Umberto

  • Şerif Ali Tekalan
  • Şerif Ali Tekalan
    15 Eyl 2024 23:20


    2011 yılının sonlarında, Latin Amerika ülkelerinden birisine heyetle gitmiştik. Heyetimizde üniversitelerden akademisyenler, idareciler ve işadamları  vardı. Ertesi gün sabah kahvaltısında beraberken, o ülkeye  ilk gelen arkadaşımıza; “Geçen sene yine biz bir vesileyle geldiğimiz başka bir Latin Amerika ülkesinde seninle konuşmuştuk. Sen bu ülkeye geleceğini söylemiştin ve bizlerden dua istemiştin. O günden bugüne burada yaşadıklarını bize anlatabilir misin?“ dedik.

     

    O da anlatmaya başladı. “Bu ülkeye geldim, tanıdık hiç kimse yoktu. Bir otele yerleştim. İspanyolca ve İngilizcem de çok iyi değildi. Telefon rehberini aldım, bir emlakçı bulup ona bilebildiğim kadarıyla İngilizce ve İspanyolcayla kiralık ev soracaktım. Bulduğum bir emlakçının telefonunu çevirdim. Yarı İngilizce, yarı İspanyolca anlatmaya çalışınca, karşımdaki kişi İngilizce olarak “Siz nerelisiniz?’’ dedi. Ben de ‘’Türkiye’’ deyince benimle Türkçe konuşmaya başladı. Ve bana “ben bu ülkede Türkçe konuşan herhalde tek kişiyim“ dedi. Türkiye’deki azınlıklardanmış ve bu ülkede emlakçılık yapıyormuş.

     

    Onun kanalıyla bir ev tuttuk. Sonra eşimi getirdim. Daha sonra da hem bu ülkede üniversitede okusunlar, açacağımız okulda belletmenlik yapsınlar, hem de birlikte hizmet edelim diye Türkiye’den dört veya beş  lise mezunu arkadaş davet ettim. Onlar da geldiler. Başkentin yakınındaki bir şehirde dil  kursu için ve daha sonra  üniversiteye  bu şehirde devam etsinler düşüncesi ile onları o şehre götürüp dil kursuna kayıt yaptırdım.

     

    Sonra Türkiye’den eşim geldi, başkentteki  kiraladığımız eve yerleştik. Eşim hamileydi ve hamileliğinin son günleriydi. Ne benim, ne de eşimin  ailesinden kimse gelememişti.

     

    Ben bu ülkede bir özel okul açmak için gerekli evrakları öğrendim, onları tamamlayıp Milli eğitim Bakanlığına gidip, ilgili yere verdim. Benim evraklarımı incelediler, en sonunda da “Siz buranın vatandaşı değilsiniz, okul açamazsınız” dediler. Ben evraklarımın üzerine bir şey yazılmaması için hemen evrakları toplayıp “Tekrar sizlerle görüşürüz” dedim ve çıktım.

     

    Ben bakanlıktan çıkar çıkmaz o yakın şehirdeki arkadaşlardan birisi beni telefonla aradı. “Bu şehirde bugün yabancılara vatandaşlık müracaatı yaptırılıyor, vatandaşlık verilecek, hemen gelebilir misiniz?’’ dedi.

     

    Ben de bakanlıktan çıktıktan sonra eşimi doğum için hastaneye götürecektim. Eve gittim ve bu durumu söyledim. Eşim bana “Sen git, ben başımın çaresine bakarım’’ dedi. İki arada bir derede kararsız kaldım. Eşim çok kararlı bir şekilde “Lütfen oraya git, bu çok önemli, ben işimi hallederim Allah'ın izniyle” dedi.

     

    “Ben o şehre gittim, vatandaşlığı aldım, hemen eve geldim. Allah’a şükür eşimin acil bir durumu çıkmamış. Birlikte hastaneye gittik, daha sonra doğum gerçekleşti. Okul için uygun bir bina bulduk, orayı kiraladık. Birkaç öğretmen arkadaş Türkiye’den, çevre ülkelerden de bazı öğretmen arkadaşlar geldi. Böylece öğrencileri de alarak okulda eğitime başladık.”

     

    ‘’Bu arada Türkiye’den getirdiğimiz diğer öğrencilerin benim bulunduğum başkentteki bir özel üniversiteye kaydı için  ziyarete gittim. Üniversite öğretim görevlileri, dekanlar ve üniversitenin de sahibi ve aynı zamanda mütevelli heyet başkanı Umberto Bey ile tanıştık. Başkentte okul açtığımızı, buraya yeni geldiğimizi söyledim. Acaba bu öğrencilerimizi sizin üniversitenize kaydettirebilir miyiz ve sizin üniversitenizde bir de Türkçe dil kursu açabilir miyiz?’’ diye sordum. Umberto “Tabii ki” dedi. Öğrencilerimizin kayıtlarını yaptırdık. Dil kursu için de  bana bir oda gösterdi, o odanın anahtarlarını da verdi ve ‘’burada istediğinizi yapabilirsiniz’’ dedi.

     

     Daha sonra biz Türkçe ve İspanyolca ilanlarla Türkçe kursu vereceğimizi etrafa bildirdik ve burada belli zaman dilimlerinde Türkçe kursu vermeye başladık.

     

     Üniversitedeki öğretim görevlileri, dekanlar, rektör ve Umberto ile ile artık o kadar güzel dostluklar edindik ki sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi olduk. Onlara Türkiye’den bizim misafirlerimiz olarak sizlerin geldiğini söyledim. Şimdi buradaki kahvaltı bittikten sonra da bu üniversiteye gideceğiz, onlar  bizi bekliyorlar, onları ziyaret edeceğiz’’ dedi.

     

    Bizimle Türkiye’den beraber gelen ve ilk defa böyle bir ziyarette bulunan bir  işadamı   arkadaşım bana, “Hocam, eğer bugün bir uçak varsa, ben Türkiye’ye dönebilirim” dedi. Ben de “Hayırdır, ne oldu, bir şey mi var?” dedim. “Hayır hiçbir şey yok, ama ben hep merak ediyordum. Dünyanın farklı ülkelerine giden bu genç arkadaşlar, yurtdışında bu kadar okulu nasıl açılabiliyorlar, yeterli, yetişmiş insan yok, gerekli maddi imkanlar az, kimler onlara yardım ediyor acaba  bunların yollarını nasıl buluyorlar diye merak ediyordum ve kimseye de soramıyordum. Ama şimdi arkadaşımızın anlattıklarını dinleyince kendimden utandım.

     

     Demek ki bir taraftan, insan kendi üzerine düşen işi yapmalı, sonra Allah o insana ve bu güzel insanlara gayretlerinin neticesini veriyor diye düşündüm. Çok duygulandım, çok memnun oldum. Bunun için samimi olarak söylüyorum, benim kafamdaki sorular her yönüyle cevap bulmuş oldu, onun için Türkiye’ye geri dönebilirim dedim’’ dedi. Ben “Daha sonra birlikte geri döneceğiz inşallah’’ dedim ve beraber bu dost üniversiteye gittik.

     

    Üniversitede bizi Senato salonuna aldılar. Büyük bir masanın etrafında bize gösterilen yerlere oturduk. Üniversitenin sahibi, rektör ve diğer hocalar da ayakta kaldılar. Biz hepimiz kalktık, “Buyurun siz de oturun, siz ayaktayken biz oturamayız’’ deyince, onlar da “Bu bizim adetimiz, biz misafirlerimizi oturturuz, kendimiz de ayakta dururuz’’ dediler. Oradaki arkadaşımız bizleri onlara, sonra da üniversitenin sahibini, rektörünü, dekanları bizlere tanıttı.

     

    Torunumun ikinci adını Umberto koyuyorum

     

    Ben konuşmalara geçmeden önce üniversitenin sahibi Umberto’ya  “Arkadaşımız, bu sabah kahvaltı esnasında, sizin kendisine ne kadar kolaylık gösterdiğinizi ve onun kardeşi gibi olduğunuzu anlattı, çok duygulandık, çok teşekkür ediyoruz. Ben daha arkadaşlarımla da paylaşmadım. Kahvaltıdan önce Türkiye’den bir haber aldım. Kızlarımdan birinin bir oğlu daha dünyaya gelmiş. Onlar ona ne isim koyarlar bilmiyorum. Türkiye’de adettir, ikinci bir isim daha konur. Siz bağrınızı bu arkadaşlarımıza açmışsınız, Türk öğrencileri üniversitenize kabul etmişsiniz, Türkçe dil kursu için burada bir oda tahsis etmişsiniz. Bunun için ben bu yeni doğan torunumun ikinci ismini, size teşekkür ve vefa olarak  izin verirseniz “Umberto”  koyuyorum dedim.

     

     Oradakilerin hepsi alkışladı, “Hayırlı uğurlu olsun’’ dediler. Üniversitenin rektörü, ‘’Umberto’nun da 2 veya 3 ay sonra bir kız torunu olacak’’ dedi. Ben de Umberto’ya, “Bizim torun Umberto Türkiye’de ilkokulu bitirsin, sonra ortaokul ve lise için burada yeni açılan okula gelsin, liseyi de bitirince sizin bu üniversitede okusun, sonra da torunlarımızı evlendirelim’’ dedim. Umberto bana sarıldı, “Ben bu işte varım, tamam” dedi.

    Bu güzel hava içinde değişik konular konuşuldu, görüşüldü. Tekrar görüşmek için müsaade istemeden önce üniversiteyi gezdirdiler, beraber öğle yemeği yedik. Karşılıklı hediyeleştik. Üniversiteden ayrıldık.

     

    Yeni açılan okulumuzdaki  Türkiye’den gelen öğretmen arkadaşlarımızı ve şehrin değişik yerlerini ziyaret ettik. Sonra Türkiye’ye döndük. Bizimle gelen misafirler de bu yapılan güzel eğitim faaliyetlerinden çok memnun kaldılar. Onlar da, “Biz de iş adamı  arkadaşımız gibi bu güzel ve insanlığa faydalı faaliyetlerden çok etkilendik. Hizmetlerin nasıl başladığını ve nasıl devam ettirildiğini görmüş olduk’’ dediler.

     

     2012 yılında, Fatih Üniversitesi’nde uluslararası her yıl tertip ettiğimiz uluslararası bir kongre vardı. Ben kongreye Umberto’yu, rektörü ve diğer öğretim üyelerinden gelebilecek olanları davet ettim. İlk defa Umberto’yla tanışan arkadaşımız, bu kongreden iki üç gün önce, kendisinin İstanbul’da olduğunu ve ertesi gün Umberto’nun Sabiha Gökçen havaalanına geleceğini söyledi.

     

    Ben de “Niye oraya geliyor da Yeşilköy havaalanına değil?’’ diye sorunca, “Kendi özel uçağıyla geliyor, oraya izin vermişler’’ dedi. Birlikte misafirlerimizi karşıladık. Umberto ve eşi, bir  işadamı  arkadaşıyla onun da eşini davet etmiş. Dört kişi olarak onun uçağıyla geldiler. O akşam, İstanbul’dan bazı işadamı arkadaşlarımızla birlikte yemek yedik.  Umberto, “Bu benim okyanusu rahat geçebilen bir uçağım. Bir de ülke içinde kullandığım uçağım var’’ dedi. Ertesi gün sabah birlikte Fatih Üniversitesi'ndeki uluslararası kongreye katıldık, görüşmeler, konuşmalar, tanışmalar oldu.

     

    Kucağıma sekiz aylık Umberto’yu alarak kürsüye çıktım

     

    Akşam da Fatih Üniversitesinde kongrenin gala yemeği vardı. Umberto ve ekibi heyet olarak katıldılar. Dünyanın 30’dan fazla ülkesinden 40’a yakın rektör de bu toplantıya katılmıştı. Ev sahibi olarak yemeğin başında ben, misafirlere hoş geldin konuşması demek için kürsüye geldim. Tevafuken Ankara’da oturan kızımın, ikinci isim olarak Umberto adını verdiğimiz yeni doğmuş bebeği de bizde misafir idiler. Yemeğe onları da davet ettim. Sonra kucağıma sekiz aylık Umberto’yu alarak kürsüye çıktım. Misafirlerimize bebek kucağımda olmak üzere, hoş geldiniz dedim, programı kısaca tekrar özetledim. Daha sonra da “Bu kucağınızdaki bebek kimdir diye soracaksınız. Siz sormadan ben anlatayım’’ deyip yukarıdaki hikayeyi anlattım.

    Umberto’yu kürsüye davet ettim ve torunumuz Umberto’yu onun kucağına verdim. O da güzel bir konuşma yaptı, misafirlerimiz ayakta alkışladılar. Kongre boyunca toplantıları takip ettiler. Daha sonra diğer misafirlerimizle birlikte boğaz gezisi yaptık. İstanbul’un değişik yerlerini birlikte ziyaret ettik. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Üsküdar’daki deniz kenarında bulunan yerinde akşam yemeği yedik, değişik konuları konuştuk. Misafirlerimiz ülkelerindeki politik ve ekonomik sıkıntıları anlattılar. Demokrasi ve insan haklarından uzaklaşıldığı zaman bir ülkenin ne hale gelebildiğini ve  çözüm önerilerini paylaştık.

     

    Kongre bittikten sonra Umberto  ve ekibi ile beraber  onun uçağıyla Sabiha Gökçen havaalanından Ankara’ya, eşim, kızım, torunlarımızla birlikte gittik. Orada da bizimle birlikte o ülkeye gelen ve bir üniversitenin mütevelli heyet başkanı, o ülkeyi birlikte ziyaret ettiğimiz arkadaşlarımızla misafirlerimizi ağırladık, değişik insanlarla görüşüldü. Bu misafirlerimizi Ankara’daki evimizde misafir ettik, diğer çocuklarımızla tanıştırdık. İki gün Ankara’da kaldıktan sonra, Umberto ve ekibi uçaklarıyla İstanbul üzerinden ülkelerine döndüler.

     

    Gerek bizim için, gerekse  kongreye gelen diğer misafirlerimiz ve üniversitedeki arkadaşlarımız için hakikaten farklı,güzel ve kalıcı bir diyalog kurulmuş oldu. Sonra da irtibatlarımızı bu üniversiteyle devam ettirdik, halen de devam ettirmeye çalışıyoruz. Maalesef başta kendi memleketimizde olmak üzere, birçok ülkede olduğu gibi, bu ülkede de demokrasi ve insan hakları yönünden problemler olduğu için, bu değerli insanlar ülkelerini terk etmek zorunda kaldılar. Oradaki üniversitelerini akrabaları yine devam ettiriyorlar.

     

     Tarih boyunca, insanoğlu var olduğu günden beri bu tip benzeri problemler yaşanmıştır, halen de yaşanmaktadır. Bundan sonra da herhalde insanoğlu var oldukça ve dünya döndükçe bir yandan bu şekildeki problemler yaşanırken, bir diğer yandan da bunların çözümleri için samimi ve iyi niyetli insanlar gayretlerini devam ettireceklerdir. İyiler ve kötüler mücadelesi sürüp gidecektir.

     

    Tarihte de gelecek nesiller,insanlığa yararlı iyi insanları hayırla yad edecekler, onlar için dua edecekler. İnsanların haklarını yiyen, onlara zulmeden kötüler için de kendilerini düzeltmeleri için Allah'tan yardım dileyecekler, düzelmeleri mümkün değilse de “Sana havale ediyoruz Ya Rabbi, sen bilirsin’’ diyecekler.

     

    Şimdi denildiği gibi…..

    Böyle kötü niyetli insanlar olmasaydı, karşılıklı oluşturulan bu insani ve iyi niyetli diyaloglar, projeksiyon olarak hem farklı güzelliklere evrilecek, hem de gelecek nesiller de bunları devam ettireceklerdi. Uluslararası geliştirilen bu güzel hamleler, sadece iki ülke için değil, kim bilir insanlık için ne gibi güzelliklere evrileceklerdi.

     

    Bu iyilik ve güzellik zinciri de böylece uzayıp gidecekti. Bunlara mani olanlar, hem bu dünyada, hem de öbür alemde bunların hesaplarını da kuşkusuz verecekler.

     

    Ne ağır bir hesap…

     

    Hele şükür ki imanın şartlarından biri olan kadere imanla “Vardır bunda da bir hayır’’ yaklaşımıyla, yolda takılıp kalmadan, yeni Umberto’larla tanışmaları, karşılıklı etkileşimleri, hem de hız kesmeden arttırmak, irade sahibi insanın elindedir.

     

    Dünyada halen ve gelecekte arkadaş, kardeş ve dost olunacak daha çok Umberto’lar var. Lüzumsuz teferruat ve takılmalara ayıracak zamanımız yok, Umberto’lar bizi bekliyor…

    15 Eyl 2024 23:20