Zeylü’l-Habab Risalesinde Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Bil ki: Ey dünya ile tatmin olan ve onda sükûn bulan kişi? Senin misalin; bir sarayın en yüksek yerinden yuvarlanmakta olan kimseye benzer ki, o saray bir sele kapılmış yuvarlanmakta, o sel, dağın tepesinden akıp gelmekte, dağ ise zelzeleye tutulmuş, yerin dibine geçmektedir. Evet, hayat sarayı yıkılıyor, şimşek gibi gelip geçen Ömür Kuşu, Seni Nerdeyse Kabirdeki Yuvana Yumurtlayacak, zamanın seli, mukadderat dolaplarını, akıllara dehşet veren bir hızla çeviriyor, arz gemisi, bulutların geçişi gibi gelip geçiyor. Pek büyük bir hızla yol alan bir trende bulunan bir kimse, yolun ortasında sür’atle giderken, yol kenarında bulunan dikenli çiçeklere elini uzatır da o dikenler onun elini parçalarsa, kendisinden başkasını suçlayamaz. Durum böyle olduğuna göre, dünyanın süsüne, gözünü dikme, elini uzatma. Zira ayrılık elemlerinin dikenleri, daha kavuşma ânında kalbleri parçalıyor, ya ayrılık vaktinde hâlin nice olur?
“Ey, büyük mahşer gününü garipseyen ve akıldan uzak gören kişi! Önünde sayılamayacak kadar çok hususî haşir, neşir ve kıyamet çeşitlerini görmüyor musun? Her sene, hatta her meyveli ve çiçekli ağaçta sayısız kıyametleri müşâhede edip dururken, büyük kıyameti nasıl akıldan uzak görüyorsun? Bu hususta gözle görür derecede katî bir bilgi istiyorsan, aklınla beraber, baharın sonlarında veya yaz mevsiminde, mesela bir dut veya zerdali ağacının altına git de bak, o tadlı, canlı meyveler, o taze, lâtif ve temiz mahluklar nasıl hasredilip neşrediliyor? Sanki onlar, geçen sene ölen meyvelerin kardeşleri ve tıpatıp aynısı gibi benzerleridir. Eğer insanda olduğu gibi onlarda da ruh birliği bulunsaydı, benzerleri değil de aynısı olacaklardı.
“Bu durumu gördükten sonra, ağacın kendisini düşün ki, kuruluğu, cansızlığı, ehemmiyetsizliği, küçüklüğü, damarlarının darlığı ve çiçek ve meyvelere erzak ulaştıran yolların karmaşıklığıyla beraber, o ağaç nasıl başlı başına bir âlem olup çıkıyor ve araştıran bir kimseye ‘Kabirler deşildiğinde (insanlar içinden çıkartılıp diriltildiğinde), (İnfitar, 82/2) âyetinin hakikatinin bir misâlini tasvir ediyor. Elhak, kuru ağaçtan bunca lâtif sanat eserlerini çıkarıp neşreden bir kudrete, imkân dairesindeki hiçbir şey zor gelmez.”
* * *
“Bu dünya bizzat ve kendisi için var olmuş değildir; konaklayıp göç edenlerle dolan ve boşalan bir menzildir. Sâkinleri ise misafirlerdir ki, Kerim olan Rab’leri onları Dâru’s-Selam olan Selâmet ve huzur diyarına, âhiret saadetlerine çağırır.
“Görülen bu tezyinat ise sadece gezip tozup lezzet almak için değildir. onların bir an için lezzet verdikten sonra ayrılışlarıyla sana çok zaman acı çektirmeleri ve zevk verip iştihanı açtıktan sonra ya onların veya senin ömrünün kısalığı yüzünden seni doyurmamaları gösteriyor ki, bütün bunlar ibret ve şükür içindir, daimî asıllarına ve ulvî gayelerine teşvik içindir.
“Dünyadaki bu güzel süslenmiş mevcudat ise, Rahman olan Cenab-ı Hakkın ehl-i iman için Cennetlerde sakladığı şeylerin suret ve asıllarıdır.
“BU fâni sanat güzellikleri de yok olup gitmek için yaratılmamış; suretleri, resimleri, mânâları ve neticeleri alınsın diye kısa bir müdat için burada toplanmış bulunuyorlar; sonra bunlardan ebed ehli için daimî manzaralar örülecek; yahut onları bu şekilde değiştiren Zat, bekâ âleminde onlardan dilediği şeyi yapacaktır.
“Eşyanın, fanî olup yokluğa gitsinler diye değil; bâki kalıp devam etsinler diye yaratıldığına, görünürdeki fâniliğin ise vazife bitişi ve TERHİS demek olduğuna dair delillerden biri de, fâni mevcudatın bir cihette fenâ bulurken, sayısız yönlerden bâkî kalmasıdır. Mesela Kudret kelimesinden şu çiçeğe bak. Kısa bir vakitte bize bakar, sonra fena bulup gider. O, tıpkı kaybolup giderken Allah’ın izniyle binlerce timsâlini kulaklara bırakan, akıllar sayısınca mânalarını akıllara bırakan bir KELİME gibidir. Zira vazifesi tamam olduktan sonra bir çiçek de suret ve mânalarını hâfızalarda ve onu bu şehâdet âleminde görenlerin hâfızalarında gaybî âlemlerin tohumlarında bırakır. Öyle ki, ona bakan herkesin hâfızası ve kendi tohumcukları, güya onun süslü suretlerini saklayan birer fotoğraf ve onun için bâkî birer menzil olur. Bir Çiçeğin durumu böyle ise, onun üstündeki hatta üstünün de üstündeki bâkî ruhların sahipleri insanları buna kıyas et.
“Evet insana gelince, ipi boğazına sarılıp da dilediği gibi dolaşsın diye başıboş bırakılmış bir hayvan değildir. Onun bütün amellerinin görüntüsü alınır, bütün fiillerinin neticeleri bir muhasebe için yazılır ve saklanır.
“Baharın sergilenen güzel sanat eserlerinin güz mevsimindeki tahrip edilmiş şekilleri ise, vazifelerinin bitmesiyle birer terhis, yeni mahlukat kafilelerine yer açılması ve diğer vazifelik sanat harikası güzellerin gelişi için hazırlık ve gafillere ve sarhoşlara, TENBİHAT demektir.
“Ve bu âlemin Sanatkâr Yaradanının bâkî bir başka âlemi vardır ki, kullarını oraya sevk ve teşvik eder. Orada onlar için hazırladığı nimetleri ise ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de öyle bir şey hatıra gelmiştir.”
“Bütün bunlardan sonra ‘İnsan zanneder mi ki, başıboş bırakılacak? (Kıyamet Suresi, 75/36) ve yarın bir sorguya çekilmeyecek? Kellâ! İğneden ipliğe her şeyin hesabını vermek üzere, insan haşre ve ebede gidecektir. Haşir ve kıyamet ise, O’nun kudretine nisbeten bir bahar veya bir güzden başka nedir ki?”
(Mesnevi-i Nuriye’den Lâsiyyemalar.)
Evet kabir ve sonra hesap bizi bekliyor!..