Size müjde getirdim İstanbul’dan

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    18 May 2023 11:43

    Münazarat Risalesi’nin ilk baskısının girişinde, İstanbul’dan Üstad Güney Doğu’ya âşiretler için dönünce kendisine sorulan sorulardan şu şekilde bahsedilir:

    Soru: Ey Seyda! İstanbul’a gittin, bu büyük ınkılabı (Meşrutiyeti) gördün, mühim işler içine girdin. Bize ne getirdin?

    Cevap: Müjde getirdim!..

    Soru: Müjde ne demek?.. Bazılar bize ‘Sizin için fenalık var.’ diyorlar?

    Cevap: Nurdan zarar gelmez. Gelirse, yarasalara gelir murdar şeylere gelir. Size bütün kuvvetimle yalnız Kürdistan’a değil, belki âleme işittirecek tarzda bağırarak müjde veriyorum ki, umum İslam’ın, bilhassa Osmanlıların, özellikle Ekradın saadetinin fecr-i sâdıkının geldiğini hatta Bâşid başında görüyorum. Ebu’l-Alâ Maarri’nin burnuna rağmen, faraza şu devletin yarı milleti bahasında verilse idi, gene ucuz… Zulmetle beraber yansa idi gene ucuzdu.

    Soru: Biz ise öyle işitmedik?

    Cevap: Şeytanın arkadaşları çoktur…

    Soru: Öyle ise zihnimize gelen şüpheleri ve sualleri hallet!..

    Cevap: Elbette… Fakat müşteri olmadan, istemeden mâlımı satmam…

    Soru: İstibdad nedir? Diğeri: Ermeniler ağa oldular. Biz sefil kaldık. Başkası: Dinimize zarar yok mu? Daha başkası: Jön Türkler şöyledir, böyledirler. Bize de zarar verecekler. Diğeri gayr-i müslim nasıl asker olacak? İlâ âhir…

    Cevap: Yâhû, şu gürültülü karmakarışık sizin gibi intizamsız suallerinize nasıl cevap vereceğim!..

    Soru: Sual sorma kâidesini sen göster!..

    Cevap: Meşrutiyet kanunu ile suâl ediniz!.. Yani içinizden bir iki zeki adamı seçiniz, tâ size vekil olarak müşteri olup sual etsin; siz de dinleyiniz! Onlar peki peki…’

    Soru: İstibdad nedir? Meşrutiyet nedir?

    Cevap: İstibdad, tahakkümdür. Keyfî muameledir. Kuvvete dayanarak cebirdir. Tek kişinin reyine bağlıdır (her şey) Suiistimale gayet müsaid bir zemindir. Zulmün temelidir. İnsaniyeti mahveder. Sefahet derelerinin esfel-i sâfiline insanı tekerlendirip yuvarlar. Âlem-i İslamı zillet ve sefalete düşürtür. Garazları ve husumeti uyandırır. İslamiyet’i zehirler. Hatta her şeye zehir atar. Müslümanlar arasına öyle ihtilaflar atar ki, Mutezile, Cebriye, Mürecie gibi yoldan çıkmış dalâlet fırkalarını doğurur. İşte bu kadar büyük kötülükleri yapan istibdaddır. Evet taklidin pederi ve siyasî istibdadın veledi olan İlmî İstibdadır ki, Cebriye, Râfıza, Mutezile gibi İslamiyet’i karmakarışık yapan fırkaları doğurmuştur.

    Soru: İstibdad bu derece öldürücü bir zehir olduğunu bilmezdik. Elhamdülillah parçalandı. Onu esasıyla tedavi edecek olan Meşrutiyet ilacını bize tarif et!..’

    Cevap: Meşrutiyet ‘İşlerde onlarla istişare et’ (Âl-i İmran 3/159) “Onların işleri, arlarında şûra ve meşveretledir.’ (Şûrâ Suresi, 42/38) âyet-i kerimelerinin tecellisidir. Şer’î, İslamî meşverettir. O nuranî varlığın kuvvete bedel hayatı hakdır. Kalbi marifettir. Lisanı muhabbettir. Aklı kanundur, şahıs değildir.


    Evet, meşrutiyet, milletin hâkimiyetidir. Siz dahi hâkim oldunuz. Bütün şevkleri ve yüce hisleri uyandırır. Uyku yeter. Siz de uyanınız. (…) Biliniz ki, hükümet, hekim gibidir. Millet hastadır. Farz ediniz; ben şu çadırda oturmuş bir hekimim. Şu etraftaki her bir köyde Allah etmesin birer ayrı hastalık var. Ben o hastalıkları teşhis etmemişim. Hem de rahatsız olmamı istemeyen yağcılardan ve yalancılardan başka kimseyi görmemişim. Şu halde o köylere tanımadığım bir hastalığa görmediğim bir hastaya gönderdiğim reçetesiz, ölçüsüz bir ilacı kullanan acaba şifa mı bulur? Yoksa ölür mü? Evet, ‘Ölmeden önce ölünüz’ sırrına, şunun karanlık sâyesi altında mazhar olur.


    İşte her köye böyle ilaç göndermek, hatta da açlık hastalığı ile karın ağrısına mübtelâ olan emsalinize hazım ilacı hükmünde olan iâne toplamak. Yahut eşkıyalık ve husumet derdiyle iltihablanmış bulunan o vücuda iltihabı ziyadeleştiren Hamidî alaylar icra etmek ve ilâ âhirihî… Acaba tedavi midir? Yoksa zehirlenme midir?!.. Melekü’l-mevte (ölüm meleğine) yardım etmek midir?


    Meşru meşrutiyetin timsalini isterseniz; farz ediniz ben bir hekimîm. Şu şadır da eczanedir. Ben de içindeyim. Bütün köylerde veyahut evlerde çeşit çeşit hastalıkları teşhis etmiş reçetelerini yazmış halkın seçtiği adam (millet vekili, mebus) yanıma geliyor. Reçetesini ortaya koyup arzediyor. ‘Cehalet hastalığı ile baş ağrısı var, yazılıdır. Ben de fen ilacını önce onların diliyle, sonra da resmi dille veriyorum. Bir başkası reçetesini gösteriyor. ‘Dini anlama ve yaşamada zayıflık var) diyor. Ben de fenleri İslamî bilgi ve irfan ile bileştirerek bir macun yapıyorum, müderrislerin ellerine veriyorum, gönderiyorum. Diğer reçetece, ‘Husumet hastalığı ile ihtilal sıtması var’ yazılı... Ben de İslamî milliyet fikrini uyandıracak, ışıklandıracak, ilaç gibi adâlet ve muhabbeti o nur ile birleştirerek sulfatoya benzer bir ilaç veriyorum. İşte böyle bir hekimdir ki, vatan hastanesinde bîçâre evlatları helâkten kurtarır.


    Meşru meşrutiyetin hükümetinin nuranî timsâli gelince. ‘Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz ve idare ettiğiniz her şeyden mesulsünüz.’ Hadis-i şerifin sırrınca, her bir büyük adam bu düsturu nazara almak gerektir.” (Münazarat Risalesi girişi…)

    18 May 2023 11:43