Ticari ortaklıklar

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    05 Haz 2024 00:01

             Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu zamanda i’lâ-yı kelimetullah’ın maddeten terakkiye bağlı olduğunu söylüyor. Onun için de fakirlikten kurtulup imkân sahibi olarak insanlığın bu umumî derdine de derman bulmak gerekiyor.

    M. Fethullah  Gülen Hocaefendi “Çok Uluslu Şirketler Çağında Ticarî Ortaklıklar”  başlıklı yazısında bazı tavsiyelerde bulunuyor: “Dünya, ticarî, siyasî, kültürel vb. alanlarda, süratle işlerin büyük ölçekli olmanın geçerli olduğu bir döneme doğru kaymaktadır. Böyle bir dönemin arifesinde, ‘Gelecekte ticarî ve iktisadî hayatta bir natürel seleksiyon, yaşanacağını, küçüklerin dökülüp biteceğini, büyük ölçekli  olanların hayatlarını devam ettireceğini; dolayısıyla da himmetlerin bir araya getirilerek büyük iş merkezlerinin tesis edilmesinin  gerektiğini defalarca dile getirdiğimi hatırlıyorum. Ne var ki, bugüne kadar istenildiği ve arzu edildiği seviyede bunun gerçekleştiğini de söyleyemeyeceğim. (Bunun 1990’larda söylendiğini düşünüp, Hocaefendinin bu hususta ne kadar  ileri görüşlü olduğunu anlayalım.)  Onun için güvenilir ve piyasayı bilen kabiliyetli, kapasiteli insanların önderliğinde büyük ortaklıkların tesis edilmesi mutlaka gereklidir.

    İkinci olarak; yapılacak işler,  mutlaka uzman bir kadro ile yürütülmelidir. Bazı müteşebbislerin her ne kadar daha önceden küçük çapta ticari tecrübeleri olsa da, idareye müdahalesi önlenmesi ve iş tamamen salahiyetli bir kadro tarafından yönetilmelidir. Yoksa ‘iştirakim kadar, müdahalem olmalıdır’  düşüncesiyle hareket edilirse, neticenin fiyasko olacağı kaçınılmazdır.

    Üçüncü önemli bir husus da, bana göre bir ortaklık esnasında, şahsın bütün mal varlığını ortaya koymamasıdır. Evet Shakespeare’in ifadesiyle ‘ya olma, ya da olmama’ deyip, balıklamasına işin içine girilmemesi gerekir. Herkes kendi malından, maişetine esas teşkil edecek bir miktarını geride bırakmalı ve geri kalanını sermaye olarak vermelidir. Bunun, o teşebbüsün geleceği adına bir takım yararları olacaktır. Çünkü böylesi büyük yatırımlar hele bir de dışa açılma söz konusu ise, belki 5-10 sene gibi uzun bir dönem kâr etmeyecek, etse bile sermayedarlara dağıtılmayacaktır. Bu kadar zaman içinde belli bir gelir olmadan geçinilemeyeceğine göre, bir kısım sıkıntılara maruz kalınacak ve bir beklenti içine girilecektir. Öyle ise, yapılan ortaklık, âdeta bir ek iş konumunda olmalıdır.

    “Diğer taraftan başta ne karar alınmışsa, mutlaka o uygulanmalı ve vaz’ edilen kurallara sadık kalınmalıdır. Mesela, işe başlarken ‘Şirketimiz rekabete hâvî hale gelinceye kadar, kâr dağıtılmayacak’  denmişse, müessese bulunduğu yer itibariyle rekabete hazır hale gelinceye, Pazar ve piyasalarda yer tutuncaya kadar kâr dağıtılmamalıdır. O iş, nasıl bir seyir gerektiriyorsa, herşey o usul içinde takip edilmeli; icabında belli bir sisteme oturması için 20-25 sene beklenilmelidir. Mümin hırsla zenginleşme ve birden çok kazanma anlayışından uzak durmalıdır. Aksine böyle bir düşünceden mutlaka zarar görebileceği akıldan uzak tutulmamalıdır.

    “Dördüncü bir husus ise, dünyevî işler, sırf dünyevî avantajlar nazar-ı itibara alınarak tesis edilmelidir. Ticaret hayatı, ibadet kuralları içinde ele alınmamalıdır. Ticaret etrafında vaz’edilen kuralların bir çoğu ve Kur’an, ne Kur’an, ne de Efendimiz (S.A.S.)  tarafından söylenmiştir. Onlar, genel itibariyle fukuhânın (İslam, fıkıhçılarının)  koymuş olduğu kurallardır. Bu, katiyen ticaretle iştigal ederken, İslâmın yasak  ettiği şeyler içine girilebilir mânasında anlaşılmamalıdır. Eğer birileri şu veya bu yolla zengin olmuşlarsa, o yıllar alınıp kullanılmalı; ancak, bunların Kitap ve Sünnetin ruhuna aykırı olmamasına dikkat edilmelidir.

    Bu kapsamda dışarıdan bazı firmaların bâyilikleri alınabilir. Bun tevessül ederken de, satılacak  malda toplumların yapı farklılıkları gözardı edilmemelidir.

    “Ayrıca Japonya, Amerika..  gibi ülkelerde insanların ürettiği malların, devlet kanalıyla dış piyasaya sürülmesi sebebiyle, Pazar problemi yoktur. Tabiî ki, bu onlar için, emin bir şekilde kepçeyle kazandıklarını kaşıkla yemek demektir. Dolayısıyla bu husus, ticarette bir aşk ve şevk olup, onda devamlılığı sağlayacaktır. Bizim insanlarımız ise hem üretilecek, hem de ürettiği malın pazarlamacılığını yapmaktadır ki, bu da yukarıda arzettiğim şeyin tam tersidir ve kaşıkla kazanılan şeyin kepçeyle tüketilmesi demektir.

    “Servet günümüzde Kur’an’ın ifadesiyle ‘yalnız zenginler arasında dolaşan  bir güç’  (Haşr Suresi, 59/7) olmakta ve hayır-hasenat adına da bundan bir kuruş harcanmamaktadır. Her ülkenin belli bir kapasite ve servet limiti vardır. Onu birileri, sadece kendi ellerinde tutmakta ve çeşitli engellemelerle başkalarının ondan istifade etmelerin imkân tanımamaktadırlar. Belli güçler tarafından oluşturulan bu zincirin de, yine teşkil ettirilecek bu tür ortaklıklarla kırılabileceği ümidini taşıyorum.”

            
    1990’lardaki, M. Fethullah Gülen Hocaefendinin isabetli tesbitleri üzerinde düşünüp elden geldiği kadar hayata geçirmemiz gerekmektedir.
    05 Haz 2024 00:01