Yılmayın.... Yorulmayın... Usanmayın...

  • Safvet Senih
  • Safvet Senih
    07 Kas 2018 15:05
    *Bediüzzaman Hazretleri, Sahabe Efendilerimizle ilgili bir hatırasını şöyle anlatıyor: “Bir zaman kalbime geldi; ‘Niçin Muhyiddin Arabî gibi hârika zâtlar sahabelere yetişemiyorlar?’ Sonra namaz içinde ‘Sübhane Rabbiye’l-A’lâ’ derken, şu kelimenin mânâsı inkişaf etti. Tam mânâsıyla değil, fakat bir parça hakikati göründü. Kalben dedim ki: ‘Keşke bir tek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibadetten daha iyi idi.’ Namazdan sonra anladım ki, o hatıra ve o hâl, sahabelerin ibadetteki derecelerine yetişilmediğine bir irşaddır.” (Yirmi Yedinci Söz’ün Zeyli)

    *Birinci Dünya Harbinde Üstad’la beraber savaşan Abdullah Sağcı diyor ki: “Harplerde  Bediüzzaman bize yardım ediyordu. Onun manevî yardımı ve himmeti hep benimle oluyordu. O yanımda olunca korku duymuyordum.”

    “*Yanmayan yakamaz” diye Hizmet düşüncesiyle içi kavrulan ve bir muhacir torunu olan meşhur Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimiz, kendisini tedavi etmek isteyen doktorlara: “Ben Risale-i Nurlarla insanların ve İslamların imanını kurtulmaları için gece-gündüz çalışma diye bir KARA  SEVDA  HASTALIĞINA  tutulmuşum. Sizin tıbbıyenizde, doktorluğunuzda kara sevda hastalığının ilacı ve tedavisi var mıdır?’ diye soruyordu. 

    *Bursalı Erdoğan Utangaç anlatıyor: “Ziyaretine gidince Üstad Hazretleri bana; ‘Seni talebeliğe kabul ettim. Senin ismini RIDVAN  olarak değiştiriyorum’ dedi. Mübarek elleriyle sırtımı sıvazladı ve “Kardeşim, Nurların hizmetinde en küçük bir hizmet,  çok büyük neticeler verir. Hizmetiniz kudsîdir. İman ve Kur’an hizmetinde yılmayınız, yorulmayınız, usanmayınız.’ dedi.” 
    *Vanlı Molla Hamid Ağabeyin, büyük kardeşi Abdullah Ekinci diyor ki: “Muhacirlikten dönmüştük. Çok fakirdik, iflas etmiştim. Memurluğa talip oldum. Anneme sorunca: ‘Git, Seyda’ya sor. O râzı olursa gir’ dedi. 1923 yılındaydı. Üstad çok değişmişti. Tamamen yeni Said olduğu belli idi. Çok mütevazi bir elbise giymişti. Memuriyete, polisliğe girmek istediğimi söyledim. Üstad: ‘Polislik vazifesi çok mukaddestir. Mazlumları korur, milletin malını, şahsiyetini korur, zulme imkân bırakmaz, haksızlıkları önler.’ Üstad bunları söyledikten sonra ayrıca ilâve etti: ‘Eğer sen bunları yapabilirsen, polisliğe gir.’ Ben de bu mukaddes vazifeleri yapmak azmiyle polislik mesleğine girdim.”
    *Vanlı Molla Hamid Ekinci Ağabeyimiz diyor ki: “Bir sonbahar günüydü. Nurşin Camiinde namazını kılıp gelen ağabeyim (Abdullah Ekinci) bana hitaben: ‘Hamid, Nurşin Camiine Bediüzzaman gelmiş, oraya biraz odun götür’ dedi. Ben bir mikdar odun alarak Nurşin Camiine gittim. Camide beklemeye başladım. Az sonra oradaki bir zat, ‘Ne bekliyorsun kardeşim’ diye sordu. Ben de ‘Efendim, buraya bir hoca gelmiş, kendisini görmek istiyorum’ dedim. Bana ‘Kardeşim, akşam   namazının vakti geldi, bir ezan oku da namaz kılalım’ dedi. O  zamanın bir hatırası olarak zikrediyorum, ezan okumasını bilmiyordum, küçüktüm. Ben sesimi çıkarmadım ve sustum. Benim sustuğumu görünce, kendisi çok tatlı bir seda ile akşam ezanı okudu. Sonra beraber namaz kıldık. Arkasında kıldığım ilk namaz, o akşam namazı olmuştu. Namazdan sonra tesbihatı da yaptık. O günkü  ezan, namaz ve tesbihat, beni sanki bir Cennet âlemine götürmüştü. 
    “Üstadımız  gayret üzerine de şunları söylemişti: ‘Eğer bilsen gayret ne kadar hayırlı bir iştir, ömrünü bir dakika boşa geçirmezdin.’ 
    *Arkasında kıldığım namazlardan çok zevk alırdım. Namaza duruşu bir mehâbet ve haşyet verirdi insana.  Namazdan sonra tesbihat hakkında şu dersi vermişti bize: ‘Namazın sonundaki tesbihat, namazın tohumu, çekirdekleri hükmündedir.’ 
    *Hazin bir sadâ ile bizden çok ağır tesbihat yapardı. ‘Sübhanallah’ derken, çok içten ve yavaş bir şekilde duyardık sesini. Çok namaz kılan hocaları görmüşümdür. Fakat böyle hazin ve huşu içinde kılana rastlamadım. ‘Lâ ilâhe illallah’ diye tesbihata başladığı zaman, eğer yanında bir tarikat ehli olsa, cezbeye gelirdi. Sesi TOP  GÜLLESİ gibi tok çıkıyordu.
    “Gerek Erek’te, gerekse Nurşin Camiinde iki senemiz bu şekilde lâtif ve tatlı hatıralarla geçti.
    “Üstad daima ibadet ve münacâtla meşgul olurken, saatlerce diz üstüne otururdu. Böyle oturmaktan, ayağının parmağı yara olmuştu. Molla Resule parmağını göstererek bir merhem sürmek istediğini söyledi. Bu esnada Molla Resul ateş yakmakla meşguldü. Üstad’a cevaben: ‘Biz de Allah’tan korkuyoruz ama senin ÖDÜN  PATLIYOR!.. Bizim gibi rahat otursan ayağın yara olmayacaktı.’ dedi. Üstad; ‘Molla Resul! Kısa ömürde, kısa dünyada ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem Cennet dava edeyim, olmaz böyle şey! Onun için cesaret edemiyorum rahat oturmaya’ dedi. Molla Resul ise ‘Merhem sürelim, belki iyi olur’ dedi.”
    *M. Fethullah Gülen Hocaefendi, namazın üç mertebesini şöyle anlatıyor:
    1-Mükellefiyet olarak eda edilen namaz: Ülfet alaşımlı ve sadece Cenab-ı Hakkın emrini yerine getirmiş olmakla sınırlı kılınan namazlar bu mertebeye dâhildir. Hiç namaz kılmamaya göre elbette ki, bu da bir mertebedir.
    2-Kötülüklerden koruyan namaz: Şuurlu eda edilmiş her namaz, sahibini, koruyucu atmosfer gibi kuşatır ve münkeratın yol bulup ulaşmasına mâni olur.
    3-Mirac buudlu namaz: Her dakikası seneler kazandırabilecek çapta kılınan namaz, MİRAC televvünlü namazdır. Böyle bir namazı yakalamak çok zordur ve ancak seçkin ruhlara mahsustur; ama yine de mümkündür. Madem mümkündür, herkes gayret etmeli ve hiç olmazsa, hayatının belli dönemlerinde böyle bir namazı yakalamaya çalışmalıdır.
    Burada şu hatırlatmayı yapmakta da fayda var: Namaz her şeyden evvel bir mükellefiyettir; dolayısıyla da istenen seviye ve keyfiyette  eda edilmese de, mutlaka kılınmalıdır. Seviyeli namaz kılamıyorum diye namazı terketmek, bir şuur emâresi değil, aksine şeytana maskara olmanın ifadesidir. Müminler bu oyuna gelmemelidirler.”
    Hizmet-i imaniye ve Kur’aniye’de aşk-şevk ve gayret içinde olabilmek için ibadetlerimize bilhassa namaza çok dikkat etmemiz gerekmektedir…


    07 Kas 2018 15:05