Şeytanın kandırmasıyla edep yerlerinin açıldığını fark eden dem ve Havva’yı İlahî itap ve azardan sonra onlar, yine Cenab-ı Haktan aldıkları kelimelerle pişmanlıklarını dile getirip şöyle yalvardılar:
“Ey bizim Rabbimiz, kendimize yazık ettik. Şayet Sen kusurumuzu örtüp, bize merhamet buyurmazsan, en büyük kayba uğrayanlardan oluruz.’ diye yalvarıp yakardılar. Buyurdu ki: ‘Birbirinize düşman olarak inin. Size dünyada bir süreye kadar kalma ve faydalanma imkân ı veriyorum. (Böylece aslî vatan Cennet’ten geçici vatana dünya sürgünü başladı. A.A.) Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan mezardan çıkarılacaksınız.’ Ey dem’in evlatları! Bakın size edep yerlerinizi örteceğiniz giysi, süsleneceğiniz ELBİSE indirdik. Fakat unutmayın ki EN GÜZEL ELBİSE, TAKVA ELBİSESİDİR. İşte bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Olur ki, insanlar düşünür de ders alırlar.” (A’raf Suresi, 7/23-26)
Bu âyetler üzerine tefsir profesörü Hocamız Dr. Suat Yıldırım şöyle bir izah getiriyor: “Elbiseden de önemli olan TAKVA duygusu ve HAYA hissidir. Örtülmesi gereken yerleri örtmek, namusu korumanın ilk şartıdır. Çıplaklık, övünülecek bir ilerilik değil, ilkellik ve Câhiliyeye dönüştür, irticadır. Câhiliye dönemi arapları, erkeği kadını, birlikte olarak Kâbe’yi çırıl çıplak tavaf ediyorlar, bunu faziletli bir iş tarzında yapıyorlardı. Çıplaklığı yaymak şeytanın teşviki ile olunca, Allah Teâlâ, örtünmenin ve elbisenin insanın maddî ve mânevî süsü olduğunu, şeytana uyup mahrem yerlerini açmamak gerektiğini hatırlatıyor. Allah’ın hikmeti, diğer bir çok canlı mahlukun fıtratına, haya ve örtünme duygusu koymayıp sağlam, güzel ve tabiî bir elbise vermiştir. Haya duygusu verdiği insanı, yalnız onu çıplak yaratmıştır. Böylece insan, hem örtünme emrini tutmanın sevabına ermekte, hem de dünyadaki halifelik görevini ispatlamaktadır. Çünkü bütün yeryüzüne yayılan hayvan ve bitkilerden ve diğer madenlerden elde ettiği giyecekleri yapıp giymekle, (Üniformaları takıp resmi elbise giyen komutan gibi) bütün yaratıklar üzerindeki tasarruf ve yönetme gücünü, halifeliğinin tezahürlerinden birini göstermektedir.”
“Ey dem’in evlatları! Şeytan edep yerlerini açığa çıkarmak için, annenizle babanızı -üzerlerindeki TAKVA ELBİSELERİNİ çıkarttırmak suretiyle – Cennet’ten uzaklaştırdığı gibi, sakın sizi de belâya uğratmasın. Çünkü o da, askerleri de sizin kendilerini göremeyeceğiniz yerlerden sizi görürler. Doğrusu Biz şeytanları iman etmeyenlerin dostları yapmışızdır.” (7/27)
* * *
Kastamonu Lâhikasında bulunan bir mektubun başına Üstad Bediüzzaman Hazretleri “Bu mektup gayet ehemmiyetlidir” notunu koyduktan sonra diyor ki: “Aziz Sıddık kardeşlerim… Bugünlerde, Kur’an-ı Kerim’in nazarında, İMAN’dan sonra en ziyade esas tutulan TAKVA ve AMEL-İ S LİH esaslarını düşündüm. TAKVA, menhiyattan (Allah’ın nehyedip yasakladığı şeylerden) ve günahlardan sakınıp kaçınmak ve AMEL-İ S LİH, emir dairesinde hareket etmek ve hayrat kazanmaktır. Her zaman şerri defedip gidermek, faydalı ve menfaatli şeyleri elde etmeye tercih edilmiş olmakla beraber, bu Tahribat, Sefâhet ve Cazibedar Hevesat zamanında bu TAKVA olan bozucu kötü şeyleri defetmek ve büyük günahları terketmek büyük bir rüchâniyet ve üstünlük kazanmıştır. Bu zamanda tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, büyük günahları işlemeyen kurtulur. Böyle büyük günahlar içinde sâlih amellerin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır.
“Hem, az bir amel-i sâlih, bu ağır şartlar altında çok hükmündedir. Hem TAKVA içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünkü bir HARAMIN terk edilmesi V CİBTİR. Bir Vacibî işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. TAKVA böyle zamanlarda, binler günahın hücumunda bir tek sakınıp vazgeçme, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzlerce vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, NİYET ile, TAKVA nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla negatif ibadetten gelen ehemmiyetli salih amellerdir.
“Risale-i Nur talebelerinin, bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki içtimaî hayat tarzında yüz günah insana karşı geliyor; elbette TAKVA ile günahtan çekinme niyetiyle yüzer amel-i sâlih işlenmiş hükmündedir. Malumdur ki, bir adamın bir günde harap ettiği bir sarayı, yirmi adam, yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam, çalışmak lazım gelirken; şimdi, binlerce tahtibatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve tesirleri pek harikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mucizevârî muvaffakıyet ve fütuhat görülecekti.
“Bu cümleden olarak: İctimâî hayatı idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde, gayet elim ve biçare ihtiyarlar, peder ve valideler hakkında dehşetli neticeler veriyor.
“Cenab-ı Hakka şükür ki, Risale-i Nur, bu müthiş tahribata karşı girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn’in tahribiyle Ye’cûc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi Muhammedî şeriata (S.A.S.) olan Kur’anî seddin sarsılmasıyla, Ye’cüc ve Me’cüc’ten daha müthiş olarak ahlakta ve hayatta zulmetli bir anarşi ve dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor. Risale-i Nur talebelerinin böyle bir hadisede mânevî mücahedeleri, inşaallah sahabe zamanındaki gibi, az emelle, pek büyük sevap ve salih amellere vesile olur.
“Aziz, kardeşlerim! İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hadiselere karşı İHLAS KUVVETİ’inden sonra bizim en büyük kuvvetimiz uhrevî amellerin ortaklığı (şirket-i mânevî) düsturuyla birbirimize kalemlerle, her birinin salih ameller defterine hasenat yazdırdıkları gibi; dilleriyle (duaları ile) de herbirinin TAKVA Kalesine ve SİPERİNE kuvvet ve imdat göndermektir.”
Üstad Hazretleri, mânevî hastalıkların teşhisini isabetle yaptığı gibi onların çarelerini ve ilaçlarını da Tabîb-i Hâzık olarak tam isabetle elhamdülillah ortaya koyuyor. Bizlere ise, dediklerini anlamak ve uygulamak düşüyor.