Sen annen tarafına çekmişsin

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    19 Şub 2025 11:01


             Merhum Muhsin Alev Konevi Ağabeyimiz anlatıyor: “31 Mart’ta iftiralarla, isyanları bastırmaya çalışan Üstad Hazretlerini sanki isyancı imiş gibi hapse atıp idam etmeye çalışırlarken, babası Sofî Mirza Efendi, İstanbul’a gelip hapiste ziyaret etmiş. Üstad’a demiş ki; ‘Ben Hasenî’yim. Hz. Hasan kan dökülmesin diye hakkından vazgeçip sulh yapmış. Ama senin anne Nuriye Hanım Hüseynî’dir. Hz. Hüseyin mücadele yolunu tutmuş. Demek ki sen annen tarafına çekmişsin!”

             Hem Arap Mahmut Şevket Paşa, Üstad’a o zaman düşman iken, hem de Divan-ı Harbî Örfi Mahkemesi Başkanı Hurşid Paşa’nın elindeki idam listesinde gıyabî idam kararı  bulunmasına rağmen, Üstad Hazretleri, Sokrat’ın müdafaasına benzer şekilde yaptığı iyilikleri  bir suç gibi sayarak, mahkemeyi lehine çevirip beraat almıştır. Hurşid Paşa, önceden hazırlanmış idam kararını yırtarak, “Said Efendi serbestsiniz” demiştir.

     

    *            *                *

             Hacı Kemal Erimez Ağabey, Mesut Kızılhisarlı’nın evindeki bir sohbette, Medine’de MÜCÂVİR  bulunan  Abdullah Efendi isimli birini getirmişti. Bu zât, Üstad Hazretlerini, İstanbul’da açılan Gençlik Rehberi davası sırasında tanıdığını söyledi. Dedi ki: “Henüz Medine’ye gitmeden önce  idi. İki arkadaş Üstad’ın kaldığı otele gittik. Birimiz yarım kilo hurma, birimiz de yarım kilo limon almıştı. Üstad bir ara karyolasının altına eğildi, sanki faşul fuşul dallar ve yapraklar arasından toplar gibi taze hurmalar koparıp bizlere ikram etti. Bir müddet sonra eğilip aynı şekilde taze limonlar koparıp takdim etti. Çok hayret ettik… Biz ona değil; o bize ikram ediyordu. (…)   İnsan umreye veya hacca giderken oralara ait bir mum içinde yanar. Böylece insan oralara heyecan ile gider. Ama vazifesini bitirdikten sonra bu sefer o mum söner ve memleketine ait bir mum yanar. Hasret ile bir an önce çoluk çocuğuna kavuşmak ister.”

    *            *                *

             Üstad Bediüzzaman Hazretleri, iman ve Kur’an hizmetleri gibi hizmetlerde ihlas ile Allah rızası için çalışmak zorunda olanlar için bu gayret ve hizmetlerin müzahemetsiz olması gerektiğini ifade eder. Yani bu işlerde sen-ben olmaması gerekir. Ama, bazı insanlarda tefevvuk meyli yani önde görünme arzusu, hazımsızlık duygusunu tetikler.  Hazımsızlık hastalığından kurtulmak HAZIM ENZİMLERİNE ihtiyaç vardır. Şimdi, hazım enzimleri üzerinde duralım:

             1-İman-ı billah, Marifetullah, Muhabbetullah ve zevk-i ruhanî her türlü virüs ve mikrobu  eritir.

             2-Vakt-i merhuna riayet etmek, sabrın bir çeşididir. Maalesef bu zalimler hep İŞİD  ile EŞİT…  Onun için, a) Alçaklar karşısında alçalarak zillete düşmeyin; onlara boyun eğmeyin. b) Rızık için de alçaklara boynunuzu aşağı, eğmeyin. Çünkü bir defa eğdiniz mi, arkası gelir asla bir daha doğrulamazsınız. Onun için zelillere karşı zillet göstermemek gerekir. Hani anlatılır yâ;  Ezan okuyan horoza baskı yapmışlar, “Bir daha ezan okumayacaksın” demişler. Horoz ne olacak ezan okumayı veririm. Okumasam ne olacak” diyerek o baskıya boyun eğmiş. Bu sefer “tavuk gibi gıdaklayacaksın” demişler. “Eğer gıdaklamazsan keseriz seni” demişler. Bu sefer tavuk gibi gıdaklamaya başlamış. Sonra gelip “Şimdi yumurta yumurtlayacaksın” yoksa kafanı keseriz” demişler. Horoz, “Ah biz ta baştan boyun eğmekle yanlış yaptık ve bu gün bu durumlara düştük.  Ne olursa olsun ezan okumaya devam edecektik.” Demiş.

    *            *                *      

    Ferdin hakları öne alınmalıdır. Müessese için ferdin haklarından vazgeçilmez. Aksi halde kader tokat vurur. Bu şefkat tokadını anlamazsak bu sefer zecr tokadı yiyebiliriz. Evet ferdin hakları, normalde verebilme imkanı varken eğer verilmezse müesseseye kat kat zararı döner. Tecrübeyle sabittir.

    Anlayışımızı dünya standartlarına çıkarmamız lâzım. Elimizdeki imkânlar her ne kadar bize helâl ve temiz olsa bile, yine de her şeyimizi bulunduğumuz ülkelerin kanunî ölçülerine riayet ederek kullanmalıyız.

    *            *                *

             Connecticut’da Wesleyen  Üniversitesinde 1911’de “Osmanlı Nasıl Yıkıldı?”  diye araştırma  yapılmış. Yine Connecticut’da bulunan United Church of Christ ( Yani ismi Hartford Seminary)  tarafından o sıralarda Türkiye’ye din adamları gönderilmiş, fakat Diyarbakır taraflarında üç tanesi, halk tarafından öldürülmüş. Muslim World dergisinde bunların hikayesi anlatılıyor ve kendilerinden ŞEHİTLER  diye bahsediliyor.

    *            *                *

             Hz. Yusuf’a  Cebrail Aleyhisselam kuyunun dibinde, Hz. İbrahim’in ateş yakmayan gömleğini getirdi. Mısır’da Aziz iken o gömlek Hz. Yusuf’un üzerindeydi. Hz. Yakub Aleyhisselam Kenan’dan Mısır’daki  işte o gömleğin kokusunu duymuştu.

    *            *                *

             Bahaddin Karataş arkadaşımız  anlatmıştı: “Kastamonu’da Mehmet Feyzi Efendi’nin ziyaretine gitmiştik. Kısaca meşrebinin  ve son dönem hayat serüvenini şöyle anlatmıştı: ‘Ben aslında HUBBÎ idim, herkesi sevip kucaklıyordum. Ama bazıları beni CÜBBÎ eyleyip Hz. Yusuf’a kardeşlerinin onu kuyunun dibine attıkları gibi attılar. ‘Oradan beni çıkarın’ diye yalvardım. Bana ‘Bir şart ile…  Şu anda minarenin başında birisi var, vazife yapıyor, onun için artık bundan sonra SUSACAKSIN’ denildi. Böylece SUKÛTΠ oldum. Bir müddet sonra da TURÂBÎ olup toprağa karışacağım’  dedi. Gerçekten bir müddet sonra vefat etti.”

    *            *                *

             “Bize doktorlar olarak, tedavide dikkat edilecek hususlardan bahsederken dediler ki: “Tedavide ilk prensip: HASTAYA  ZARAR  VEREMEYECEKSİNİZ… Bunun gibi, sohbette, terapide, sohbet-i cananda da öyle… Yani her şeyden önce zararımız dokunmayacak… Problemleri azdırmayacak bir üslupta görüşmeliyiz. 
    19 Şub 2025 11:01