Işıkların aydınlatma ufukları

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    03 Tem 2025 10:01


    Nebi İlker Beyin tesbitlerine devam ediyoruz:

    Barla'dan Dünyaya: Risale-i Nur'un Yayılışı

    Risale-i Nur'un Barla'da başlayan yolculuğu, 1950'lerde çok partili hayata geçişle birlikte daha da hızlandı. İlk başlarda elle yazılan metinler, 1956'dan itibaren matbaalarda basılmaya başlandı. 1960'lar ve 1970'ler boyunca süren hukuki mücadeleler sonunda, Risale-i Nur Külliyatı'nın yayını üzerindeki engeller büyük ölçüde kalktı.

    Bugün Risale-i Nur, dijital platformlarda, sosyal medyada ve dünyanın dört bir yanındaki dershanelerde okunmaya devam ediyor. Türkiye'nin kültürel ve dini hayatının ayrılmaz bir parçası haline gelen bu külliyat, onlarca dile çevrildi ve milyonlarca okuyucuya ulaştı.

    Sonuç: Yazının Direnişi

    Barla'da ve Sovyet Rusya'da ortaya çıkan bu iki farklı yazın hareketi, baskı dönemlerinde düşüncenin ve inancın nasıl yaşayabildiğinin ve yayılabildiğinin en güzel örnekleri arasındadır. Risale-i Nur ve Samizdat edebiyatı, modern tarihin en zorlayıcı dönemlerinde, yazının ve düşüncenin gücünü ortaya koyan iki önemli harekettir.

     Bugün, dijital çağın imkânlarıyla düşüncelerin yayılması çok daha kolaylaşmış olsa da, Barla'daki o mütevazı başlangıç ve Sovyet Rusya'daki yeraltı edebiyatı, düşünce özgürlüğü mücadelesinin unutulmaz sayfaları olarak tarihe geçmiştir. Her iki hareket de bize göstermiştir ki; kalem, en güçlü silahlardan bile daha etkili olabilir ve tek bir kişinin yazıları, tüm bir toplumu değiştirebilir.

    İlim ve gerçekler üzerine yazılan yazılar, birer ışıktır. Işık hızı da ses hızından daha fazla yayılma süratine sahiptir. İnsanlığa maddî-mânevî yönden rehberlik yapan, ilimle bilimle ve fenle teknoloji ile insanların yazdıkları kitaplar, eninde sonunda başucu kitaplar ve şaheserler olarak lâyık oldukları konumları kazanacaklardır. Bu arada M. Fethullah  Gülen  Hocaefendi’nin konuşmalarını, vaaz, hutbe ve soru cevap gibi sesli olanları ve artık Pırlanta Serisi  olarak kitaplaşanları da unutmamalıyız.

             Risaleler, genel itibarıyla şu şekilde vücuda gelmiştir: Üstad'a etrafındaki kişiler tarafından sorular sorulmuş, o da bu soruları şartların elverdiği ölçüde cevaplandırmıştır. O, kabz ve bast hâllerini yaşaması durumuna göre bazen çok mufassal tasniflere girmiş, bazen de ihtisar etmiştir. Hatta bazen sadece ayetleri zikrederek konuyla irtibatlandırmış ve birer kelime ve cümle ile deryalara işaret etmiştir. O esnada uzun boylu meseleyi açmaya ruh hâli müsait olmadığı için, işi tabiîliği içinde bırakmış ve kesinlikle hiçbir yerde, hiçbir zaman sun'îliğe girmemiştir. Bu sebeple Risalelerdeki bu türlü yerler cilt cilt şerh edilmeye muhtaçtır.

             Risalelerde satır aralarında ifade edilen hususlardan bir diğeri de meselelerin "tedellî" (tümdengelim, istidlâl) metodu ile anlatılmasıdır. Yani müessirden esere giderek, eserin o çerçevede değerlendirilmesidir. Böylece eser, hem o "Müessir-i Azam"ın büyüklüğü hem de o eserin ifade ettiği mânânın derinliği açısından daha bir açılır ve inkişaf eder. Böyle bir yol, eseri anlama açısından daha önemlidir. Çünkü bunun tersi bir yaklaşım tarzı ki, -eserden müessire doğru gitme yöntemidir- çok defa beklenen sonuca ulaştırmaz. Her ne kadar o eseri oluşturan parçalar ciddî bir tenasüp içinde de olsa ve o eserin değişik yanları tam bir nizam, mükemmel bir âhenk ve şiiriyet de ifade etse, eldeki neticenin yine kendi kıymetince olması bakımından Zât-ı İlâhi hakkında yeterince fikir vermeyebilir.

    03 Tem 2025 10:01