Asansör

  • Şerif Ali Tekalan
  • Şerif Ali Tekalan
    22 Eyl 2025 00:29

     

    Türkiye’de iken, benim de Genel Sekreteri olduğum Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın uluslararası bir toplantısı için Antalya’da bir otelde idik. Asansörle lobiye inerken, Fransızca konuşulan bir Avrupa ülkesinden gelmiş karı koca ile tanıştık. İlk defa Türkiye’ye geliyorlarmış. Oteli ve Antalya’yı çok sevmişler. Asansörden indikten sonra selamlaşıp ayrıldık.

     

    Aynı akşam, kaldığımız otelin Antalya’nın diğer bir bölgesinde ikinci kardeş otelinde yurtdışından gelen misafirlerin ve aynı zamanda Türkiye’nin değişik yerlerinden davet edilen misafirlerin de katılacağı bir program ve yemek vardı.

     

    Benim İsviçre’den davet ettiğim iki değerli misafirim bu programa gelmişlerdi. İsviçre’den gelen bu misafirlerimizle, Türkiye’de ve Orta Asya’da, başka hiçbir beklenti olmadan sadece insanlık adına açılmış olan okulları, üniversiteleri ziyaret etmiştik. Misafirlerimiz gördüklerinden dolayı çok memnun kalmışlardı. Hatta bunlardan akademisyen olan arkadaşımla birlikte daha önce İstanbul’da, Altunizade‘de Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyaret etmiştik. Onunla da yine bu eğitim faaliyetleri, dünya barışı, diyalogların geliştirilmesi gibi konularda sohbet edilmişti.

     

    Akşam üzeri, misafirlerimizle birlikte akşam yemeği için diğer otele gitmeden önce, aklıma asansörde tanıştığımız ve Türkiye’ye ilk defa gelen karı kocayı da bu yemeğe davet etmek geldi. Kendilerini aradım, otelin bahçesinde bir köşede oturuyorlardı.

    Akşamki yemeğe davet ettim ve “Oraya gidip gelmek için arabamız var, sizi de alabiliriz” dedim. Onlar da kabul edip geldiler.

    Onları İsviçre’den, yurt dışından gelen diğer misafirlerimizle ve program için gelen iş adamlarıyla tanıştırdım. Akşam yemeğini birlikte yedikten sonra programın yapılacağı konferans salonuna geçtik. Fransızcası çok iyi olan akademisyen bir Türk arkadaşımı, bu iki misafirimizin arasında oturtarak tercüme etmesini rica ettim. O da memnuniyetle kabul etti.

     

    Programda, İsviçre’den gelen misafirler, Türk iş adamlarına ve başka ülkelerden gelen misafirlere İngilizce olarak, Türkiye’de ve yurtdışında gördükleri ve yaşadıkları eğitim ve diyalog faaliyetleri ile ilgili çok güzel konuşmalar yaptılar. Gazeteciler Yazarlar Vakfı’nın bu toplantılarını övgüyle anlattılar, onların idarecilerine teşekkür ettiler. Karıkoca bu iki misafirimize de bu konuşmalar tercüme edildi.

     

    Ben daha sonra sahneye bu iki Belçikalı misafirimizi çağırdım. Onlar da Fransızca olarak; Türkiye’ye, Antalya’ya ilk defa geldiklerini, şehri, insanları, yemekleri çok beğendiklerini ve sevdiklerini anlattılar. Sonra da; “Türklerin sadece misafirperver olmaları, çok güzel yemek yapmaları değil, demek ki eğitimde de dünyanın her yerinde çok güzel işler başarmışlar, insanlara faydalı olmuşlar. Hizmet Hareketi tarafından açılan okullardan mezun olan gençler, öncelikle kendi ülkelerine, sonra da bütün dünyaya yararlı vatandaşlar olmuşlar. Bu gayretlerden dolayı emeği geçen herkese çok teşekkür ediyoruz” diye bir konuşma yaptılar.

     

    Programdan sonra, Türkiye’den katılan başta iş adamları olmak üzere diğer katılımcılar da dinlediklerinden çok memnun olmuşlardı. Bütün misafirlerimizin çok memnun olduklarını gördüm. Birlikte geldiğimiz bu misafirlerimiz de diğer insanlarla tanışıp, onlarla adreslerini paylaştılar. Sonra da kalacağımız otele birlikte döndük.

     

    Ben ertesi sabah ayrılacağımı onlara söylemiştim. Ertesi gün sabah, çok erken bir vakit olmasına rağmen karı koca ikisi de bizi uğurlamak için kapıya kadar geldiler. Çok memnun olduklarını, çok duygulandıklarını, bu misafirperverliği asla unutmayacaklarını söylediler. Bizi de özellikle kendi ülkelerine davet ettiler.

     

    Altı ya da sekiz ay sonra Brüksel’de, yine Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının tertip ettiği benzer bir program vardı. O programdan önce ben iki akademisyen arkadaşımla birlikte Antalya’da tanıştığımız Belçikalı ailenin yaşadığı Anvers’e onları evlerinde ziyarete gittik. Birlikte çay içtik. Bize, “Bu hazırlıkların dışında, akşam yemeği için de bir lokantada rezervasyon yatırdık. Evimiz müsait olsaydı sizi evimizde misafir edecektik. Evimiz biraz küçük olduğu için yakındaki bir otelden sizin için yer ayırttık” dediler. Biz de, “Brüksel’de bugün akşam yemek ve programız var. Aynı zamanda programın yapılacağı otelde bizim de yerlerimiz ayrılmış durumda, çok teşekkür ederiz” dedik.

     

    Bizi aynen kendi akrabaları gibi heyecanla, sevgiyle karşıladılar ve uğurladılar. Onları ziyarete giderken o Belçika’da bulunan bir arkadaşımızı da götürdük. O da onlarla tanıştı.

     

    O zamanlar herhalde cep telefonları ya yoktu, ya da yeni çıkmıştı, e-maili de herkes kullanmıyordu. Bundan dolayı maalesef bu tanışıklığımızı devam ettiremedik.

    Keşke bu tanışıklığımızı devam ettirebilseydik, birbirlerimizi daha yakın tanıyabilseydik. Sonra da akraba gibi samimiyetimiz daha da gelişseydi. Onlar bizim çocuklarımızı, biz de onların çocuklarını, akrabalarını, tanıdıklarını tanıyabilseydik, onlar da bizimkileri.

    Tabii bunları yapamadığım için kendi kendime çok hayıflanıyorum. Bu gibi hatıralarımı yazmam ve paylaşmamdaki esas amacım, bunları okuyan arkadaşlarımın, tanıştıkları kim olursa olsun, bu tanışıklıklarını değişik vesilelerle geliştirerek devam ettirmelerini ve çok samimi arkadaşlıklar kurmalarını onlara tavsiye etmek için yazıyorum. Böylece onların geride hayıflanacak hatıraları kalmasın.

     

    Buradaki durumu da, bir tanışıklığın, otelin asansöründe başlayıp nerelere kadar gidebildiğinin, götürülebileceğinin küçük bir örneği olarak görmek, örnek almak ve daha güzellerini geliştirerek devam ettirmek şeklinde ele almak gerekir.

    Benzer bir durumu da 1983 yılında Ankara’da iken yaşamıştım. Çok sevdiğim ve saydığım İsmail Büyükçelebi Abi, bir gün arkadaşlarla beraberken aynen şöyle demişti; “Arkadaşlarımız otobüsle, trenle, vapurla, uçakla iki saat, sekiz saat arası yolculuk yapıyorlar. Çoğu zaman maalesef birlikte yan yana oturdukları insanlara selam verip, “Hayırlı yolculuklar, nasılsınız, benim adım şu..’’ deyip tanışma durumunda olmuyorlar. Böyle yapsalar, o insanlar da onlara selam verecekler. Sonra karşılıklı tanışacaklar. Daha sonra da birbirlerini arayacaklar, dost olacaklar. Bu dostluklarını da daha da geliştirecekler ve birbirlerine karşı ailelerinin birer ferdi gibi olacaklar, olabilirler, olmalısınız” demişti.

     

    Ben de o günden itibaren şahsen otobüs, tren, uçak, vapur gibi hangi vasıtaya binersem bineyim, çok ciddi bir mazeret olmadığı sürece mutlaka yanımdaki insanla selamlaşıyorum, tanışıyorum. Kendimi tanıtıyorum. İrtibat bilgilerimi ona veriyorum, o da bana veriyor. Bu şekilde gerek Türkiye’de gerekse dünyanın farklı yerlerinde tanışıp da dost olduğumuz ve halen tanışıklıklarımızı devam ettirdiğimiz birçok kadar insan oldu.

     

    Ben de şimdi İsmail Büyükçelebi Abi’den aldığım o güzel uyarıya dayanarak arkadaşlarıma bu şekilde davranmalarını, tanışmalarını tavsiye ediyorum.

     

    Aslında bunların hepsi insanlara ulaşmak için, onlarla insan olma ortak paydasından hareketle tanışabilmek için çok güzel vesileler. Esasında tanışılmayacak, ulaşılmayacak insan yok, fakat yolunu bulmak gerekiyor. Bulunan yolları da gayet makul bir şekilde, karşıdakini rahatsız etmeden, yanlış anlaşılmalara sebebiyet verdirmeden devam ettirmek, dostluklar kurmak gibi güzel bir adet haline getirmek lazım.

    Bu gibi konularda başkalarının faydalı tecrübelerinden de mutlaka istifade etmek gerekiyor.

    Rabbim hepimizin yardımcısı olsun.

    22 Eyl 2025 00:29