Yeise düşmeden mücadele azmi için Üstad Hazretleri'nden tespitler

''Üstad Hazretleri yeis duygusu ile hep mücadele etmiştir. 1911’de Şam’da Emevî Camiinde okuduğu hutbesinin başında da en büyük hastalığımızın ümitsizlik olduğunu ifade etmiştir… Bu duyguyu bizlere sinsice düşmanlarımızın aşılayıp çeşitli yollarla telkin ettiklerini de söylemiş; Yeis, kanser gibi bir hastalıktır. Her türlü ilerleme ve gelişmeye hep ümitsizlik sebeptir” demiştir. ''
Abdullah Aymaz / Samanyoluhaber.com
Hayat bir aksiyondur

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Güney Doğu için ama bütün ülkemiz hatta bütün İslam Dünyası için bir reçete hazırlamış… Cehâlet, fakirlik ve tefrika ile ilgili dertlerimize, çözümler sunmuş. Ama onu tatbik edecek devlet anlayışı olmadığından ciddî olarak ele alınamamış. İşte bu reçetenin son bölümünde “Tembellik zindanına düşmemizin sebebi nedir?” diye sorulan soruya verilen cevabın giriş kısmında şöyle diyor: “Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise bineğidir.”

M. Fethullah Gülen Hocaefendi de diyor ki: “Hayatımızın en önemli, en zarurî hâdisesi aksiyondur. O uğurda pek çok şey kaybetme pahasına da olsa, sürekli aksiyon, sürekli düşünce ile bir kısım sorumluluklar altına girerek, bir kısım problemleri göğüsleyerek âdeta kendi kendimizi mahkûm edip hep hareket etme mecburiyetindeyiz… evet, eğer kendimiz olarak hareket etmezsek, başkalarının  hamle ve aksiyon dalgalarının, düşünce ve plan girdaplarının tesirine girerek onların hareket fasıllarını temsil etme zorunda kalırız.

“Hep hareketsiz kalma, çevremizde olup biten şeylere müdahale etmeme, etrafımızdaki oluşumlara karışmama, suyun içine düşmüş bir buz parçası gibi, kendimize rağmen, kendi kendimizi erimeye salmak demektir. Özümüzün moleküllerini koruyamayacağımız böyle bir erime ise, kendimize ters ve özümüze de zıt her hangi bir tekevvün  ve oluşuma teslim olmak sayılır. Kendi olarak kalmayı plânlayanlar, bütün arzularıyla, istekleriyle, kalbleriyle, vicdanlarıyla, hareket  ve düşünceleriyle onu istemelidirler; zira var olmak için bütünüyle insan özünün gerilimde olması şarttır….  Evet, önce var olmak, sonra da varlığın devamı, insandan kol ister, kanat ister, kalb ister, kafa ister. Bizler yarınki varlığımız için şimdiden kalb ve  kafalarımızı fedâ etmezsek, başkaları, hem de bize hiçbir yararı olmadığı bir zemin ve zamanda gözümüzün içine baka baka onları bizden isteyebilir.”

Evet faaliyet ve hareketten ibaret olan hayat, ŞEVK atına binerek varlık mücadelesi için meydana çıkar.

Aslında Cenab-ı Hak, insanın maddî-manevî donanımı  için pek çok, duygular ve cihazlar vermiştir… Yani beş zâhiri duyuya (görme, işitme, dokunma, koklama, tadalma) karşı, beş tane de bâtînı duygu vermiştir. Bunlar: Şâhika; şevk duygusu… Sâika; sevk, insiyak duygusu. Buna içgüdü diyenler de vardır. Rüya-i sâdıka; gerçek rüyalar… Hiss-i kablelvuku; olay olmadan sezip hissetme, önsezi… Keşf-i sahih; velilerin keşifleri… Mesela, keşfü’l-kubur velileri kabirlerdekilerin durumlarının ne olduğunu Allah’ın izin ve lütfu ile keşfederler. Üstad Hazretleri gibi Hafız Ali Ağabeyimiz de böyle ehl-i keşiflerdendi…

İşte böyle bir potansiyele sahip insanoğlu, bilhassa ehl-i Hizmet insanlar, hayata bilhassa Hizmet için ortaya atıldıkları zaman sekiz tane engelle karşılaşırlar. Üstad Hazretlerinin tesbitiyle, “Himmetiniz şevk atına binip hayat mücadelesi meydanına çıktığı zaman, en evvel şiddetli düşman olan yeise (ümitsizliğe) rast gelir. Kuvve-i mâneviyesini kırar (moral gücünü bozar)…

Üstad Hazretleri yeis duygusu ile hep mücadele etmiştir. 1911’de Şam’da Emevî Camiinde okuduğu hutbesinin başında da en büyük hastalığımızın ümitsizlik olduğunu ifade etmiştir… Bu duyguyu bizlere sinsice düşmanlarımızın aşılayıp çeşitli yollarla telkin ettiklerini de söylemiş; Yeis, kanser gibi bir hastalıktır. Her türlü ilerleme ve gelişmeye hep ümitsizlik sebeptir” demiştir. 

Maalesef sömürgeciler bizlerin moralimizi bozmak aşk ve şevkimizi kırmak için içimize soktuğu tekerlemelerden birisi de “Gelen mahşer, gün günden beter. Yevmü’l-beter geliyor… Yapacak bir işimiz yok.” Hatta Abdülhamid döneminde, Kafkaslardan üç büyük Rus gemisiyle insanlarımız artık kıyametin kopmasına az kaldı diyerek Şam’a hicret etmişler. Saraydan dürbünle bunları gören Sultan Abdülhamid, kendilerine haber gönderip; “Siz serin yaylalardan geliyorsunuz. Şam çok sıcak olur; ben sizleri, Yalova’nın, Konya’nın, Eskişehir’in yaylalarına yerleştireyim, arazi vereyim.” diye tavsiyelerde bulunmuştur.  Onun sözüne güvenerek bir kısmı böylece Anadolu’nun yaylalarında kalmış, bir kısmı da Şam’a gitmiştir. 

Beş-altı sene önce Ürdün’ün Amman şehrinde tertiplenen bir sempozyumda bir akademisyen, “İslam dünyasından bir kültür olarak yeis başlıklı bir tebliğ sunmuştu… Hiç ümitsizlik diye bir kültür mü olur, diyebiliriz ama maalesef  böyle… Ama bu akademisyen meseleyi, geniş ve derince ele aldıktan sonra “Ama ben Türkiye’de Hizmet Hareketinin hizmet ve gayretlerini gördüm; artık bu yanlış anlayışı çürüttüğüne şâhit oldum… Büyük bir ümitle bütün dünyaya açılma gayretleri takdire şayan.” diye bir tesbitte de bulunmuştu. 

Şimdi düşünelim, Kafkaslardan Şam’a gelenler 1903’ler yola çıkmışlardı. Üstad Hazretleri de 1911’de ümit hutbesini okumuştu. Aradan yüz seneden fazla vakit geçti; şimdi kim haklı? Hem Hadis-i Şerifte, “Kıyamet kopuyor olsa bile elinizde bir fidan varsa onu hemen dikiniz.” buyrulmuyor mu? Oturup tembel tembel kıyameti beklemenin ne mânası var?

Onun için Üstad Hazretleri “Bu düşman-ı şedide karşı, ‘Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.’ (Zümer Suresi, 39/53) kılıcını kullanınız.” diyor…

Hem de Hutbe-i Şâmiye’de niçin ümitli olmamız gerektiğinin  sebep ve gerekçelerini de gösteriyor:
1-Hakikatı İslamiyet… Birleştirici bir güce sahip… Hakîki bir medeniyet projesi… Müsbet ve doğru fenlerle donatılmış… Öyle bir mâhiyete sâhip ki, hiçbir kuvvet onu kıramaz…
2-İslamiyetin hakikatı… Medeniyet ve sanatın hakikî üstaddır…  Müslümanlarda da şiddetli bir ihtiyaç, bellerini kıran bir fakirlik var ve işte bunlar hiç susmaz ve kırılmaz…
3-Müslümanlarda geri kalma, fakir olmanın verdiği müthiş bir rekabet hissi de var…
4-İslamiyette, İslâmiyetin telkin ettiği hürriyet duygusu, müstebitlere dalkavukluk ettirmez, zayıf ve biçareleri de ezdirmez.
5-İslâmî izzet… Yüce olan Allah’ın adının ve İslamiyetin yüceliğine uygun cihana duyurulması… Bu zamanda, bu da maddeten terakkî ile mümkündür…
Bütün bunlar geleceğimiz için derin, güçlü ve engin birer ümit kaynaklarıdır…  

20 Kasım 2017 11:48
DİĞER HABERLER