İtiraf ve istiğfar

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    24 Oca 2018 12:50
    “Şeytanın mühim bir desisesi (sinsi hilesi), insana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiâze (Allah’a sığınma) yolunu kapasın. Hem insan nefsinin enaniyetini tahrik edip, tâ ki, nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta işlediği kusurları, kudsî bir iş yapmış gibi görsün… Evet şeytanı dinleyen bir nefis kusurunu görmek istemez; görse de, yüz te’vil ile tevil ettirir. ‘Rıza ile, hoşnutlukla bakan göz, hiçbir ayıbı görmez’ sırrıyla: Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiâze etmez; şeytana maskara olur. Hz. Yusuf Aleyhisselam gibi şanlı bir Peygamber ‘Doğrusu ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhamet edip korudukları hâriç, nefis daima fenalığı ister, kötülüğe sevk eder.’ dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir? Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, Allah’a sığınır. Allah’a sığınan, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Kusuruna itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur.” (Bediüzzaman, On Üçüncü Lem’a, On Üçüncü İşaret, İkinci Nokta)

    İç dünyamızla, Cenab-ı Hakla ilgili durumlarda böyle olduğu gibi içtimai hayatla, ticari hayatla ilgili yansımalarda da benzer durumlar mevzu bahistir. “Dost kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı” isimli kitabında da Dale Carnegie şunları anlatıyor: “New York’un merkezinde oturuyorum. Şehirden kaçmak istediğimde, Forest Park adındaki koruya giderim. Burası çok büyük bir ağaçlık bölge olduğundan tenha yerleri de çoktur. Bunun için köpeğimi serbest bırakır, tasmasız, ağızlıksız dolaşmasına müsaade ederim.
    Bir gün bu koruda gezerken atlı bir polisle burun buruna geldik. Otoritesini kullanmak için birini aradığı belliydi. Hemen çıkıştı:
    -Köpeğinin tasmasını ve ağızlığını takmamışsın. Kanunlardan haberin yok mu?
    Sakin olmaya çalıştım.
    -Biliyorum ama etrafta kimse yok. Zannederim kimseye zarar gelmez
    -Oo… Kanunda zannedenler için bir madde yok. Bir daha görürsem soluğu hakimin karşısında alırsın. Bu köpek bir sincabı öldürebileceği gibi bir çocuğu da ısırabilir…
    Bir müddet sonra yine aynı koruya gittim. Koca koruda sanki bizden başka kimse yoktu. Dayanamayıp Ret’in tasmasını ve ağızlığını çıkardım. Haydi koş bakalım dedim. Koştu ama atlı polise doğru! Aynı “kanunla” yine karşılaşmıştık. Başım beladaydı. Atıldım: 
    -Memur bey özür dilemeye yüzüm yok. Geçen sefer bizi ikaz ettiniz ama aynı hatayı yine yaptık. Her cezaya razıyım. Yanlışımı kabul etmem O’nu yumuşatıverdi.
    -Yok canım… Zaten etrafta kimse yok. Rahatça koşmak köpeğin de hakkı…
    -Ama kanuna aykırı…
    -Canım küçücük bir köpekten kime zarar gelecek?
    -Ya bir sincabı öldürürse?
    -Amma da büyüttün. Burda sincap mı kaldı? Haydi O’nu benim göremeyeceğim bir yere götürün.
    Bu polise önemli birisi olduğunu hissettirmiştim. Yanlışımı kabul edip kendimi cezalandırma yoluna gidince, O’na da beni kurtarmak düşmüştü!
    O’nunla sert bir münakaşaya girseydim, kaybeden ben olurdum. Yanlışımı derhal kabul edince, bana Lord Çeşterfild’den daha kibar davrandı. Halbuki kısa bir zaman önce beni hakimin karşısına çıkarmakla tehdit etmişti.

    Yanıldığımızı samimiyetle itiraf etmek, yanıldığımızı başkasından duymaktan daha iyidir. Hatalarınızı kabul ettiğiniz anda karşınızdaki yelkenleri suya indirir. Size yardımcı olmaya girişir.

    Hayatını reklam afişleri yaparak kazanan Ferdinand Warren, “Hataları kabul etme tekniği”ni nasıl uyguladığını şöyle anlatıyor:
    “-Reklam afişlerinin hem müşteriyi hem reklam şirketini memnun etmesi lazım. Yani zor bir iş benimki. Çalıştığım şirketin en aksi yöneticilerinden biri tarafından çağrıldığım o gün yine esaslı bir eleştiriye uğrayacağımı anlamıştım. Söze şöyle başladım: “Hatayı görüyorum. Son derece mahcubum” yönetici beni savunmakta gecikmedi: “O kadar da mühim değil canım” o gün yemeğe davet edildim ve yeni siparişler aldım.” 

    Hatasını kabul etmeyen, hatasını anladığını belli etmeyen insan, münasebette bulunduğu diğer insanları kızdırır, onları şüpheye sevkeder. Onlarda daha büyük hatalar yapacağına dair bir kanaat uyandırır. Böylece mevcut durumundan ileri gidemeyeceği gibi, mevcut durumunu da kaybeder.

    Hatayı kabullenmek hatta üstlenmek aynı zamanda bir asalet işidir. Üstün bir karakterin belirtisidir.

    Amerika iç savaşında General Robert Lee, Pickett’in süvari kuvvetlerinin zamanında gelmemesi yüzünden uğranılan mağlubiyeti tamamen üstlenmişti. Pickett’in mağlup askerleri hatlarına dönerken, bunları atı üstünde karşılayıp selamlamış “Savaşı ben kaybettim. Sadece ben” demiştir.

    Elbert Hubbard, yazıları büyük ilgi gören bir yazardır. Bir gün bir mektup aldı. Okuyucularından biri bir hafta önceki yazısını beğenmediğini söylüyordu. Hubbard’ın cevabı şu oldu:

    “-Doğrusunu isterseniz ben de bu yazımı pek beğenmedim. Sizin düşüncelerinizi öğrenmekten mutluyum. Ziyaret lütfunda bulunursanız şükranlarımı yakından sunmak imkânını bulmuş olurum.”

    Size böyle davranan birine söyleyecek başka sözünüz var mı?

    Kurslarımdan birinde kursiyerlere, isimlerini yazmadan birbirlerinin şahsiyetleri hakkında bir yazı yazmalarını söyledim. Yazıları okuduktan sonra birinin çok ağır bir şekilde eleştirildiğini gördüm. Kurstan kaydının silinmesi bile isteniyordu. Eleştirilen kursiyerimi sınıfın karşısına çıkarttım. Ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu:

    -Arkadaşlar. Sevilen birisi olmadığımı anlıyorum. Hakkımdaki düşüncelerinizden üzülmemiş değilim. Fakat kusurlarımı da öğrendim. Herkes gibi bende dost kazanmayı isterim. Bunun için yardımınıza ihtiyacım olduğu ortaya çıktı.”

    Bu sözleri bittiğinde o, ihtiyacı olduğu dostları çoktan kazanmıştı. Hatalarını kabul etmesi ona tam bir zafer kazandırdı.

    Yanıldığımız zaman yanlışımızı kabul etmekte gecikmemeliyiz. Bu tavır, yanlışımızı savunmakla elde edemeyeceğimiz kazançlar sağlar.

    İnsanları kazanmak için üçüncü yol şudur:
    Yanıldığınız takdirde, bunu çabuk ve kesin bir şekilde kabul ediniz. 
    Hem Risalenin hem de Dale Carnegie’nin verdiği örnekler çok isabetli. Evet şeytan suçları itiraf ettirmez, takdis ettirir… İtiraf, istiğfar istiaze ise bu problemin tek çaresidir.  
     
    Safvet Senih 
    24 Oca 2018 12:50