Topu ayakta tutma

  • Şerif Ali Tekalan
  • Şerif Ali Tekalan
    17 Eki 2024 00:21


     

    Türkiye Cumhuriyeti’nin sekizinci Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal‘ı, Cumhurbaşkanı iken bayram ziyareti için yakın arkadaşımla birlikte Antalya’da kaldığı otele gittik.

     

    Büyük bir salonda, tek veya gruplar halinde ziyarete gelenler, sırayla onun oturduğu köşeye gidiyorlar, diğerleri de salonun arka kısmında sıralarını bekliyorlardı.

     

    Özellikle gruplar halinde gelenlere yüksek sesle hitap ettiği için, diğer gelen ziyaretçiler de onu dinliyorlardı.

     

    Rahmetli Özal, gelen grupları dinliyor, geldikleri şehir veya ilçenin veya onların ilgilendikleri sahanın özelliklerine göre, onlara bazı konularda tavsiyelerde bulunuyor ya da o konudaki düşüncelerini paylaşıyordu.

     

    Ben şahsen, belli yaşa gelmiş, kalp ameliyatı olmuş böyle bir insanın bu kadar detaya nasıl sahip olabildiğine şaşırdım ve kendimce takdir ettim. “Demek ki liderlik böyle bir şey’’ dedim.

     

    Sıra, Bandırmaspor’un oyuncuları ve idarecilerine geldi. Acaba onlara ne diyecek diye dikkat kesildim.

     

    , “Hoş geldiniz, sizin de bayramınız kutlu olsun“ dedikten sonra konuşmaya başladı; “Arkadaşlar bildiğiniz gibi maç 90 dakikadır. Oyuncu sayısı 22, doksanı 22’ye bölünce aşağı yukarı oyuncu başına 4 dakika düşer. Bizim futbolumuzda maalesef top ayakta çok tutuluyor. Böyle yapılmayıp da takım olmanın gerçekten hakkı verilebilse, o takımın kazanması daha kolay olur. Dünyanın en meşhur futbol takımlarına bakarsanız bunu çok iyi görürsünüz” demişti. Oyuncular ve idareciler de başlarıyla bu değerlendirmeyi tasdik etmişlerdi.

     

    Özal, başarılı bir mühendis ve idareci olarak kendi sahası olmasa bile, tecrübe ve gözlemleriyle bu değerlendirme ve tavsiyeyi yapmıştı.

     

    Ben, şahsen böyle bir değerlendirmeyi çok beğenmiş ve Cumhurbaşkanını takdir etmiştim.

     

    Bu değerlendirme, aslında futbolda olduğu gibi hayatın bütün üniteleri için de geçerli bir esastı.

     

    Yaşamın en önemli ve en küçük ünitesi olan aileden başlayarak, sosyal hayatın bütün yapılanmalarında ekip halinde çalışma, topu fazla ayakta tutmama, yani “Her konuyu en iyi ben bilirim’’ şeklindeki yanlış yaklaşımı terk edip, istişare ile, paylaşarak, en makul çözümü veya hareket şeklini bulma, o yapıların şampiyon olmasına, yani başarılı olmalarına yol açar.

     

    Toplumun esas nüvesi olan aile müessesesinden hemen sonra gelen değişik insanların içinde bulunduğu kurum ve kuruluşlarda da başarıya giden yol, hep bu paylaşma, birlikte istişare ve ortak akılla iş yapmadan geçer.

     

    Böylece ortak akıl kullanıldığından ve top hep bir kişide olmadığından daha az yanlış yapılır, daha çok verim alınır, daha başarılı olunur, neticede maç kazanılır.

     

    Tabii ki insanların fıtratları, yani yaradılışları, birbirinden farklıdır. Kimi insan bencildir, dediğim dedik yapısındadır, kimi insan acelecidir, kimi insanın aksiyonları çok yavaştır, kimi insan diğergamdır yani başkalarını düşünür. Bunların arasında da çok çeşitli karakterler vardır.

     

    Aslolan, insanın bu birinci fıtratı, yani yaratılıştan olan özelliğini, eğitimle, kurslarla, beraber olmalarla hem kendisine hem de herkese daha yararlı olabilecek şekilde ikinci fıtrat olarak değiştirme, herkes için bir esas olmalıdır.

     

    Bu süreç, zaman ister gayret ister, sabır ister, emek ister, yardım ister. Bir kere ikinci fıtrat, yani olması gereken ve esas arzu edilen mod’a ulaşılınca da artık insanın düşünceleri, davranışları, aksiyonları, daha mükemmel hale gelir. Böylece ikinci fıtratı kazanmış fertler çoğalınca, bu fertlerden oluşan takım daima galip gelir, bu fertlerden oluşan millet, dünyada zirveleri tutar.

     

    Bu durumu kazanma da eğitimle, birbirini görerek, teşvik ve takdir edilerek oluşur ve gelişir.

     

    Allah’ın rızasını kazanma hedefli, zamanın ve mekanın dilini kullanabilen, kim olursa olsun, her insanla sadece insan olma ortak paydasından hareket etmeye çalışan, uygun usul, üslup, doz ve dozajlara dikkat eden, ilgi sahasının dışında kimseyi bırakmamaya çalışan fertlerden oluşan ve adına “Hizmet Hareketi” denilen bu şekildeki bir yaklaşım, işte bu ikinci fıtratı edinmede ve neticede herkese faydalı olma gayreti, çok önemli bir yaklaşımdır.

     

    Hizmet Hareketi gönüllüleri, Yüce Yaratıcının yardımıyla, dili, dini, rengi, milliyeti ne olursa olsun, dünyanın bütün coğrafyalarına gidebilmiş ve bu özellik ve güzelliklerini insanlarla paylaşabilmiştir. Yani bu işin pratiği yapılarak örnek olma özelliği gösterilebilmiştir.

     

    60 yılı geçen bir süreçte, dünyanın hiçbir coğrafyasında Hizmet Hareketi gönüllülerinin hemen hemen hiçbir illegal, gayri ahlaki tutum ve davranışları olmamış, aksine bu güzel yaklaşımlarıyla insanlara güzel örnek olmuşlardır.

     

    Topu ayaklarında tutmamaya gayret gösterdiler

     

    Bu insani ve medeni yaklaşımlar içinde bulunulurken de gerek kendi aralarında, gerekse gittikleri yerlerdeki yerel insanlarla güzel, koordineli, ahenkli bir ekip çalışması içinde olarak topu ayaklarında tutmamaya gayret göstermişlerdir. Bildikleri insani özellik ve güzellikleri öncelikle kendileri yaşayarak örnek olmuşlar, sonra da onların da yaşadıkları coğrafyaların özelliklerine göre, esastan sapmadan, bu hareketlerin değişik versiyonlarını yapmalarına vesile olmuşlardır.

     

    Bu güzel işlerin başlangıcında, yani hemen hemen 60 yıl önce Fethullah Gülen Hocaefendi; “Size bir vasiyetim olsun, öyle çok büyük değil, 8-10 kişilik bir ülkenin insanları  ve devlet ilgilileri; ‘Biz sizi sevdik, beğendik, takdir ettik. Ne olur gelin bu devleti siz idare edin’ deseler, asla kabul etmeyin. Çünkü bizim amacımız bir ülkeyi, bir devleti idare etmek değil, insanlarla insan olma ortak paydasından hareketle insani güzellikleri, onların anlayacağı, yaşayacağı şekilde paylaşmaktır. Başkaca da hiçbir gayemiz yoktur, bundan sonra da olmayacaktır’’ demişlerdi.

     

    Netice olarak, içinde yaşadığımız şu asırda teknik teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin -tabii ki onları öğrenme, onlardan istifade etme esası mahfuz kalmak üzere- insanlığın var olan dertlerine derman olabilme, duygu ve düşünceleri içinde çalışma ve gayretlerimizi, update ve upgrade ederek devam ettireceğiz.

     

    Farklı coğrafya ve kültürlerdeki insanlarla, onlara faydalı olacağına inandığımız değerleri onlarla paylaşacağız. Onların da bu çerçevelerdeki özellik ve güzelliklerini almaya gayret edeceğiz. Nitekim geçen bunca zaman dilimi içinde, karşılıklı olarak bu paylaşımlar hep olmuş ve bu değişimler de olmaya devam etmektedir.

     

    Böylece dünya, kültürel ve başka özellikleri farklı da olsa, insan olma ortak paydasından hareketle, herkesin birbirini kabul edebileceği, yaşanılabilir bir gezegen olma özelliğini kazanacaktır.

     

    Bunları yapma gayretlerinin güzel neticelerini de kimseden değil, bizi yaratan Yüce Yaratıcıdan bekleyeceğiz ve kimseye de bunların karşılığı olarak menfi bir fatura çıkarmamaya insanlık adına gayret edeceğiz.

     

    Gayret bizden, netice de Yüce Yaratıcı’dan...

     

    17 Eki 2024 00:21