Sınırsız kontenjan

  • Şerif Ali Tekalan
  • Şerif Ali Tekalan
    30 Eyl 2025 00:39

     

    Rahmetli 8.Cumhurbaşkanımız Turgut Özal‘ı (1927-1993) ziyarete gitmiştim. Benden yaşça büyük birisini çağırarak benimle tanıştırdı. Sonra ikimize de “birbirinizle samimi arkadaş olun “dedi.

     

    Özal’ın tanıştırdığı bu yeni arkadaşımla Ankara’da birkaç kere görüştük. Özal’ın vefatından sonra da görüşmelerimiz devam etti. Bir gün, kendisini cumartesi sabah çıkıp, pazar akşam dönmek üzere, İzmir’e gitmek için davet ettim. Bana “kalabalık olmasa iyi olur, mesela üç kişi olabilir “dedi. Ben, onun da tanıdığı birisini davet ederek cumartesi günü sabah erken benim arabamla yola çıktık.

    Afyon’daki dostlarımı aradım. Sivil toplum kuruluşları olarak, kâr amacı gütmeyen, ülke ve insanlığa yararlı olsun düşüncesiyle açılmış olan okullardan birisi de Afyon’daydı. Oradaki arkadaşımıza, Afyon’daki bu işlerle ilgilenen iş adamı ve öğretmen arkadaşlarımızı, yani oradaki vakfın mütevellilerini kahvaltıya davet etmesini söyledim. Kahvaltı saatinde de Afyona geldik. Birlikte kahvaltı yaptık.

    Daha sonra ben misafirimizi Afyon’daki arkadaşlara, onları da misafirimize takdim ettim. Afyon’daki bu gruba, koleji nasıl yaptıklarını, ne zaman yaptıklarını, onu yapmaktaki esas amaçlarının ne olduğunu sordum. Onlar da “hiçbir beklenti içinde olmadan, sadece Allah rızasını kazanma istikametli, şehrimizin gençlerini çok iyi yetiştirip şehrimize, ülkemize, insanlığa faydalı nesiller olsun diye bu müesseseyi elbirliğiyle yaptık. Şu anda da Allah’a şükür eğitim kalitesi çok yukarılarda olarak devam ediyor. Öğretmenlerimiz, idarecilerimiz, mütevellideki iş adamı arkadaşlarımız hep birlikte, bu güzel faaliyeti devam ettirmeye gayret ediyoruz “dediler. Misafirimiz de onlara bazı sorular sordu. Kahvaltımızı yaptık. Okulu ziyaret ettik. Sonra müsaade isteyerek Afyon’dan ayrıldık. Afyon’un yakınındaki diğer şehir olan Uşak’a geldik. Buradaki benzer okulu da ziyaret ettik. İdareciler ve oradaki mütevelli heyet üyeleri ile de görüşmüş ve tanışmış olduk. Çayımızı içtikten sonra yolumuza devam ettik.

     

    Manisa’nın bir ilçesi olan Turgutlu’ya geldik. Burada bir tepede yapılmış olan, herkesin bildiği, sevdiği, takdir ettiği koleji ziyaret ettik. Orada da yine öğretmenler ve iş adamı mütevelli heyet üyeleri bizi ağırladılar. Karşılıklı tanışıldı. Onlar da bu koleji ne zaman ve nasıl yaptıklarını anlattılar. Anlatılan her bir konuda, ciddi fedakârlık, samimiyet ve iyi niyet vardı. Misafirimiz, diğer iki yerdekiler gibi buradaki insanları da sevdi ve takdir etti. Onlar da misafirimizi sevdiler, memnun oldular.

     

    Günün son durağı akşamüzeri, hizmet hareketinin teşvikleriyle yine iş adamları tarafından yapılan Türkiye’deki ilk kolej olan, Yamanlar Koleji’ne geldik. Okul müdürü ve öğretmen arkadaşlarımız karşıladılar.

     

    Akşam yemeğini birlikte yedik. Yemekte, o zaman emekli olmuş, okulun ilk müdürü Sami amca da vardı. Her birisi ayrı bir hikâye olan, benim de şahsen İzmir’de Tıp Fakültesi öğrenciliğimden itibaren çok iyi tanıdığım insanların samimi ve fedakar gayretleri, müdür ve öğretmen arkadaşlar tarafından dile getirildi. Burada da yine, bu güzelliklerin yapılmasına vesile olan iş adamları, öğretmen ve müdür arkadaşlar, başlangıçtan itibaren olan hatıralarını anlattılar.

     

    Bir ara yemek esnasında, rahmetli Sami amca, misafirimize dönerek “beyefendi, siz şu anda benim yaşımdasınız, kusura bakmazsanız size bir tavsiyem olacak. Eğer namazınızı kılmıyorsanız, hemen namaza başlayın. Çünkü sizin ve benim hayatımız artık sınırlı, her an öbür alemden bir davetiye gelebilir” dedi. Bu teklife misafirimiz de teşekkür etti. Bizler hiç yorum yapmadık.

     

    O gece istirahat ettikten sonra, İzmir’deki diğer hizmet müesseselerini, hastaneyi, iş adamı arkadaşlarımızı iş yerlerinde ziyaret ettik. Sonra da Ankara’ya doğru yola çıktık.

     

    Arabayı ben kullanıyordum. Arabada Fethullah Gülen hoca efendinin kasede alınmış bir konferansını dinledik. Hava çok güzeldi.

    Daha sonra ana yola yakın Manisa şehrine bağlı bir köye girdik. Bu köyde benim tanıdığım, Manisa mütevellisinden bir abimiz vardı. Arabayla onların evinin önüne geldik. Zili çalınca kapıyı bu abimizin eşi açtı ve “doktor bey, hoş geldiniz buyurun “ dedi. Hacı abiyi görmek istediğimizi söyledim. Onun çalıştığı tarlayı bize tarif etti. Biz de tarif üzerine onu tarif edilen yerde bulduk.

    Traktörle yanımıza geldi, traktörden indi, hepimize hoş geldiniz dedi. Bizi ısrarla evine davet etti. ‘’Size kuru üzüm vereyim, çay içelim’’ dedi. ‘’Bizim yolumuza devam etmemiz gerekiyor, sadece size selam vermek için geldik’’ dedik.

     Arabamızdaki diğer arkadaşımız bu hacı abiye “biz yolda gelirken hoca efendinin şu konferansını dinledik “dedi. “Hacı abiye “siz bu konferansı dinlediniz mi? “diye sordu. Hacı abi de “ben o konferansta vardım, o konferans İzmir fuarında geniş bir salonda yapıldı, ben de en ön sıradaydım “dedi.

    Sonra bize şunu anlattı. Köyden bir tanıdığımla birlikte İzmir’de kalan Fethullah Gülen Hoca efendiyi ziyarete gittik. Hoca efendi bir konuyu anlatıyordu. Biz de oturup onu dinlemeye başladık. Hoca efendi bir ara, ayağa kalktı ve oradaki bir arkadaşa bakarak “Ahmet Bey, İzmir beni ilgilendirmiyor “dedi ve biraz yürüdü. Sonra tekrar döndü ve “Türkiye de beni ilgilendirmiyor” dedi sonra yine biraz daha yürüdü ve yine dönerek “beni bütün dünya ilgilendiriyor” dedi. Ben kendi kendime bunların ne anlama geldiğini epey düşündüm. Fakat çözemedim. Sonra da kendi kendime “ben bir köylüyüm, demek ki bunlar benim anlayacağım konular değil “düşüncesiyle konuyu kapattım.

     

    Aradan yıllar geçti. Kızım büyüdü, öğretmen oldu. Kendisi gibi bir öğretmenle evlendiler. İkisinin birlikte tayini, yurt dışında bir ülkede, hizmet düşüncesiyle oralara gitmiş iş adamları ve öğretmenler tarafında açılmış olan okula çıktı. İşte hoca efendinin ‘’bütün dünya beni ilgilendiriyor’ sözünü o zaman anladım. Dolayısıyla içinde bulunmaya çalıştığım bu hizmet hareketi, işte bu şekilde sadece kendi ülkemizde değil, dünyanın her yerinde insanlara hizmet etmek için gayret ediyor “dedi.

     

    Biz müsaade istedik ve arabamıza bindik. Yola çıkınca, misafirimiz bana “ben eğer sizinle bir defa daha böyle bir yolculuk yaparsam, herhalde ben de hizmetin içinde aktif rol alırım” dedi. Ben de latife olarak, “şu anda kontenjan dolu, kontenjan boşalınca size haber veririz” dedim.

     

    Ankara’ya sağ salim döndük. Misafirimizi evine bırakırken bize döndü ve “benim başım döndü, o kadar güzel şeyler gördüm ve duydum ki şu anda bunları ifade etmem mümkün değil. Sizlere çok teşekkür ediyorum. Ne olur beni de ihmal etmeyin ve bu güzel faaliyetlerden mahrum bırakmayın “dedi.

     

    Bu misafirimizle ilişkilerimiz devam etti. Orta Asya’da bir ülkeye gittiğimizde, orada görmüş olduğu eğitim ve diyalog faaliyetlerinden de çok etkilendi. Arkadaşlarımızın samimi, beklentisiz ,özverili çalışmalarını da takdir etti.

    Akşam yemeğinde, kendisine, “sizin birlikte çalıştığınız ve sevdiğiniz rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal da Orta Asya’ya ilk defa geldi, o da bu okulları ziyaret etti, onları takdir etti. Ben de bu ziyaret ekibine YÖK üyesi olarak katılmıştım. Özal, Türkiye’ye döndükten sonra da vefat etti” dedim.

     

    Ertesi sabah kahvaltıya indiğimizde, bu misafirimizin yüzü soluktu ve sanki hiç uyumamış gibi bir görüntüsü vardı. Kendisine “hayırdır nedir bu haliniz? “ deyince bana döndü ve; “sen dün akşam bana Turgut Özal’ın da buraları çok sevdiğini ve dönünce vefat ettiğini söyledin. Gece boyunca kendi kendime düşündüm. Evet ben artık emeklilik yaşına gelmiştim. Ama inandığım Allah’a ve dinime karşı ibadetlerimi, vazifelerimi tam yerine getiremiyordum. Her an bana da gel denilebilir. Bu hesabı ben nasıl vereceğim düşüncesi içinde aldım, verdim ve sabaha kadar uyuyamadım “dedi. Ben de “Allah her türlü günahı affeder, yeter ki biz O’na müracaat edelim, O’nun bizden istediklerini yerine getirmeye çalışalım, derdimizi ona anlatalım, ümitlerimizi kaybetmeyelim.“ dedim.

     

    Misafir abimiz, bu ziyaretimizden döndükten sonra ibadetlerini düzenli yapmaya başladı. Bu arada eşiyle birlikte hacca da gitti geldi. Çok huzurlu ve mutluydu. Sık sık görüşüyorduk.

     

    Bir gün telefonla kendisini aradım. Telefona eşi çıktı. Bana, “doktor bey, herhalde haberiniz yok“dedi. Ben de “hayırdır? “ deyince, ‘’maalesef onu geçen hafta kaybettik. Sabah yürüyüşünden geldikten sonra, biraz rahatsızım dedi ve kanepeye uzandı. Sonra da orada ruhunu teslim etti” dedi. Ben de çok duygulandım, ağladım. Başsağlığı dileklerimi kendilerine ilettim.

    Yukarıdaki hatıradan hareketle, insan olarak hepimizin sınırlı bir hayatı olduğunun şuuru içinde olmamız gerekiyor. Bu kısa, sınırlı hayatı, bizi yaratan Allah’ımızın bize buyurduğu şekilde geçirmeye gayret etme, bu gayretleri en yakınlarımızdaki aile üyelerimiz ve arkadaşlarımız başta olmak üzere, herkesle, onları kırmadan, nezaketle, anlayabilecekleri bir üslupla paylaşma, herhalde yapılması gereken en önemli işlerin ilk sıralarını teşkil ediyor. Evet insan bazen hiç ölmeyecekmiş gibi uzun vadeli planlar yapabiliyor. Ama kime kırmızı kartın ne zaman gösterileceği belli değil.

    Bu planlar yine yapılmalı. Fakat bu dünyanın geçici olduğunun da daima şuuru ve düşüncesi içinde olunmalı. İşte bu durumda  dünya ve ahiret arasında makul bir denge kurulabilirse, kazanma kuşağında kaybedilmemiş olur. Aksi taktirde, Allah korusun kazanma kuşağında kaybedilirse, bu geçici dünyadan sonra, esas sonsuz süreyle kalınacak olan öbür alemde, Allah’ın insana vereceği cezalar veya mükafatlar, bu alemde yaşadığımız ve yaptığımız işlere göre olacaktır. Bu şuur asla unutulmamalı ve ihmal edilmemelidir.

     

    İşin ayrı bir tarafı da, bizim bu misafirimizle iki gün yaptığımız bir yolculukta olduğu gibi, tanıdıklarımızın, en yakınlarımızın da bu gerçekleri bilme, öğrenme, yaşama gibi mükellefiyetleri var. Onları kırmadan, yanlış anlaşılmalara yol açmayacak şekilde, güzel bir üslupla, metotla, hatırlatma, uyarma, teşvik etme de insan olarak bize düşüyor. Bizim de bu metotları çok iyi öğrenmemiz,düzenli update ve upgrade etmemiz, hem kendimiz, hem de bu yakınlarımız yönüyle çok önemlidir.

    Kendi vazifelerimizi, Allah’ın bize emrettiği şekilde yapma yanında, en yakınlarımızdan başlayarak hemen herkesle bu güzellikleri paylaşma gayreti içinde olma da kim bilir ötelerde bizlere neleri kazandıracaktır. Bu açıdan baktığımızda da asla kontenjan dolu şeklindeki bir düşünce ve davranış içinde olmamamız, kontenjanın sonuna kadar açık olduğu bilinciyle herkesle diyalog kurmamız, bu güzellikleri paylaşmamız yine Rabbimizin  Kur’an-ı Kerimde Zâriyât Sûresi 56. ayette şöyle buyurmaktadır;

    “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”

    O zaman hepimize düşen iş, böyle bir bakış açısıyla hayatımızı örgüler, istisnasız olarak, kontenjanın sınırsız olduğu gerçeğiyle, dili, dini, rengi, milliyeti, düşüncesi ne olursa olsun her insanın bu özellik ve güzellikleri anlaması ve yaşaması yolunda gayret etmektir.

    Gayret bizden, Tevfik Allah’tan.

    30 Eyl 2025 00:39