İnsanın ibadeti

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    31 Eki 2024 13:26


             İnsana en  uygun, en yakışan ve en lâyık ibadet namazdır. Çünkü insan “AHSEN-İ TAKVİM olarak, en mükemmel kıvamda, en güzel biçimde, en harika istidatlarla, en ince lâtifeler ve duygularla bütün âlemlerin listesi ve fihristesi, hem de kainat ağacının meyvesi olarak yaratılmıştır. Nasıl Esmâ-i Hüsnâ içinde bir İSM-İ  ÂZAM varsa, Allah’ın yarattığı nakışlar içinde insan da NAKŞ-I ÂZAM’dır. Meyve nasıl ağacın bütün özelliklerini içinde taşıyorsa, insan da o yaratılış ağacının bütün özelliklerini taşımaktadır; ne var ise âlemde Âdem’dedir Âdem’de…  Âdem oğlu insanda…

             Öyle olunca bütün varlıkların ibadet şekilleri ve zihinlerini içinde toplayan NAMAZ da insanın ibadetidir.

             Yani mesela meleklerin bir kısmı sadece ayakta, bir kısmı sadece rükûda, bir kısmı sadece secdede, bir kısmı da sadece oturarak ibadet etmektedir. Namazda bunların hepsi vardır. Meleklerin bir kısmı sadece Sübhanallah, bazıları sadece Elhamdülillah, bazıları da sadece Allahü Ekber der. İnsan ise namazda bunların üçünü de söyler, hatta namazdan sonra 33’er defa bu üçünü tekrar eder.

             Ağaçlar ayakta gibi, dört ayaklılar rükûda gibi, sürüngenler secdede gibi, dağlar da oturuyor gibi ibadet ederler. Evet insan hepsini birden namazda edâ eder.

             Hatta insanın oruç, zekat ve hac ibadetleri bile bir nevi namazın içinde bulunmaktadır. Yani, namazda hiçbir şey yenilmez içilmez, ömrün zekatıdır ve Kâbe’ye kılınmaktadır…

             M. Fethullah Gülen Hocaefendi ise şöyle diyor:

             “İnsan, mahiyetindeki mükemmelliğini, ancak namaz gibi bir ibadetle ifade edebilir ve Allah’ın istediği insan olma özelliğini ortaya koyar.

             “İnsanın, maddî- mânevî mükemmelliği tartışma götürmez bir gerçektir. Mesela onun boyu, posu, endamı ve uzuvları arasındaki tenasüp (altın oran)  ve hendese, herkeste hayranlık uyandıracak kadar güzeldir, mükemmeldir. Bunu, Romalıların sanat dehâları çok iyi kavramıştır ama, tevhide yönelemediklerinden dolayı, bu duygularını müşahhasın daraltan hendesesine hapsetmişlerdir. (…)

             “Şüphesiz iç ve dış yapısı itibariyle böyle mükemmel bir varlığın, kendisini Allah’a yaklaştıracak ve gerçekten insan olmasının ifadesi olan namaz mutlaka ciddi bir iç derinlikle edâ edilmelidir. Bunu tam edâ edememe endişesi veya gerçekten edâ edememenin ızdırabının yaşanması, kul adına önemli bir seviye farkıdır. (…) Mesela birisi başını secdeye koyduğunda kaldırmayı düşünmüyor..  bir başkası namaza durunca, kendisini gül bahçesine salmış gibi hissediyor..  bir başkası namazda kendini Cennet yamaçlarında sanıyor bir diğeri kendini ruhânilerin önünde görüyor olabilir vs… Bu, herkesin istidadına göre yakalayabileceği bir ufuktur. Ne var ki, biz, niyetlerimizle mükemmelin peşinde olduğumuz müddetçe, hedefe ulaşmasak da niyetlerimizle hedeflediğimiz şeyi her zaman yakalayabiliriz. Unutmayalım ki, ‘Müminin niyeti, amelinden hayırlıdır.”

             “Namazda bize ârız olan hallerin bazıları vardır ki, onlar her zaman bizi aşar, bazıları da vardır ki, bunlar da bizim beşeriyetimizden kaynaklanır. Meselâ insanın kendi iç dünyasında kurguladığı hayaller gelir namazda insanın içine akar ve namazın önüne geçerek, ona perde olurlar. Bu durumda insan sürekli bir sisin-dumanın berisinde kendini hisseder. Hz. Ömer gibi semâlarla irtibatlı bir insan bile, namaz kılarken şaşırır ve üç rekat  kılar. Etrafındakiler, yanıldınız deyince de; ‘Namazda Irak’a asker gönderiyordum!’  cevabını verir. Bu konunun ayrı bir yönü de, namaz kılınan atmosferle alâkalıdır. Hiçbir sıkıntının ve meşakkatin olmadığı bir atmosferde  kılınan namaz ile, bin bir ızdırap, sıkıntı ve değişik düşüncelerin sıkıştırmaları altında kılınan namaz arasında çok büyük farkların olacağı açıktır. İkinci türdeki namazlar, namazdaki derinliğin ayrı bir boyutu gibidirler. Gerçi her ne kadar huzur, sağdan  soldan gelen değişik şeylerle bin bir defa deliniyor ise de, bu streslerin ve sıkıntıların arasında namazı farklı bir zaviyeden tıpkı nefes alma gibi duyma ve hissetme namaza bizim anlayamadığımız farklı bir renk kazandırmaktadır. Bence önemli olan da işte budur.

             “O sebepledir ki, savaş esnasında kılınan namazlar normal zamanlarda kılınanlardan kat kat daha fazla sevaplıdırlar. (…)  İşte bu şekilde, acaba ne zaman bir kurşuna hedef oluruz veya bir bombardımana maruz kalırız gibi mülâhazalar altında kılınan namaz, bu namazın kılınış keyfiyetini yadırgasak da, sâir namazlara göre çok daha büyük ve çok daha önemlidir.”

             (Prizma-4)

             Bazı namazlar var ki, düşmanların verdikleri sıkıntılar ve tehditler altında, hatta yolculuklarda, acaba otobüsleri trenler, uçakları kaçırır mıyım endişeleri içinde kılınıyorsa, veya Hz. Ömer’in Irak’a  asker gönderme telaşları içinde kılınıyorsa, yani Hizmet’in çok önemli bir hususu, bir ihtiyacı bir mahkemesi ile ilgili yahut ajanların, muhbirlerin ihbar tehditleri altında, korkulu bir atmosferde kılınıyorsa elbette çok boyutlu kıymetler üstü kıymet ve değerlere ulaşırlar.

    31 Eki 2024 13:26