huylardan olan kibirden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memduhadır. Öyle de: Peygamber Efendimizin (S.A.S.) yüce ahlaklarından olan ve belki kainattaki İlahî hikmet nizamının vesilelerinden olan İKTİSAD ise, sefillik, cimrilik tamahkârlık, ve hırsın bir karışımı olan hısset ile hiç münasebeti yok. Yalnız sureten bir benzeyiş var. Bu hakikatı te’yid eden bir olay.
(Malum, Sahabe Efendilerimizin arasında 200 tane Abdullah ismini taşıyan var. Bunların içinde yedi tanesi meşhur. Bunlara Abâdile-i Sebâ denir. Bu zatlar şunlardır: Abdullah bin Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Revâha, Abdullah b. Selam, Abdullah b. Amir b. El-ARS, Abdullah b. Ebî Evlâ’dır. Allah hepsinden razı olsun. Üstad Bediüzzaman Hazretleri işte, konu ile ilgili bunlardan meşhur biriyle misal veriyor ve diyor ki:) “Sahabenin Abâdile-i Seb’a-yı meşhûresinden olan Abdullah bin Ömer Hazretleri ki; Resulullah’ın Halifesi olan Fâruk-u Âzam Hz. Ömer’in (r.a.) en büyük ve mühim mahdumu ve Sahabe Âlimlerinin içinde en mümtazlarından olan o mübarek zât, çarşı içinde, alışverişte kırk paralık bir meseleden İKTİSAD için ve ticaretin vesilesi olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir sahabe ona bakmış, yeryüzünün şanlı halifesi olan Hz. Ömer’in oğlunun kırk para için münakaşasını acîb bir hısset vehmederek (bu kuruntu ile) o imamın arkasına düşüp ahvâlini anlamak istemiş. Baktı ki, Hz. Abdullah hânesine girerken kapıda bir fakir adam gördü. Onun yanında bir parça eğlendi ve ayrılıp gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi sonra ayrılıp gitti. Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti o fakirlere sordu: “İmam, sizin yanınızda durdu, ne yaptı?” Her birisi dedi: “Bana bir altın verdi.” O sahabe dedi: “Fe sübhanallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de sonra hanesinde 200 kuruşu hiç kimseye sezdirmeden nefsin tam rızası ile versin!” diye düşündü. Gitti Abdullah bin Ömer’i gördü. Dedi: “Ya İmam benim şu müşkülümü hallet, sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın?” Ona cevaben dedi ki: “Çarşıdaki vaziyet İKTİSAD’dan, kemâl-i akıldan ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetin ve sadakatin muhafazasından gelmiş bir durumdur, hısset, (cimrilik) değildir. Hanemdeki vaziyet ise, kalbin şefkatinden ve ruhun kemâlinden gelmiş bir haldir. Ne o hıssettir, ne de bu israftır.”
“İmam Âzam bu sırra işaret olarak ‘Hayırda israf olmadığı gibi, israftan da hayır yoktur.” demiştir. Yani “Hayırda ve ihsanda -fakat müstahak olanlara- israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur.”
(Şu anda çoğu vefat etmiş mütevelli ağabeylerimizden biliyorum ki: En büyük himmetleri eğitim hizmetleri için çekinmeden verirken, kendi şahsî harcamalarında son derece iktisadlı davranmışlardır. Bu hususta zengin, orta halli ve günlük yevmiyeleriyle geçinenler arasında bir fark yoktur. Allah hepsinden râzı olsun. Bunlara hala düşmanlık yapmaktan çekinmeyenlere de insaf izan ve vicdan inceliği versin.
Sizlere 1995’te Amerika’da şahit olduğum bir olayı anlatmak istiyorum. Bu olaya, merhum Dr. Ali Kemal Belviranlı ile Mustafa Fidan da şahit olmuşlardır.
Bir himmet yapılıyordu… Bir arkadaşımız da Afrika kökenli bir Amerikalıyı getirmişti. Himmetin heyecanı içinde öğrencilerin bile heyecanlanıp bir şeyler söyledikleri esnada bu Afrikan da 10 dolar himmet etti. Onu getiren arkadaş kulağımıza eğilip “Ağabey bu günlük yaşıyor. Bugün 20 dolar kazanmış. Beş dolarını yol parası yapıp buraya geldi. 10 dolarını himmet ederse elinde 5 doları kalacak” diye bizi uyardı. Biz de teşekkür edip almamak isteyince şöyle bağırdı: “ALLAHÜ EKBER NO PROBLEM!”
Evet, Allah en büyük ve sadece Allah olunca, problem mi kalır! İzan ve itikad ile âh buna bir derince inanabilsek!.. Hallolmadık problem kalmaz.