Şeytanı Şeytan yapan

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    28 Mar 2024 11:54
    Vahdet-i Vücudça bir anlayışa sahip olan meşhur Hallac-ı Mansur  “Aşk-ı şeytandan, İtaati   demden öğrenmek gerekir.” diyor. M. Fethullah Gülen  Hocefendiye bu yaklaşım üzerine sorulan bir soruya ‘meselenin aslına değil faslına bak’  anlayışıyla çok derin mânalar kazandırarak şöyle diyor: “Buradaki aşkı iki mânada anlayabiliriz. Biri;  hakikati keşfetmek ve onu keşif adına önü alınmaz bir arzuya sahip olmak. İki; birine karşı inhisar-ı fikir etme, teveccüh bekleme, kendine başka rakip kabul etmeyip ‘Ben varken başkaları da kim oluyor ki?!’  vs. gibi düşüncelere saplanmak.
    “İşte bu ikinci şıkta bir bencillik ve egoizma sezilmektedir. Aslında şeytanın, kendi mahiyetinin müsait olduğu ölçüde, yani zaman ve mekân cihetiyle, kapsayıcılığı açısından bir üstünlüğü söz konusu olabilir. Böyle bir hususiyeti ile o, insanın önünde görünebilir ki, bu yanıyla şeytan, ‘Ben,  dem-i istemem, onu kendime tercih etmem..’  düşüncesine girebilir.. Eğer buna bir aşk denecekse şeytanınki böyle bir aşktır.
    Fakat böyle hastalıklı, karşılık bekleyen ve yanlış bir gayrete iten aşktansa, insanı kemâle götüren itaat düşüncesi –ki herşeyi Allah rızası için yapıp netice ve semerelerini burada beklememe, dünyevî garazlardan uzak kalma, Allah ile pazarlığa  kapalı olma, daima itaat, inkıyad ve teslimiyet içinde hareket etme demektir – daha emniyetli ve zengince bir düşüncedir. 
    “İşte bu şekilde değişik mülâhazalarla mukayyet bir düşünceyi ifade için Hallac:  ‘Aşkı şeytandan, itaatı da  dem’den öğrenmek gerek’  demiştir. (…)
    “Aslında Hallac’a bu sözü söyleten onun şeytan hakkındaki şu düşüncesidir. ‘Şeytan, Allah’a karşı gönlünü kilitlenmiş. Ondan başkasına gönül vermeyen birisi idi. Ne var ki o, Allah ile kendisi arasında insanı görünce, böyle görmenin de ötesinde, bir de  dem’e secde ile emrolununca, -Hallac gibi düşünenlere göre -  şeytanın aşkı; onun Allah’tan gayrısına secde etmesine mâni oldu. Bu sebeple ‘Ben senden başkasına secde etmem dedi.’  Bu düşüncelere bütünüyle katılmak mümkün değil. Kaldı ki böyle bile olsa, Hallac’ın da şeytan’ın da atladığı bir şey var; o da emre itaattaki incelik Hz.  dem emre itaatteki inceliği anlamış ve sürçtükten sonra hemen doğrulup, ‘Ey Rabbimiz! Biz (emrini dinlemek suretiyle)  kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen mutlaka ziyan edenlerden oluruz’  ( raf Suresi, 7/23)  diyerek dua  dua yalvarmıştı. Şeytana gelince o, Allah’ın  dem (A.S.)’e secde emrindeki espriyi anlayamamıştı.”
    “Aşk, acz ve fakr kaynaklı olması itibariyle kendi ruhunda, bir takım suistimallere açık kapılar bulundurmaktadır. Evet âşık, maşukundan alâkayı kesebilir, kesebilir ama onun bir kısım perdelere takılıp kalması da muhtemeldir. Bu zaviyeden baktığımızda şeytanın maruz kaldığı bu durumu, o perdelerden biri kabul edebiliriz. Onun için de hem aşkta, hem şevkte, hem de şükürde sünnet-i seniyye yolunu takip etmek çok önemlidir. Bazen insan, bunlarda arayıp hayâl ettiği şeyleri bulamayabilir; bulamayıp çeşitli beklentilere girebilir, hatta sebepler adına ortaya konan şeyleri mutlak değer olarak ele alıp  ‘Bu sebepler, şu neticeleri doğurmalıydı’  diyebilir vs. Oysa ki, Allah (c.c.) bizi cebirler içinde sürüklenmesinde de ayrı bir rahmet ve adalet vardır. –Hâşâ- Onun, bizim sebeplere tevessülümüzle neticeyi yaratma gibi bir mecburiyeti yoktur. İşte Sünnet-i seniyye bize bu hakikatı öğretmektedir. Aliyyü’l-Kârî bunu ifade ederken, ‘Hiçbir şey, MÜTE L  olan Allah üzerine Vâcib değildir. Allah’ın kul ile kendisi arasında TENEZZÜLEN  yaptığı bazı mukavelelerde; ‘Bu senin hakkın, bu da benim hakkım’  demesi, dilin bir hususiyeti olan MUK BELE  (Veya MÜŞ KELE  yani aynı kelimelerle aynı şekilde ifade etme)  esasına göredir. Yoksa ne haddimize ki, bütün malzemesi Kendisine ait olan irade dediğimiz şeyle kalkıp o işin neticesine sahip çıkalım. Nasıl ki, neticeyi hâsıl etmek elimizden gelmez, öyle de hükümleri neticeye binâ etmek de elimiz değildir.’ der.
    “Evet, esasen sebeplere, müsebbep (netice) arasında bir münasebet vardır ve âdet-i Sübhâniye prensipleri içinde, o sebeplere riayet edilince, sonuç  meydana  gelmektedir. Ancak o sebepleri temsil eden insanların, müsebbibi düşünce ve ‘İlle de böyle olacak’ deme hakları yoktur. Çünkü sebep – müsebbep irtibatı olsa da, gerçekte neticeler sebeplere bina edilmemiştir. Mesela, Cenab-ı Hak, meşietini ortaya  koymak için insanlara:  ‘Siz Güneş  Sistemine üflesek; Allah (c.c.)  onu dağıtır ve buna da biz sebebiyet vermiş oluruz. Ama realite planında yani, sebep-netice münasebeti açısından bizim üflememizle Güneş Sisteminin dağılmayacağı muhakkaktır.”
    (Prizma-2)
    Bizim edille-i şer’iyye ölçüleri içinde riâyet etmemiz gereken  hususlara çok dikkat etmeliyiz

    28 Mar 2024 11:54