''Nasıl ki, Hz. Musa Aleyhisselamı dinlemeyen İsrail Oğulları, 40 sene perişanlık çekmiş ama o büyük sıkıntı ve perişaniyetten sonra olgunlaşıp kendilerini toparlamışlar. Hz. Davud Aleyhisselam ve Devlet, Hz. Süleyman Aleyhisselam ile büyük ve eşsiz bir Medeniyet kurmuşlardır. İşte İslam dünyası da bu kadar perişaniyetten sonra böyle bir Mazhariyet beklemektedir. ''
Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
“Çağ ve Nesil” serisinden M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Zamanın Altın Dilimi isimli kitabı Zaman Gazetesi tarafından hediye kitaplar arasında 2003’de basılıp verilmişti. Bu baskıdan “Yeni İnsan” başlıklı yazı üzerinde durmak istiyorum. Çünkü günümüze ışık tutan bu yazının genç nesillere çok iyi mâl edilmesi gerekiyor…
Yazının giriş kısmında Hocaefendi şöyle diyor: “Tarihî devr-i daimlerle Hakk inayetinin tecellilerinin açık yeni bir çağın sath-ı mâiline girmiş bulunuyoruz. Bizim dünyamız adına 18. Asır, ÖZÜNDEN UZAKLAŞANLARIN ve MUHÂKEMESİZ MUKALLİTLERİN; 19. Asır, kendini değişik fantazilere kaptırmış, geçmişiyle ve tarihi dinamikleriyle zıtlaşanların; 20. Asır, bütünüyle yabancılaşanların, kendini inkâr edenlerin, dolayısıyla da ışık ve rehberini hep dışarıda arayanların çağı olmuştur. Dört bir yanda tüllenen emârelerin de teyidiyle, 21. Asır ile BİR İNANÇ ve İNANMIŞLAR ASRI ve bizim için bir RÖNESANS ÇAĞI olacaktır…”
Bu hususta Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin 1911’de Şam’da Ümeyye (Emevî) camiindeki irad ettiği hutbelerindeki tesbitlerinden bazıları:
“… Ben de bütün kanaatimle derim ki; Amerika ve Avrupa İslâmiyetle hâmiledir. Günün birinde bir İslamî devlet doğuracak. Nasıl ki, Osmanlılar Avrupa devleti doğurdu. (…) Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki, istikbalin kıtalarında hakikî ve mânevî hâkim olacak ve insanlığı dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılab edecek ve hurafelerden ve tahrifattan sıyrılacak olan Hz. İsa Aleyhisselamın hakiki dinidir ki, Kur’an’a tâbî olur, ittifak eder. (…)
“İslam âleminin mânevî şahsiyetinin kalbinde, gayet kuvvetli ve kırılmaz beş kuvvet toplanmış ve birbiriyle mezcolup bir bileşik halinde yerleşmiştir:
“Birinci kuvvet: İslamiyetin hakikatıdır. Bu öyle bir hakikattır ki, bütün kemâlâtın Üstadı olup üç yüz yetmiş milyon insanı (yani bütün Müslümanları) bir tek insan hükmüne getirebilecek güçtedir. Hem hakikî bir medeniyetle, müsbet ve doğru fenlerle donatılmıştır. Aynı zamanda hiçbir kuvvetin de kendisini kıramayacak bir mâhiyete sahiptir.
“İkinci kuvvet: Şiddetli bir ihtiyaç ve belimizi kıran fakirlik… Bunlar öyle kuvvetlerdir ki, medeniyet ve sanatın hakiki üstadları oldukları, vesilelerin ve temel prensiplerin gelişmesiyle donanmış bulundukları için asla susmaz ve kırılmazlar…
“Üçüncü kuvvet: İslâmi hürriyettir. Yani insanlığa lâyık en yüksek kemâlâta, mükemmelliğe olan meyil ve arzu ile donanmış bulunmaktır. Bu, öyle bir hürriyet meyli ve arzusudur ki, yüksek şeylere müsabaka suretinde insanlara yüksek maksatları ders verir. O yolda çalıştırır. İstibdat ve tahakkümleri parça parça eder. Ulvî hisleri heyecana getirir. Gıbta, haset, kıskançlık ve rekabetle ve tam uyanmakla, yarışma şevkiyle, yenileşme meyli ile ve medenileşme arzusuyla donatılmıştır…
“Dördüncü kuvvet: Şefkatle donanmış, imanî şehamettir. Yani, zillete düşmemek, haksızlara, zâlimlere zillet göstermemek… Mazlumları da zelil duruma düşürmemektir. Yani İslâmî hürriyetin esasları olan; müstebitlere (diktatörlere), dalkavukluk etmemek ve bîçârelere tahakküm etmemek, kibirlenmemektir.
“Beşinci kuvvet: İslâmî izzettir. Bu izzet, i’lâ-yı kelimetullahı yani Allah’ın yüce adının, şânına uygun olarak cihanda şâhikalarda dalgalanması için gayret göstermeyi gerektirir. Bu zamanda i’lâ-yı kelimetullah, maddi olarak da yükselme ve ilerlemeye bağlıdır. Hem de hakikî medeniyete girmekle i’lâ-yı kelimetullah yapılabilir. İslâmî izzetin iman ile kesin olarak verdiği emri, elbette İslâm âleminin istikbalde tam olarak yerine getireceğinden şüphe edilmez.”
Her krizden sonra mühim fırsatlar doğar. Mühim olan tanınan o imkan ve fırsatları çok iyi değerlendirmektir… Nasıl ki, Hz. Musa Aleyhisselamı dinlemeyen İsrail Oğulları, 40 sene perişanlık çekmiş ama o büyük sıkıntı ve perişaniyetten sonra olgunlaşıp kendilerini toparlamışlar. Hz. Davud Aleyhisselam ve Devlet, Hz. Süleyman Aleyhisselam ile büyük ve eşsiz bir Medeniyet kurmuşlardır. İşte İslam dünyası da bu kadar perişaniyetten sonra böyle bir Mazhariyet beklemektedir.
Böyle bir mazhariyet için maddî-mânevî hazırlıklı olmak gerekir. Çağıyla yüzleşmeye ve hesaplaşmaya hazır olmayanların da böyle bir mazhariyete ne kadar yüzleri olabilir; bu hususu da iyi düşünmemiz gerekmektedir.