Türkiye’yi 2002 yılından beri 17 yıldır kesintisiz yöneten bir parti ve onun lideri var. Aynı lider 7 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinden beridir de 25 yıldır kesintisiz İstanbul’u yönetiyor ve çoğu ülkeden büyük olan bu metropoldeki yapılaşma, çarpık kentleşme, rant düzenin hep göbeğinde.
Türkiye’de şu son 10 yıl içinde neredeyse ülkenin yarısı terör şüphelisi haline geldi. 2014 yılındaki 17/25 operasyonlarından sonra yeni bir aşamaya gelindi ve ‘fetö’ diye yeni bir terör örgütü ismi ortaya atıldı. Bu iddia ile şimdi yüzbinlerce insan şüpheli konumunda.
“Cebir ve şiddet” şartı aranmaksızın getirilen bu yeni terör tanımlamasının ucu çok açık. Bu hızla başka terör örgütü isimlerinin de üretilmesi çok kolay. Cemaat dışındaki diğer dini gruplar ansızın METÖ, SETÖ, İTÖ diye sıralanabilir. Mevcut iktidarın sarsılması halinde nasıl bir suçlamanın yapılabileceği konusunda da kafa yormaya başlayanlar olabilir.
Bu yazıda özellikle şu son 5-6 yılda yaşananlar ışığında ortada hangi dosyaların olduğunu, buradan ne gibi suçlamaların ve terör tanımlarının çıkabileceğini irdeleyeceğiz. Antiparantez, Libya’daki terör örgütlerine silah gönderildiğine dair yeni bir iddia daha var… Ve bu iddia üzerine Libya Türkiye’yi BM’ye şikayet etti. Bunu da ele alacağız.
HERKES SUÇLU, BİRİSİ HARİÇ!
Türkiye’yi 2002 yılından beri 17 yıldır kesintisiz yöneten bir parti ve onun lideri var. Aynı lider 7 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinden beridir de 25 yıldır kesintisiz İstanbul’u yönetiyor ve çoğu ülkeden büyük olan bu metropoldeki yapılaşma, çarpık kentleşme, rant düzenin hep göbeğinde.
İstanbul’daki belediyecilikte ya da ülke genelinde meydana gelen her olaydan bir başkasını sorumlu tuttu, şu ana kadar yaşanan meselelerin hiç birisinden direkt sorumluluk almadı. En son Kartal’da bir apartman çöktü, İstanbul’daki belediyecilik ve imar konusundaki şaibeler, söylentiler tekrar ortaya döküldü ama AKP lideri yine bunu birilerinin üstüne yıkmasını bildi.
Şimdi yerel seçimlere giderken MHP ve BBP ile kurduğu ittifaka dahil olmayan bütün partileri “teröristlikle, teröre destek olmakla” suçladı. Zaten HDP ve genel olarak Kürtler, terör konusunda “doğal suçlu” kabul ediliyordu. Gülen Cemaati de zaten 2013 yılından beri her türlü terör olayından, ülkedeki her problemden sorumlu tutulmakta… 1971 Muhtırası’ndan da sorumlu tutuldular. Hatta neredeyse ülkenin 50 yılllık bütün sorunlarından mesuller!
Şu an ülkede ekonomik bir kriz var. Yıllardır süren tarım politikası yanlışlarından dolayı tarımda üretim durmuş vaziyette. Etten tutun da samana kadar herşey yurtdışından ithal. (Getirilirken de değişik şaibeler döndüğünden kontroller olmuyor ve ülkeye hastalıklar, salgınlar da ithal edilmiş olunuyor.)
Sebze meyve fiyatları sürekli olarak yükseliyor. Bunun sorumlusu kim? Tabii ki de ülkeyi yönetenler değil, şu ana kadar hiç bir konuda sorumluluk almadılar ki bu konuda alsınlar! Erdoğan, suçluları ilan etti: patates, soğan üreticileri, toptancıları vs. Hatta bu insanları da terör lobisi olarak saydı!
Erdoğan ve partisinin terörist ilan ettiklerini saymakla bitmez. Ona oy vermeyip de onun “terörist” yaftasından nasibini almamış kimse yok.
ERGENEKON’DAN BAŞLAYALIM SÖZE
Ergenekon Davaları başladığında Erdoğan ve partisi iktidardı. 12 Temmuz 2007’de Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan 27 el bombasıyla start alan soruşturmalar, 14 Temmuz 2008’deki ilk iddianame ile şekil almış ve bilahare örgütün adı konmuştu: Ergenekon Terör Örgütü, yani kısaca ETÖ.
Sonrasında sırayla iddianameler gelmiş, dalga dalga operasyonlar gerçekleştirilmişti. Ardından Balyoz Davası başlamış ve Mayıs 2012’de TSK’nın açıkladığı rakamlara göre 400 asker Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanmıştı. (Ergenekon’daki toplam sanık sayısı ise 275 idi.)
Bu davalarla, Soğuk Savaşı sonrası NATO ülkelerinde yuvalanmış olan Derin Yapılar olan Gladyoların temizlenmesi amaçlanıyordu. Daha doğrusu, Erdoğan’ın yansıttığı bu idi. Bu söylemle uluslararası olduğu kadar ülke içindeki kurumların, grupların desteğini alan Erdoğan, bu operasyonlarla Türkiye’deki derin devleti pataklayıp hizaya getirmiş, gücünü toparladığını düşündüğü anda ise bu yapının sinerjisinden faydalanma yoluna gitmişti.
Nihayetinde 29-30 Mart 2011 tarihlerinde Başbakan Erdoğan’la, o zamanın Genelkurmay Başkanı Büyükanıt arasında Dolmabahçe Sarayı’nda kritik bir görüşme yapılmış ve içeriği gizli tutulan bu toplantı “Dolmabahçe Mutabakatı” olarak geçmişti.
DOLMABAHÇE SONRASI SÜREÇ
Her ne kadar içerik gizli tutulmaya çalışılsa ve Erdoğan “Bu görüşmede konuşulanlar benimle birlikte mezara girecek” dese de konuşulanlar az buçuk netleşmişti; “Wikileaks belgeleri” gibi sızıntılarla birlikte… Genel çerçeve şu idi:
– Erdoğan, Avrasyacı bu ekibin davalarını durduracak, dosyalarını düşürecek, içerdekileri çıkarak, onları peyderpey görevlerine iade edecek,
– Perinçek’in TV programlarında bahsetmeye başladığı gibi, “28 Şubat’tan beri hedefte olan” başta Gülen Cemaati olmak üzere bazı toplulukların kadrolarının ve Batı’ya yakın, Natocu askerin aşamalı olarak devletten arındırılmasına Erdoğan izin verecek, hatta destek verecek (ki zaten 2004’deki MGK toplantısında da bu yönde alınmış bir karar halihazırda vardı ve yürürlükte idi),
– Avrasyacı ekip de Erdoğan’ın yolsuzluk dosyalarına ses çıkarmayacak, onun Başkan seçilmesine karşı çıkmayacak, destek verecek, kendi kadrolarını da onun tasfiye ve operasyon işlerine açacaktı.
Anlaşıldığı gibi de oldu ve o tarihten sonra Ergenekon davalarının seyri bir anda değişmiş ve yeni terörist tanımı yeni hedeftekilere yöneltilmişti; Fethullah Gülen Cemaati. 2012’deki “Dersane Tartışmaları”, 17/25 Aralık 2013’deki Büyük Yolsuzluk Operasyonları ile bambaşka bir boyut kazanmıştı. Bilhare adeta devletin yapısında, Emniyet ve Adliye teşkilatlarında sivil bir darbe ile bütün işleyici hallaç pamuğu gibi atılmıştı.
Yeni dizayn edilmiş yargı ile birlikte yeni bir terör örgütü icat edilmişti: ‘fetö.’ Halbuki AB, terör tanımını 13 Haziran 2002 tarihli ve 2002/475/JHA numaralı ‘Çerçeve Kararı’ ile şöyle belirlenmişti:
-“Terör suçu” için objektif unsurlar içermeli: Cinayet, yaralama, rehin alma, saldırı gibi.
– “Terör suçu” için subjektif unsurlar içermeli: Halkı tehdit; bir ülkeyi, uluslararası örgütü ya da bir hükümeti yapacaklarından alıkoyacak istikrarsızlık ya da yok etme eylemiyle yapılan saldırılar gibi…
Nitekim, Türkiye ile AB arasında 2008/919/ JHA numaralı ‘Çerçeve Kararı’nın 2. maddesindeki “insan hakları ihlalleri” gerekçesiyle de 2008 yılında bir anlaşmazlık da yaşanmıştı. Bilahare de AB Uyum Yasaları çerçevesinde terör ve terör propagandası tanımında “cebir ve şiddet şartı” getirilmişti.
Bu 10 yıllık AB Uyum sürecinde çıkarılmış onca yasaya rağmen, terör için “cebir ve şiddet şartı” aranmaksızın “banka hesabının olması, dernek üyeliğinin olması, gazete aboneliğinin olması” gibi legal unsurlar bile terör kapsamına alındı ve bu Erdoğan & Avrasyacı Koalisyon’un dizayn ettiği Yargı ile silahsız bir cemaat ilk defa böyle “terör örgütü” kapsamına alınmış oldu.
BURADA KALIR MI?
Yazının başında dediğimiz gibi, o kadar dalga dalga operasyonların olduğu anlı şanlı Ergenekon ve Balyoz Davalarındaki toplam sanık sayısı 400 idi. “fetö” dedikleri davalarda şu an tutuklu olanların sayısı 40 binlerde ve şüpheli, sanık sayısı ise yüzbinleri geçmiş durumda. Net rakamı bilmek neredeyse imkansız, zira şu an devlette paralel kayıtlar tutuluyor ve bu soruşturmalarda hedefteki toplam kişi sayısı tam bir muamma…
İlk olarak Taraf’ın ortaya çıkardığı ‘AKP ve Gülen’i bitirme planı’nı hatırlarsınız. Kıdemli Albay Dursun Çiçek imzalı planın Ergenekon sanığının ofisinde bulunması ile ortaya çıkan bu Nisan 2009 tarihli belgeye göre, aslında hedefte sadece Gülen Cemaati değil, AKP de vardı.
Gülen Cemaati’nin işinin bitirildiği düşürüldüğü şu zamanlarda Avrasyacı ekibinin sözcüsü gibi hareket eden Perinçek ve Aydınlık ekibinin adamlarınca ara ara bahsedildiğine göre, “Sırada AKP var.”
Şu ana kadar “fetö”den Cumhuriyet yazarlarından, Sözcü yazarlarına kadar yüzbinlerce insan şüpheli kategorisine alındı, sanık sandalyelerine oturtuldu ama siyasilerden hemen hiç kimse olmadı. Erdoğan’ın talimatı olduğu söylenen “Cemaatin kapısının önünden geçmiş, çayını- çorbasını içmiş kim varsa içeri alın” talimatındaki gibi herkes zan altında iken siyasiler neden yok? Sözcü yazarları bile “Fetö üyesi olmamakla birlikte yardım etmek” şeklindeki yeni bir tanımla suçlanıyorlar… AKP’de yer almış hemen herkesin Cemaat üyeleri ve lideri ile yakın ilişkileri, selfy fotoğrafları varken ortada bir soruşturma gözükmüyor.
Alt perdeden dillendirildiği gibi, işin bir de “fetö’nün Siyasi Ayağı” soruşturması kısmı var. Şu an AKP-Erdoğan iktidarı bir şekilde gücünü koruduğu için bu dosyalar gözükmüyor. Ama Avrasyacı ortakların bu ek listeyi sümenaltında tuttuğu muhakkak!
Öyle olursa, bu Erdoğan ve 5-10 bakanı ile sınırlı mı olur sizce?
Artık mümkün değil! Bir excell dosyası ile mahkemeye gönderilen binlerce banka hesabı sahibinin, sendika üyesinin bir anda sanık durumuna düştüğü gibi, terör örgütü ilan edilmiş AKP teşkilatındaki yüzbinlerce insan bir anda terör örgütü üyesi” haline gelebilecek. Hem de oluşturdukları kendi hayali canavarın kurbanı olarak; “Fetö-PDY Siyasi Ayağı üyeleri” diye!
Bu haliyle de AKP’ye destek vermiş olan bütün dini gruplar da aynı okkanın altına gitmiş olacak.
Zaten Ergenekon Davalarındaki tutukluluğu nihayetinde çıkışta açıklama yapan Perinçek’in deyimi ile:
“Bütün tarikat ve cemaatlerin kökü kazınacak” öyle ya da böyle. Gülen Hareketi nasıl terör örgütü olarak ilan edilebildiyse, devlet içinde kadrosu bulunan bütün dini gruplar da bir anda METÖ, SETÖ, İTÖ gibi bir tanımlama ile terör örgütüne dönüştürülebilecek.
Bir sonraki yazımızda da, halihazırdaki bazı terör dosyalarından yola çıkarak, AKP ve liderine yöneltilebilecek terör tanımlarını ele almaya çalışalım.