Yetmiş bin perdeden geçip gelen

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    21 Nis 2022 06:44
    Kur’an-ı Kerim bazıları için şu ifadeleri kullanıyor: “Ne o, Kitab’ın bir kısmına inanıp, bir kısmını ret mi ediyorsunuz?” (Bakara Suresi, 2/85) “Biz göğü-yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları gayesiz, boşuna yaratmadık. Bu sadece kâfirlerin bir zannı ve iddiasıdır. Artık o ateşten vay haline o kâfirlerin! (Sâd Suresi, 33/27) “Kâfirler: ‘Kıyâmet saati bize gelmez böyle bir şey yok! ’ diye iddia ettiler. De ki: ‘Hayır! Rabbim hakkı için, (Kıyamet) gelecektir! O gaybları bilen öyle bir Zât’tır, O’nun kudretinden ilminden göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile kaçamaz. Zerreden daha küçük ve daha büyük hiçbir şey yoktur ki, her şeyi açıklayan Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da) bulunmasın.” (Sebe Suresi, 34/3) 


    Mesnevi-i Nuriye’de Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Bil ki: İnsanların eksersi, âlem denilen ve gözle görülen büyük kitap ile, kulak verilen aziz kitap Kur’an-ı Kerim’in ikisinin de hakkını yemişlerdir. Zira insanların mütefekkir filozofları Cenab-ı Hakkın Kendisine, bunlardan basit bir parça, ince bir kabuk veya itibarî bir terkip yakıştırır, geri kalanı da hayalî, zannî ve vehmi ve imkânsız sebeplerle müsemmâsız isimler arasında bölüştürürler. (Hâşâ, Yarattı ama bir saat gibi kurup bıraktı gibi… Veya sebepler, maddenin kendisi, tabiat artık işi götürüyorlar gibi… Allah’ın mülkünü ve icraatını, boş şeylere dayandırmaya çalışıyorlar. A.A.) 


    ‘Allah kahretsin… Nasıl da saptırılıyorlar’ (9/30) Tevhid inancı üzere olan müminler ise; ‘Her şey Allah’ın malı ve mülküdür, O’ndan gelir… O’nunla kâimdir, O’na döner’ derler. “Kur’an’a gelince, İnsanların hayal-perest edipleri, bu öuhteşem Kur’an sarayın sağlam temellerini ve düsturlarını, süslü cevherlerini, çiçekli ağaçlarını arşın sahibi olan Cenab-ı Hakk’a vermez de, ancak nazmına ait nakışlarından bazılarını ve mânasından bir kısmını O’na bırakır. Sonra da, o semâvi yıldızlardan kalan kısmı, telâhuk-u efkâr (fikirlerin, birbirine destek olmasına yani haşa oradan buradan derlenip toparlanmış şeyler gibi mantıksız şeylere isnat etmeye kalkışır) sinsi hilelerle, yeryüzü sâkinleri arasında paylaştırırlar. Tüh onların akıllarına ki, insan elinin, yıldızlara uzanıp onları değiştirebileceğine ve yüce kütlelerin üzerinde tasarruftu bulunabileceklerini hayal ettirmeye çalışıyorlar. Bu şaklabanların misali, koca bir denizi dolduran Zât’a, sadece o denizin bir kısım kabarcıkları vererek, sefil bir yakıştırmada bulunan kişilerin durumuna düşerler. Tahkikat yapan ve doğruyu tespit eden müminler ise derler ki: ‘İlk temellerinden en son nakşı nazmına kadar bu Kur’an sarayının şâmil bulunup kapsamına aldığı her şey Cenab-ı Hak’tandır ve O’ndan gelir. ’ “Hem Kur’an, çeşitli makamların gerektirdiği biçimde ve muhataplarının hissiyatına göre binlerce mertebelerinin yansıdığı üslup ve ifade tarzları içine sarılmıştır. “Hem Kur’an yetmiş bin perdeden geçerek gelir, kalplerin ve ruhların derinliklerine girer ve cana yakın munis hitabıyla feyzini neşrederek çeşitli insan tabakaları üzerinde gezer. Her devir onu anlar ve tanır; her asır onunla ülfet ve ünsiyet eder, Kur’an-ı Kerim’i üstad edinir; her zaman dilimi, O’na ihtiyaç duyar ve ihtiram duyup, saygı ve hürmette bulunur. O derece ki, herkes O’nu sırf kendisi için özel olarak nâzil olmuş gibi tahayyül eder. “Elbette böyle bir Kitap, zayıf ve sathî bir şey olamaz; O, coşkun bir deniz, parlak bir güneş, derin ve dakik bir Kitap’tır.” (Zerre Bahsi, 8. İ’lem)

    21 Nis 2022 06:44