“Bir hafta önce (o zamana göre) Paris’ten markalı bir ceket satın almıştım. Yemek yemek için gittiğim restoranda, sandalyenin arkasına ceketi dikkatli bir şekilde yerleştirerek ellerimi yıkamak için lavaboya gittim. Döndüğümde, ceketin olduğu sandalyeye beyaz bir adamın oturduğunu görünce tepem attı. Çok sinirlendim ve bu kişiye bağırdım, çağırdım. Sonra da ceketimi oradan alıp başka bir masaya geçtim.“ Jean Paul.
Afrika ülkelerinden birine arkadaşlarımızı ve orada açılmış olan okulu görmek için bir üniversitenin rektörü olan arkadaşımla ziyarete gitmiştik.
Okulu ziyaretten sonra otururken, o ülkeye ilk gelen iki kişiden birisi olan öğretmen arkadaşımız, başlarından geçen hadiseyi şöyle anlatmıştı;
Bu ülkeye komşu diğer bir ülkede öğretmendik. Bu ülkede okul olmadığı için, arkadaşlarımızla konuşup burada okul açmanın yollarını araştırmak için buraya geldik. Havaalanından indikten sonra şehir merkezinde bir lokantaya gittik. Oturduğumuz masaya yerli birisi geldi ve bize anlamadığımız bir dille bağırıp çağırdı. Sonra da benim oturduğum sandalyenin arkasındaki ceketini alıp başka bir masaya gitti. Meğer ben onun ceketini bıraktığı sandalyeye oturmuşum.
Onların konuştuğu dili bilmediğimiz için ingilizce olarak ceketini alıp giden bu arkadaşın oturduğu masaya gidip kendisinden özür diledik ve ceketi görmediğimizi söyledik. Bize cevap vermediği gibi, yüzümüze bile bakmadı. Garsona bu müşterinin hesabını da biz ödeyeceğiz dedik ve ödedik.
Lokantadan ayrılırken yanına gidip tekrar özür diledik. Kendisini, yarın aynı saatte yine bu lokantada yemeğe davet ettik. Kartımızı ve telefonumuzu verdik ve oradan ayrıldık.
Ertesi gün aynı saatte lokantaya gittik. Sözleştiğimiz gibi o da geldi ve birlikte yemek yedik.
Bu ülkeye bir okul açmaya geldiğimizi ve komşu ülkede okullarımız olduğundan bahsettik. Misafirimiz bize; ‘’Bu ülkede tanıdığınız birisi var mı?’’ diye sordu. Biz de ‘’evet’’ dedik. ‘’Kimdir o?’’ deyince biz de ‘’sizsiniz’’ dedik. Misafirimiz; “benim kim olduğumu biliyor musunuz?“ dedi. Biz de ‘’bilmiyoruz’’ dedik. “Ben bu ülkedeki özel okullardan sorumlu genel müdürüm’’ dedi. Devamla ‘’bir kadın, sahibi olduğu binasını özel bir okula kiralamış. Sonra o insanlardan geri almış, binanın anahtarlarını da özel okul açmam için bana vermişti.
Ben de “bu etik olmaz, çünkü ben bu işle görevliyim“ dedim. Anahtarlar benim odamda duruyor, gelin birlikte bakanlığa gidelim ve o kadını arayalım, ben sizi onunla tanıştırayım’’ dedi. Bakanlığa gittik. Telefonla genel müdür, o bayanı aradı ve binasının bahçesinde görüşmek için randevulaştık, sonra da buluştuk.
Ona bu ülkeye geliş sebebimizi anlattık. Kendimizin de Türk olduğunu söyledik. ‘’Komşu ülkeden geliyoruz , orada da okullarımız var’’ dedik.
Bayan, “Ben geçen sene hacca gitmiştim, orada bir Türk bayanla tanıştım. O bana “Orada Türk okulu var mı?’’ diye sordu. Ben de ‘’Hiç duymadım’’ dedim. Bana “eğer varsa onlara yardımcı olun, yoksa da bir gün mutlaka gelirler, haberiniz olduğunda yine lütfen yardımcı olun“ demişti.
Demek ki şu anda o bayanın bana söylediklerini yaşıyorum. Siz ne kadar kira vereceksiniz, ne kadar kalmak istiyorsunuz, başka nelere ihtiyacınız varsa bunlarla ilgili bir anlaşma hazırlayın, ben de onu imzalayayım’’ dedi. İşte burada açılan okulun da hikayesi böyle başladı. Daha sonra okul açıldı ve öğrencilere hizmet vermeye başladı.
Ben Türkiye’de iken bu okulun enteresan olan bu açılış hikayesini dinlemiştim. Bu ülkeye rektör arkadaşımızla gittiğimizde, bir yemeğe Jean Paul de davetliydi. Jean Paul’le yanyana oturduk ve kendisine bu hikayeyi bir de ondan dinlemek istediğimi söyledim.
Jean Paul, bu makaleye ilk girişteki söylediklerini aynen anlattı ve şunları ilave etti; ‘’Eşim de iş kadını, ben bu arkadaşlarımla eşimi de tanıştırdım, şimdi ailecek bu arkadaşlarla dostluk kurduk. Bu ülke için gençlerin yetiştirilmesi adına hep birlikte gayret etmeye çalışıyoruz’’ demişti.
Türkiye’den bu ülkeye birlikte geldiğimiz rektör arkadaşımız da, bu ülkedeki bu güzel manzaraları gördüğü ve yaşadığı için çok memnun olmuştu. Hem ülkemiz adına, hem o ülkeler adına karşılıklı ve beklentisiz olarak, insan olma ortak faydasından hareketle, öğretmen, idareci ve bu ülkedeki iş adamı arkadaşlarımızın fedakarca, güzel ve verimli çalışmalarını takdir etmişti. Biz de bu rektör arkadaşımızla birlikte o ülkedeki üniversiteleri, ilgili bakanlıkları, işyerlerini ziyaret etmiştik.
Arkadaşlarımız Jean Paul’ü Türkiye’ye davet etmişler. Ve birlikte uçakla Türkiye’ye gitmişler. Jean Paul, bize yemek esnasında şunları anlattı; “Uçak alçalmaya başlayınca, İstanbul’u yukarıdan gördüm. Boğaz, güzel yapılar, güzel bir çevre görünce, önce buranın Türkiye olduğuna inanamadım, acaba uçak yanlışlıkla başka bir ülkeye mi iniyor, dedim kendi kendime.Sonra indiğimizde buranın Türkiye ve İstanbul olduğunu görmüş oldum. Çok şaşırmıştım. İstanbul’u çok beğendim’’ demişti.
Ben Fatih Üniversitesi’nde iken, uluslararası bir kongreye Jean Paul’ü de davet etmiştim. O da bakanlıktan iki arkadaşıyla birlikte gelmişti. Geldikleri günün akşamı, üniversitemizde Orta Asya’nın bir ülkesinden misafirlerimiz de vardı. Bu misafirlerimiz, üniversitedeki toplantı salonunun sahnesinde kendi folklor oyunlarını özel giysileri ile tanıtmışlardı. Sonra da protokol olarak Jean Paul‘ü ve diğer misafirleri sahneye davet etmiştik. Sahnede onlara Orta Asyalı misafirlerimiz, ülkelerinin yerel kıyafetlerinden giydirmişlerdi.
Sonra üniversitedeki kongre ile ilgili toplantıları takip ettiler. Mevsim de uygun olduğu için Emirgan’daki lale bahçelerini, daha sonra gemiyle Boğaz torunu da birlikte yapmıştık. Bu ilişkilerimiz de geliştirilerek devam etti .
Demek ki bu şekilde diyaloglar kurulunca, okullar ve başka müesseselerle tecrübeler paylaşılabiliyor, dostluklar arttırılabiliyor. Geleceğin dünyasının daha bir yaşanabilir hale gelmesi için atılan bu adımlar, kurulan köprüler, oluşturulan temeller geliştirilebiliyor, geliştirildi de. Bu gayretler devam ettirilmeli ve karşılıklı insani ilişkilerde ihmaller olmamalı.
Herhalde bu anlatılanlar bir rüyada görülse, ne kadar güzel bir rüyaydı diye insan uykudan uyandığında rüyada gördüğü bu güzellikleri etrafına anlatır. Ama bunlar bir rüya değil, gerçek, yaşanan hadiseler.
Tesadüfle izah edilemez hadiseler
Bu işlerin çok önemli bir tarafı da, yaşanan ve anlatılan bu hadiseler, insana adeta önceden ayrı bir alemde kurgulanmış, daha sonra da sahneye konulmuş olaylar dizisi intibası veriyor. Çünkü, o ülkeye gelir gelmez hemen, bu işten sorumlu insanla tevafuk eseri tanışılması, onun da okul için hazır olan binanın sahibini tanıması, herhalde tesadüflerle izah edilemez.
Bunları başlatan, geliştiren, devam ettiren, bu faaliyetlere hiçbir karşılık beklemeden destek olan yerli insanlar, eğitim işlerine yardımcı olmak için buralara gelen iş adamları başta olmak üzere, öğretmenlere, belletmenlere ve diğer eğitim gönüllüsü herkese insanlık adına teşekkür etmek lazım.
Jean Paul’lere, buradaki ablamız gibi o binaların sahiplerine de teşekkürü unutmamak gerekiyor.
İnsanlığın geleceği adına, dini, dili, rengi, milliyeti farklı da olsa, herkesin birbirini olduğu gibi kabul edeceği yeni bir dünyanın oluşturulması adına, samimi, iyi niyetle başlatılıp geliştirilen bu gayret ve çalışmaları lütfeden Rabbimize sonsuz şükürler olsun.