Padişahların sanat ve meslekleri

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    03 Oca 2024 11:20
    Osmanlı’da hemen hemen her padişah bir meslek dalında uzman derecesinde bilgi sahibiydi. Padişahların mûsikiden hat  sanatına  (yazı yazma sanatı) kadar pek çok ilginç meşgaleleri vardı. Aşağıdaki listede bazı padişahların iyi bildikleri meslekler verilmiştir:
    Sultan I. Mehmed: Yay ustası.
    Fatih Sultan Mehmed: Koleksiyoner, şâir, bahçıvan, iyi bir okur.
    Yavuz Sultan Selim: Şâir, kuyumcu, iyi bir okur.
    Kanunî Sultan Süleyman: Kuyumcu, şâir, kunduracı.
    Sultan II.  Selim: Marangoz (Hacıların kullanması için  asâlar yapar)
    Sultan III. Murad: Ok ustası.
    Sultan III.  Mehmed: Kaşık ustası, şâir.
    Sultan I. Ahmed: Kaşık ustası, Kemankeşlerin (okçuların) kullandıkları özel yüzükler yapar.
    Sultan II. Osman: Saraç ustası.
    Sultan IV. Murad: Şair, bestekâr, hattat (kaligraf), kemankeş, spora ve biniciliğe meraklı.
    Sultan İbrahim: Bağcı  işlemeleri ustası.
    Sultan IV. Mehmed: Şair, askeri marşlar yazarı.
    Sultan III. Ahmed: Hattat.
    Sultan I. Mahmud: Kuyumcu
    Sultan III. Selim: Müzisyen, bestekâr, kemankeş.
    Sultan II.  Mahmud: Kemankeş.
    Sultan Abdülaziz: Güreşçi
    Sultan V. Murad: Bestekâr, Müzisyen, marangoz.
    Sultan II. Abdülhamid: Marangoz, musikiye ve süsleme sanatlarına meraklı.
    (Salih Gülen, Osmanlı Hatırası)
    * * *
    Bediüzzaman Hazretleri Onyedinci Lem’a’nın Sekizinci Notasında diyor ki: “Ey çalışma ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tenbel insan!  Bil ki, Cenab-ı Hak, kereminin kemâlinden dolayı, hizmetin mükâfatını hizmetin içine yerleştirmiştir. Amelin ücretini bizzat amelin içine koymuştur. İşte bu sur içindir ki, mevcudat hatta cansız, câmid varlıklar bile bir nokta-i nazarda hususî vazifelerinde tam bir şevk ile ve bir çeşit lezzetle İlahî emirleri yerine getirirler. Arıdan, sinekten, tavuktan tut, ta Güneş ve Ay’a kadar herşey kemâl-i lezzetle vazifesine çalışıyorlar. Demek hizmetlerinde bir lezzet var ki, akılları olmadığından âkıbeti ve neticeleri düşünmeden mükemmel şekilde vazifelerini îfâ ediyorlar. (…)
    Bak başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, İlahî rahmet hazinesinden lisân-ı hâl ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir, kendi bir çamur yer. Nar ağacı, sâfî bir şarabı İlahî rahmetin hazinesinden alıp meyvesine yedirir, kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder. (…)
    “İşte ‘sünnetullah’ tabir edilen, kâinatta cereyan eden bu sırlı düsturdandır ki, işsiz, tenbel, istirahatte yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çeker. Çünkü daima işsizler ömründen şikayet eder, eğlence ile çabuk geçmesini ister. Çalışan ise, şükreder, hamdeder, ömrünün geçmesini istemez. Hem o sırdandır ki, ‘Rahat zahmette, zahmet rahattadır’ cümlesi darb-ı mesel (ata sözü) olmuştur. (…) 
    “Evet, hikmet Sahibi Yaradan Kitab-ı Mübînin (İcraat prensiplerini içinde toplayan Kitabın)  düsturlarını, gayet güzel bir surette ve özet bir tarzda, has bir lezzette ve mahsur bir ihtiyaçla güzelce toplayıp yerleştirir. Herşey öyle has bir lezzetle mahsus bir ihtiyaçla  amel etmekle o Kitab-ı Mübînin düsturlarını bilmeyerek yerine getirir. (…)  İşte, ilhama mazhar olan arı, örümcek ve yuvasını çorap gibi yapan bülbül gibi hayvanatı bu sineğe kıyas et. Hatta nebâtâtı da aynen hayvanata kıyas edilsin edebilirsin. Evet Mutlak Cömertlik Sahibi Cenab-ı Hak, her canlı ferdin eline lezzet midâdı ve ihtiyaç mürekkebiyle yazılmış bir tezkereyi vermiş, onunla tekvînî fıtrî emirlerinin programını  ve hizmetlerinin fihristesini tevdi (emanet) etmiştir. Bak o hikmet ve celâl sahibi Cenab-ı Hak, nasıl Kitab-ı Mübî’nin düsturlarından arı vazifesine ait mikdarını bir tezkerede yazmış, arının başındaki sandukçaya koymuştur. O sandukçanın anahtarı da vazifeperver arıya has bir lezzettir. Onunla sandukçayı açar, programını okur, emri anlar, hareket eder. ‘Rabbin arıya vahyetti.’  (Nehl Suresi, 68)  âyetinin sırrını izhar eder.”
    Not: Vahiy ile ilham arsında şöyle de bir fark daha vardır. İlham bir bilgidir. Vahiy ise yaptırımcı bilgidir. Vahyi alan, o bilgiyi yerine getirmek zorundadır. Peygamberlere gelen vahiyde işte öyle zorunlu bilgi olduğu gibi, Hz. Musa’nın annesine gelen vahiy bilgisi de öyledir. Yoksa bir anne bebeğini bir zembile koyup Nil nehrine bırakıvermez. İşte arı da aldığı vahiy bilgisini yerine getirmek için çiçekler için vadiler için gidip bal özlerini polenleri toplayıp getirmek zorundadır…”


    03 Oca 2024 11:20