İpek Medya ve Can Erzincan TV'ye art arda el konmasının ardından Türkiye'yi terk etmek zorunda kalan gazeteci Fatih Akalan son 1 yıldır yaşadıklarını sosyal medya hesabından paylaştı.
Vakit gece yarısıydı.
Günlerdir evimize gitmiyor, İpek Medya'nın İstanbul Mecidiyeköy'deki binasında kalıyorduk.
Kayyım söylentisi ete kemiğe bürünmüş, bir gün önce polis tebligat için kapıya dayanmıştı.
Halkın ve gazetecilerin tepkisi üzerine dönüp gitmişlerdi.
Ama biliyorduk, yine geleceklerdi.
Saat 04:30 gibi yönetmen arkadaşlardan biri koşarak haber merkezine girdi.
"Geldiler" diye bağırıyordu.
Gelen sütçü değildi.
******
Dışarı koştuk, yüzlerce polis İpek Medya'yı kuşatmıştı.
Yüz kadar vefalı izleyici ve okur da bizimle birlikte kayyım nöbeti tutuyordu.
Kolay kolay teslim olmaya niyetimiz yoktu.
Haklı ve onurlu bir duruş göstermeye karar vermiştik.
Bugün ve Kanaltürk TV izleyicileri ile Bugün ve Millet gazeteleri okurları dışarda biz ise içerde kol kola girip beklemeye başladık.
Biraz sonra Erdoğan'ın polisleri tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etti.
Polisler kapının önünde durmak dışında hiç bir mukavemet göstermeyen insanları yerlerde sürüklüyor, ters kelepçe takıyordu.
Gün daha ağarmamıştı.
Ama artık yüzlerce polisle aramızda sadece çok zayıf demir bir kapı vardı.
Kimse bir adım geri atmadı.
Bir yandan polis gözümüzün içine biber gazı sıkıyor, bir yandan da itfaiye görevlileri Efkan Ala'nın "Kır kapıyı al gazeteciyi" söylemini hayata geçiriyordu.
Ve bütün bunlar canlı yayında bütün dünyanın gözü önünde oluyordu.
O an farkında değildik ama en yakınlarımız da endişeyle o görüntüleri izliyordu.
Öfkeden deliye dönmüş polis memurları tuttuğu gazeteceyi dışarı atıyordu.
Niye bu kadar kızgındılar?
Sanki gece yarısı bizim değil de onların evi basılmıştı!
Polisin biri kolumdan hiddetle dışarı çekti.
Yaşadığımız haksızlık karşısında bağırmaktan sesim kısılmıştı.
Bir polisin "Zorluk çıkarma" sözü bardağı taşıran son damla oldu.
Polisin gözlerinin içine bakarak boğuk bir sesle "Ben mi zorluk çıkarıyorum? Sabah 5'te darbe yapar gibi gelen ben miyim sen mi?" diye bağırdım.
Gözlerini kaçırdı, ağlar gibi oldu, yutkundu ve başını çevirdi.
Kralın çıplak olduğunu göstermeye kararlıydık.
Surları yıkılmış bir kale bırakacaktık geriye.
12 saat boyunca direndik.
Gün sonunda Erdoğan'ın polisleri dünyanın gözü önünce canlı yayında, bir medya binasının kapısını kırdı, gazetecilere ters kelepçe takıp yerlerde sürükledi, darp etti, silah tehdidiyle ana kumanda bastı.
Saat 16:30 sıralarında kayyım yüzlerce polis eşliğinde binayı zaptettikten sonra yapacak çok bir şey kalmamıştı.
Ama henüz hikaye bitmemişti.
*******
Bir arkadaş sevinçle haber merkezine geldi.
"Can Erzincan TV diye bir televizyon var sizi davet ediyorlar" dedi.
Turan Görüryılmaz'a döndüm.
Gözlerinin içi parlıyordu.
"Hadi gidelim" deyip kapıdan çıktık.
Birinin "Fatih" diye seslendiğini duydum o an.
Ses tanıdıktı.
Mikail ve Murat ağabeylerimle bir kaç kuzenim endişeli gözlerle yolun karşısından bana bakıyordu.
Hayatında hiç bir gösteriye katılmamış yakınlarım saatlerdir orada durup beni bekliyormuş.
Hızlıca karşıya geçtim.
Mikail ağabeyim "Hadi gidelim, yapacak bir şey kalmadı. Olmuyor işte zorlama" dedi.
Sonradan öğrendim sabahı edememiş, televizyonun başında geçen bir kaç saatten sonra küçük ağabeyimi de alıp İzmit'ten kalkıp gelmişler.
"Tamam abi geleceğim ama şimdi biraz işim var" dedim.
Cevabımdan tatmin olmamış olacak ki "Söz mü?" diye üsteledi.
"Söz gelicem abi" deyip vedalaştım.
Arabaya bindik, istikamet Can Erzincan TV'ydi.
*******
Günler haftalar yerel yayın yapan Can Erzincan TV'yi bir haber kanalına dönüştürme telaşıyla geçti.
Ara sıra telefon açıyor "Hala gelmedin aslanım" diye sitem ediyordu.
Ben de her defasında "Abi geleceğim şu işleri yoluna bir koyalım geleceğim" diyordum.
İpek Medya'ya kayyım atanmasından tam bir ay sonra öğlene doğru yine telefonum çaldı.
Arayan bu defa küçük ağabeyim Murat'dı.
Sesi titriyordu.
"Mikail ağabeyimler kaza yaptı araçları gölete uçtu" dedi.
Kaldım öylece, bir şey soramadım.
Yola çıktım.
Bir buçuk saatlik yol bir türlü bitmek bilmiyordu.
Arayıp, kötü haberi almak istemiyordum.
Gölete vardığımda çoktan cenazeler sudan çıkarılmış, hastaneye götürülmüştü.
Murat ağabeyim boynuma sarıldı "Kaybettik" dedi.
Çöktüm olduğum yere.
"Nasıl olmuş" sorusunu dahi soramadım.
Sözümü tutamamıştım...
Ama teşhis için morga girdiğimde bir söz daha verdim Mikail ağabeyime.
Her bayram kabri başında buluşacaktık.
Ben niye gelemediğimi anlatacaktım, dertleşecektik.
********
Ramazan bayramı vefatından sonraki ilk bayramdı.
Bayramın ilk günü erken saatlerde İzmit'te yüksek bir tepenin yamacındaki kabrinin başında buluştuk.
Diz çöküp anlattım uzun uzun...
Bayram sonrası bu defa Can Erzincan TV'ye kayyım atanacağı, bin bir emekle belli bir noktaya getirdiğimiz kanalın uydudan indirileceği yüksek sesle konuşulur oldu.
15 Temmuz darbe girişimi ve ilan edilen OHAL'se Türkiye'de gazeteciliğin ölüm fermanıydı.
Mikail ağabeyim haklıydı; Artık Türkiye'de yapacak bir şey kalmamıştı.
Darbeden bir kaç gün sonra ailemle birlikte vatanımı terk etme zorunda kaldım.
Ve gurbette bayram geldi çattı.
Ve ben yine Mikail ağabeyime verdiğim sözü tutamadım.
Gidemedim bu bayram ziyaretine...